Ahmet Çıngır

Sait Başer ilginç bir tarihçi. Felsefe ve Türk tarihiyle ilgili çalışmaları, dar bir çevrede oldukça popüler. Türkiye’deki muhafazakâr/milliyetçi kesimde kitapları kendine has bir ilgiyle takip ediliyor. Hem sağ kültür çevrelerinde hem de akademide bilinen bir isim. Bugün tartışılmayan bir konu olsa da 90’larda epey popüler olan Türk Müslümanlığı meselesinin çıkış kaynağı Sait Başer’in metinleriydi. Sonraki yıllarda felsefe çalışmalarına odaklanan Başer’in Toplumsal Aklı Anlamak eseri bu yılların mahsulü…

Kitap, baştan sona okuyucuyla bir tekellüm (diyalog) üslubuyla ilerliyor. Girizgah da buna telkin eder şekilde zaten. Kullanılan dil de bunu destekliyor. Akıcılığı ise okuyucusunu mesut ve tatmin edecek kadar güzel.

Mevzu güzel. Anlam derin. Kavramlar da o kadar güzel anlatılmış ki akıl nedir’in cevabını arıyoruz ilk evvel. İnsan, tabiatta bir varlık. Varlıklar aleminde bir ‘var’ olan. Ve insanın tabiattaki yolculuğu ‘var eden’le devam ediyor; belki insanda ‘var eden’ tecelli ediyor.

Canlıların akıl diye bir nimeti var. Canlılık akletmeyi gerektiriyor. Ay çiçeği güneşe doğru yönelmeyi aklediyor, ceylan ise bir et obur avcıdan kaçmayı. İnsan da bu tabiatın parçası. Her bireyin akıl varlığından bahsedebildiğimiz gibi tabiatın külli bir aklının varlığından da bahsedebiliriz. Zira tabiat bir bütündür. Bediüzzaman Said Nursi: ‘Kainatı küçültseniz bir sivrisinek olur, sivrisineği büyütseniz kainat olur’ sözleriyle belki de bu fikrimize delalet ediyordu.

Akıl bir yönüyle biyolojik bir unsur olarak görülebilir. Netekim bunu insan, kendine verilen birtakım ayrıcalıklarla soyut, kendine özgün hale getirebiliyor. Aklın yeteneği olarak kıyas etmekten bahsedebiliriz. Beş duyu organı ve iç güdülerle mukayese yapma melekesidir akıl. Mukayese, farkındalığı beraberinde getiriyor. İnsan mukayese ederek eksikliklerinin farkına varabiliyor. Bu da insanın tamamlanma, bir olma içgüdüsüne dalalet edebilir. Netekim bu eksikliği farkındalık, yani tamamlanmaya cehd gösterme insanı kemalâta götüren bir nimet yada kavram da diyebiliriz.

İnsan, tabiatın kendine sunduklarıyla yetinmeyen bir varlık. Akıl denen kavram, mukayese yeteneğiyle insanda evveliyatında bir farkındalık oluşturuyor. Bu farkındalık anlam olarak zihinde teşekkül ediyor. Evet, anlam yüklemek. İşte insan burada tabiatdaki diğer canlılardan ayrılıyor. Hatta yazar, burada bir nükte ekliyor: Belki de insan, diğer canlılar gibi kendine sunulanlara kanaatkârlık gösteremeyen bir canlı!

Burada bir uyarıyla insanlık ve anlama yolunda ilerliyoruz; insan tabiatın bir parçası olduğunu unutmamalı, doğasından kopmamalı. Tabiattan kopmak, sentetikleşmeyi beraberinde getirir. Anlamak yolunda insan, her zaman bu hiyerarşik sisteme bağlı kalmalıdır.

İnsan, ilk karşılaştığı tabiat olayına verdiği içgüdüsel tepkiyle, mukayese etti. Ve bu kıyas neticesinde farkındalık oluşturdu. Farkındalık, zihinde teşekkül eden bir sonuç. Pekiyi, biz bu sonuçların da kıyaslana bildiğinden bahsedebiliriz. İşte, akılda sadece somut kavramların değil, soyut kavramların da kıyasa tabii olabileceğini görüyoruz. Zihinde teşekkül eden kavramlara anlam yükleme yeteneğimiz, bunlar hakkında bir hüküm verme ve bu hükümlerin bilgiye dönüşmesiyle devam ediyor.

Görüyoruz ki; akıl, oluşturduğu soyut kavramlara anlam yüklüyor. Bu , tecrübe, tarih, dil, kültür ekseninde olmak zorunda. Mukayese ederken dil olmaksızın bu eylemi gerçekleştirmenin nâmümkünlüğü aşikardır. Tarih ise külli bir tecrübeden ibarettir . Akıl, çözüm üretirken bu olgular ekseninde mukayese ediyor ve hüküm veriyor. İşte burada, pekala diyebiliyoruz ki, insanın ulaştığı çözümler yalın çözümler olmaktan çıkmakta; gerek tarihi bir mühimmat çantası gibi üzerinde taşımakta, gerekli tecrübeyi oradan sağlamakta fakat hareket kabiliyetini de sınırlamakta; gerekse dil çerçevesi içinde anlam yüklemekte, bu anlama hükmetmek ve beyan etmekte. Bu da dili sınırlayıcı kılıyor da diyebiliyoruz . Bittabiki, dil burda; somut olanın soyut hale gelmesi ve tekrar somutlaştırılmasında çok ciddi bir rol oynuyor.

Bu noktada insan aklıyla; kıyas, düşünce ve hükümle çözüm öğrendiğini, bilgi edindiğini görüyoruz. Öğrenme, düşünmekten ileri geliyor. Düşünmek, kelime itibariyle düşmek’den geliyor. Kendinde düşmek, kendini irdelemek.

İnsan ancak, iradi olarak öğrenme isteğiyle, iradî alâka kurma isteğiyle öğrenebilir. Nasıl mı? Yoğunlaşma ve kendini verme burada kilit görevi ihtiva ediyor. İnsan, mukayese ile oluşturduğu farkındalık akabinde anlam yükleme, ve soyut kavramları da mukayese etme ve yeni oluşan farkındalıkları mukayese etmek için de öğrenmek yolunda, anlamak yolunda öğrenmek yolundadır. Öğrenmek ise düşünmekle, yani iradi bir ilgi alakayla olur. Burada insan kelimesinin kelime mânâsı itibariyle ‘ünsiyet’ den geldiğini biliyoruz. Ünsiyet: ilgi, alaka kurmak demektir. Kendinden vazgeçim, başkası, ötekiyle alaka kurmak anlamını ihtiva ediyor. Ve insan, kendi dışındaki he rşey, olup biten her şeyle ilişkisine, inanmak platformu üzerinden ulaşıyor.

babilcomdanalabilirsiniz


Toplumsal Aklı Anlamak
 – Sait Başer
Ataç Yayınları