Erkan Şimşek

Bu anakronik sorunun cevabını, ilgili herkes biliyor. Elbette Edward Said, büyük eseri Oryantalizm’i Tolkien öldükten 5 sene sonra yayınlıyor. Biz de soruyu tersten soralım. Edward Said, Tolkien’i okudu mu? Cevabını bilmiyorum ama muhtemelen okudu, hatta zihninde pişirdiği oryantalizm teorisi için de epey heyecan verici malzeme bile bulmuştur. Tam da Said’in sevdiği bir eser gibi çünkü. Öncelikle bir edebiyat metni. Sonra belirgin bir diyalektiğe yaslanıyor. İyiler ve kötüler bıçak gibi ayrılmış. Coğrafî bir farklılığın ürettiği kültürel üstünlük teması adeta fışkırıyor. Üstüne üstlük yazarın tuttuğu erdemli bir taraf var. Semboller ve alegorilerle yüklü (başarılmış) millî bir mitoloji denemesi var.

Peki Tolkien, Said okusaydı bu romanı yine böyle yazar mıydı? Evet, şüphesiz böyle yazardı.  Çünkü Tolkien her ne kadar bir akademisyen/bilim insanı olsa da Yüzüklerin Efendisi evrenini inşa ederken gündeminde bilimsel bir kaygı yoktu. Sınıfsal/kültürel bir dürüstlük derdi de yoktu. Bilimsel bir tez veya eğlencelik bir masaldan çok daha fazlasına odaklanmıştı. Ulusal bir efsanenin müellifi olmak ve İngiliz ulusal kimliğinin sahipleneceği, gurur duyacağı modern bir millî mitoloji yazmak istemişti. Yazdı da. Cümle edebiyat tarihin en başarılı kurgu metinlerinden biridir önümüzde duran. Romanın ana temasının ise beyaz insan-vahşi insan, Doğu-Batı diyalektiği, Hristiyan-İslam çatışması gibi temalar içerdiği konusu ise yıllardır tartışılıyor. Peki gerçekten böyle mi, yoksa bütün bunlar birer komplo mu veya iftira mı?

Her ne kadar Tolkien “Eserimde alegori yok.” dese de sanat eserlerinin sanatçıların bireysel beyanlarıyla sınırlı olmadığı bilgisine sahibiz. Kendisi 1. Dünya Savaşı’na bizzat katılmış ve 2. Dünya Savaşı’na şahit olmuş bir yazar ve inançlı bir İngiliz ve ilginçtir Protestan değil Katolik. Katolik demişken, Tolkien Yüzüklerin Efendisi’nde bir Tanrı’dan bahsediyor ama romanın (ve filmin de) tamamında gayet seküler bir hayat var. En azından Batı’sında Tanrı’nın gidişata karışmadığı, kurbanlar istemediği, hayata yön vermediği bir Orta Dünya var. Yani aydınlanmış Avrupa’nın Tanrı tasavvurunun ta kendisi… Yani varlığı kabul edilen ama yetkileri elinden alınmış bir Tanrı tasavvuru… Doğu’da ise mehdiler, büyücüler, tiranlar ile iman ve korku odaklı bir manevi iklimin yabani/bilinçsiz evlatları (Orklar vs…) var.

Başka birçok roman ve filmin ortak temasıdır bu; Batı’nın zihnindeki Doğu tahayyülüdür. Tarihi mitolojileştiren, Doğu’ya dair ezberleri yeniden üreten, Doğu’ya yapılan saldırıları meşrulaştıran sürüsüne bereket filmin, romanın ve tarih yazımının (historiyografi)  motivasyonu işte bu kabullerdir. Edward Said’in deşifre ettiği bu anlayışın (Batı’nın Şark anlayışları) izlerini, hayranları inkâr etse de Yüzüklerin Efendisi’nde de bulmak mümkün. Bu durum ise elbette eserin değerini düşürmüyor. Sadece okurların her zaman filtrelerini açık tutması gerektiğinin sayısız kanıtından biri olarak önümüzde duruyor.

“Tolkien’i Yeniden Düşünmek: Yüzüklerin Efendisi üzerine Postkolonyal Bir Perspektif” başlıklı doktora tezinin yazarı Louise Liebherr de bu şüpheli okurlardan biri ve şöyle diyor: “Tolkien’in bütün o fantastik ögelerine karşın, Yüzüklerin Efendisi, ‘oryantalizm’ ve ‘postkolonyal’ endişeleri içeren söylemlerle doğrudan ilişkili olan temalarla dolu bir metindir.”

Evet, Tolkien’in bu büyük eserine bir faşizm risalesi muamelesi yapmak mümkün değil, dolayısıyla ırkçılık suçlamalarını peşinen düşürebiliriz ancak başka bir kültürel tahakkümü de ıskalamak mümkün değil. Çünkü birazcık oryantalizm ve postkolonyalizm metni okumuş herkesin damağında o acımtırak tat kalıyor.

Çünkü Tolkien eserini güçlü bir bilinçaltıyla ve basbayağı modern tarihin kurgusu ile yazıyor. Orta Dünya’da iyiler, beyazlar, güzel insanlar dünyanın Batı tarafına düşerken, çirkin, kötü ve vahşiler Doğu topraklarından geliyor. Özetle Yüzüklerin Efendisi, belki ırkçı, cinsiyetçi birçok suçlamayı püskürtse bile Avrupa merkezli bir beyaz adam anlatısı olduğu gerçeğinden kaçamıyor.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 22.sayısında yayınlanmıştır.