Abdurrahman Üzülmez

Yaklaşık on yıl önceydi. Elime bir kitap geçti. Türk Halk Edebiyatı adını taşıyan eserin yazarı Macar Türkolog İgnáz Kúnos’tu (1860-1945). 1925 tarihinde İkbal Kütüphanesi tarafından yayımlanmıştı. Basım tarihinden anlayabileceğiniz gibi eser eski harfliydi.1Kitabın ilk bölümünü bir çırpıda okudum. Sonra da tamamını. Hatta daha sonra kitabın ilk kısmının çevrimyazısını hazırlayarak Osmanlı Türkçesi: Metinler (Ankara: Katkı Yayınları, 2008) adlı kitabıma da aldım. Kúnos’un ismini daha önce de duymuştum. Hatta Türkoloji okumuş, vaktiyle sık görüştüğüm bir arkadaşım her fırsat bulduğunda ondan bahsederdi ve mutlaka sözlerini onun “Türk kültürüne katkıları”ndan dolayı “heykelinin dikilmesi” gerektiğini ileri sürerek bitirirdi. Dolayısıyla onun Türk masalları vb. konulardaki çalışmaları ve diğer sözlü (halk) edebiyatımız hakkında yaptığı katkılardan en azından haberdardım. Yukarıda ismini zikrettiğim eserini ise duymamıştım.

Kúnos 1880’lerin ortasında önce Bulgaristan, sonra da beş yıl kadar süren Anadolu araştırma seyahatlerine çıkmıştır. Kitabın ilk bölümünde araştırma seyahatlerine çıkmaya nasıl karar verdiğinden de bahsetmektedir. Gene kitapta hocası Arminius Vambéry (1832-1913) ile aralarında geçen müzakereyi naklederek birkaç örnek dışında “Türklerin halk edebiyatı yok gibi” denilmesini kabul edemediğini belirtmektedir. Bunun üzerine ise Vambéry talebesine “En iyisi, Türk milletine git, Türk edebiyatını ara!” tavsiyesinde bulundu. Bunun sonucunda o da yolculuk için gerekli hazırlıklara başladı. Ve nihayet, “[ü]ç dört hafta geçer geçmez, yol hazırlığı biter bitmez, ver elini Türkiye diye, Peşte iskelesinden hareket etmek üzere olan bir Tuna vapuruna bindim. Var varanın, sür sürenin, destursuz bağa girenin hali budur!… ‘Elvada! Evlada!’ diyerek vapurumuz yola koyuldu.” Kúnos, daha sonra yol güzergâhı üzerinde ilk ulaştığı Türk toprağı olan Adakale’yi ilk kez görüşünü ve gözlemlerini aktarıyordu. Kitapta adadan derlediği türkülerden örnekler de vermektedir. Zikrettiği ilk örnek ise ada gençlerinden birinden duyduğu o ünlü “türkü”dür:

Ötme bülbül ötme, yaz bahar oldu
Bülbülün figanı bağrımı deldi
Gül alup satmanın zamanı geldi
Aldı Nemse bizim nazlı Budin’i

Adakale’den bu şekilde haberdar oldum.. Gene aynı yıllarda bir televizyon programında kitap tanıtımları yapan Sabri Koz’dan Romen araştırmacı Eugenia Popescu Judetz’un (1925-2011) – daha önce hiç yayınlanmamış ve aslı İngilizce olan- Adakale kitabının Türkçeye çevrildiği ve yayınlandığını öğrendim. (Çev. Aysun Kıran-Olcay Yıldırım, İstanbul: Pan Yayınları, 2006) Daha sonra da gene aynı yazarın H. C. Güzel’in editörlüğünde hazırlanmış olan Türkler (“Adakale: Geçmişteki Bir Türk Adası”, Cilt XII, Çev. F. Kantar, Ankara, 2002: 564-75) serisinde yer alan ve Adakale hakkındaki temel bilgileri bir araya getirdiği makalesine ulaştım.

H. Yıldırım Ağanoğlu’nun (d.1968) kitabının kapağında büyük harflerle yazılmış olan Adakale başlığını görünce bunları hatırladım ister istemez. Ama ada hakkında hiçbir bilgisi olmayan okuyucularımız vardır belki, onlar için “Adakale”nin hakkında birkaç kelam edelim.

