Feridun Andaç

Robert Kolej’de “İkinci Yeni” şiiri üzerine konuşurken şöyle bir cümle kurmuştum: Cemal Süreya bu kuşağın “kan bankası”, Turgut Uyar ise “kurucu şair”idir. Bu düşüncemi burada da yinelemek isterim.
“Hayır, Cemal Süreya’dır,” itirazını duyar gibiyim!

Benim gözümde de kuşkusuz Cemal Süreya benzersizdir, kendidir. Şiiri kendisine sonuna kadar sadık kalmıştır, ama kendisi şiirine aynı sadakati göster(e)memiştir. Bunun birçok nedeni var kuşkusuz. Ama konumuz da bu değil. Turgut Uyar ise; 1949’da Arz-ı Hal ile başlayan şiir yolculuğunu Kayayı Delen İncir’e (1982) değin sadakatle sürdürmüş, hiçbir sapma göstermemiştir. Bunun anlamı şudur, şiirinin “büyük saati”nin ayarını hep çalar durumda tutmuştur. Şiirindeki değişken imge yoğunluğuna bakarak da bunu pekâlâ görebiliriz.

Şairler, (hatta romancı/öykücüler de) şiir dışında yazdıklarıyla mı tanımlanıp/anlaşılmaya çalışılmalıdırlar, yoksa “şiir”leri bir veri olarak yeterli midir? Asal uğraş alanına düzyazıyı da dâhil eden şairler (Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat gibi) bazen “istisnaî” durum yaratıp (tıpkı Cemal Süreya gibi); “deneme”de de (kimi zaman roman; Anday ve Rifat gibi) bir ses/tarz oluşturarak okurlarını şiirlerine/poetik yolculuklarına bakmaya buradan çağırabilirler. Bu bir yanıyla “aydınlatıcı” gibi gelse de, verili olduğunu düşünmem.

Sanırım, Turgut Uyar’nın bu anlamda tek deneme kitabı Bir Şiirden (1983) onun şirinin kapalı/açık/çok yönsemeli ve kurucu yanını bize gösterebilecek bir akkor gibi elimizin altında. Ama buradaki bakışı şiirini anlamaya/açımlamaya dönük değildir. Dünyaya ve şiire nasıl baktığını görebiliriz ancak. Uyar, kitabına alınlık olarak aldığı “zincir” metinde, “şiir üstüne” konuşma gereği duymasını gerekçelendirir âdeta. Ama onun şu anahtar cümlesi, bize, şiiri yapılandıranın gene şiir olduğu düşüncesidir: “Şiir üzerine, gerçekten yeni olan şiirle, yeni bir şeyler öğrenebiliriz ancak; şiir üzerine yazılanlarla değil.

Bu düşünce, bence, diğer yazınsal türler için de geçerlidir. Uyar, bize, burada üzerinde durduğu şairler/şiirlerine dair düşüncelerini dile getirirken şiiri hayatla ve diğer şeylerle ilişkilendirmeye çalışır öncelikle. Yani şairin neyi/nasıl dediğine bakarken bunun da altını kalın çizgilerle çizer. Der ki özcesi; şiir şairiyle birlikte, “insandan, olaylardan, dünyadan, yaratıldığı andan” ayrı düşünülerek değerlendirilemez.

İşte Turgut Uyar, şiirdeki farklı yönelimlerin verimlerine ulaşarak karşımıza çıkardığı şiir/şair manzarasında; bütün bildiklerimizi de hatırlayarak, ama bunlara da çok sadık kalmayarak, “yeni”ye nasıl/niçin/neden bakmamızı önermektedir bir bakıma.

Kendini Arındıran Şair

Turgut Uyar, yinelemeyi ve çoğaltmayı sevmeyen bir şairdir. Şiire sadakati de bundandır. Arayış içinde olduğu kesin. Bu, yeni sesin/biçimin arayışıdır. Oysa poetikasının oluşmuş/olgun bir dokusu vardır.