Tuna nehrinde Orşova şehrinin tam karşısında Romanya ile Sırbistan arasında yer alan Adakale’nin uzunluğu 1,5-2 km genişliği 400-500 m kadardı. Adanın Osmanlı egemenliğine girmesi XIV. yüzyılın sonlarına kadar eskiye dayanmaktadır. 1717’de Avusturya’nın işgaline uğradı. Ama 1738’de yeniden fethedildi. Sivil yerleşime ise ancak 1792 tarihli Ziştovi Osmanlı-Avusturya Antlaşmasından sonra açıldı. Ada nüfusunun nerdeyse tamamı Müslümanlardan oluşmaktaydı. Hatta 1913 tarihli sayıma göre 637 kişiden oluşan nüfusun tamamı Müslümandı. Ada nüfusunun çoğunluğu muhtemelen 1739 Belgrad Antlaşması’ndan sonra burada tesis edilen garnizona yerleştirilen Osmanlı askerlerinin soyundan gelmekteydi.

Adayı bizim için ilginç kılan iki önemli özelliğinden bahsedebiliriz. Birincisine yukarıda değindik. Adakale çok erken devirlerde üstelik halk edebiyatının seçkin örneklerinin derlenmiş olması. İkincisi ise ada arazisi ancak 1919’da Versay Antlaşması ile Romanya’ya terk edilmiş ve bu Lozan Barış Antlaşması (1923) ile hukuken Türkiye Türk toprağı olmaktan çıkmıştır. Anakara ile hiçbir bağlantısı olmadığından İstanbul ile irtibatının Viyana Sefareti aracılığıyla sağlanan ada, Rus ordularının Ayastefanos’a/Yeşilköy’e kadar ilerledikleri 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra dahi nasıl elde tutulabildi? Bu sorunun cevabı ilginç. Çünkü adanın Osmanlı toprağı olarak kalmasının sebebi bir unutkanlık. Kısacası Berlin Antlaşması’nda adanın akıbetinin belirsiz bırakılması, Osmanlı idaresinin sürmesini sağladı. Türkiye adadaki egemenlik haklarından Milli Mücadele yıllarında dahi vazgeçmedi ve bunu bir “onur” meselesi olarak gördü.

Adanın çoğu fakir halkının en önemli geçim kaynağı turizmdi. Adanın Tuna nehrinde seyrüsefer halindeki gemilerin uğrak noktalarından biri olması dolayısıyla Adakaleliler turistlere çeşitli hizmetler sunmakta, şeker, tütün, kahve vb. ürünler satmaktaydı. Bir diğer husus Macaristan, Sırbistan ve Romanya’nın birleştiği noktada yer almasının doğal bir sonucu olarak kaçakçılık da revaçtaydı. Ada II. Dünya Savaşı öncesinde Romanya Krallığı hâkimiyeti yıllarında ekonomik manada önemli gelişme kaydetti. Ancak Romanya’nın dış dünyaya kendini kapattığı, kaçakçılığının ortadan kalktığı “demirperde” denilen komünist idare adanın parlak döneminin sonunu getirdi. Ağanoğlu’nun kitabının sunduğu veriler adalıların eğitim –örgün eğitime devam etme anlamında- düzeylerinin alt düzeyde olmasına rağmen kendilerine güvenen ve dış dünyaya açık insanlar olduklarını göstermektedir. Sınır boylarında yaşamalarından dolayı bu insanlara da bu yakışırdı zaten. “Yabancı”larla sürekli temas halinde yaşamalarına rağmen geleneklerine de bağlı insanlardı Adakaleliler. Adadaki evlilikler buna somut örnek teşkil etmektedir. Öyle ki adanın sular altında kalışına kadar süren tarihinde Türk idaresinden sonraki dönemlerde dahi yabancılarla yapılan evliliklerin sayısı istisna sayılacak kadar az olduğu anlaşılmaktadır.

Adakale
H. Yıldırım Ağanoğlu
İz Yayıncılık

Dipnot__
1. David Harvey, Asi Şehirler, Çeviren ve Sunuş: Ayşe Deniz Temiz, Metis Yayınları, sf. 44. İkinci Baskı, 2013.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 3.sayısında yayınlanmıştır.