Nasıl Dağlarca çoğaltmacı, Cemal Süreya duralayıcı, İlhan Berk sürekli geçişlere/kaçışlara açıksa; Turgut Uyar da biçimleyici ve ses arayıcısıdır sürekli. Hayatın nabzını derinden hisseder. Olup bitenleri dil/düşün duyarlığının imbiğinden süzerek geçirir. O, şunları söylerken, şiirinin açısına da göndermede bulunur aslında: “Birtakım yeni yönelmeler, yeni kurallar, şiir üstüne bütün bildiklerimizi yenileyiverecek.”

Turgut Uyar’ın o “büyük saati”nin ibresi hep “yeni”likten yanadır. Sesini de yeni biçim/yeni ses/söyleyiş ve yeni hayattan alır. Bu anlamda şiirinin yolu/evreleri de dönemseldir hep. Çünkü o eksilterek yazmaz, yenileştirir biçimini de, sesini de, bakışını da. Kendini konumlandırdığı yer, zaman/uzam tümlüğü içerir. O, “1001 zaman” için yazmaz; bir tek zamanı vardır şiirinin, içinden geçilen zaman(ın ruhu). Burada kesinleyicidir Turgut Uyar. Bu tavrında hiçbir sapma bulamazsınız.

İçtedir, içe işleyendir. Gün, güncellik izleğiyle şiirine yansımaz. Daha öteye geçer. Bir varlık/varoluş sorunsalı olarak üstelik. Bence bir “dönemeç” kitabı olan Toplandılar (1974) buna en iyi örnektir. Ondaki bütüncül ses/biçim burada âdeta akkorlaşarak karşımıza çıkar. Örneğin; “Acının Coğrafyası” şiirini alalım. Biçim ve söyleyişteki bütünlük, şiirin ilk dizesiyle başlayıp, bir tür gün/zaman, anlam/anlatım geçişleri yaparak, ilk dizedeki şu anlam; “kente kapandık kaldık tutanaklarla belli”, son dizenin kapanışıyla bütünlük kazanır; “kısa vakitlerinde aceleci akşamın.”

Şiirinin gövdesi 7+5+6+6+5=29 dizeden oluşur bölümlemelerin her biri bir anlam/gerçeklim yansıtır. Zamanın ağrısı/acısı derinden hissedilir her bir bölümlemede. Eğer şiirde biçim/ses/ritm dengesi yoksa, anlam/düşünce/söylem kurmak zordur. Bunun bir şiirindeki işlerliğini gösterir bize Turgut Uyar.

Ondaki süreklilik aslında ödünsüzlük/sapmalardan arınma ve sadakatten kaynaklanır. Bu yönelimiyle şiirine öyle bir “yatak” açar, yaratır ki; kendi özgünlüğün de işte buradan çıkar karşımıza.

O, kurduğu “dünya”sıyla kendi özgünlüğünü şiirine taşımış; kuşağının bağlanan bir şiirden imge yordamı yoğun bir şiire geçişteki yeni sesi olabilmiştir. Burada Türkiyem (1963) bir odak kitap olarak alınırsa, Her Pazartesi: 62-67 Notları (1968) şairin tanıklığına çağrı, Divan (1970) ise dönüştüren bir biçim deneyimi olarak ele alınmalıdır.

Turgut Uyar’ın şiirselsöz’ü kavisler çizer. İçimizdeki yanlışları ortaya çıkardığı gibi, hayata dair dile getirdikleriyle de etkileyicidir. Ki, bu yanını Tomris Uyar şöyle değerlendirecektir: “Dikkatli okunduğunda, politik bir şiirin nasıl yazılabileceğinin iyi örneğidir çoğu şiiri.”

Zamanı olan şiirdir Turgut Uyar’ın şiiri. İçinden ülkenin tarihi geçer, insanının ufalanmışlığına dair ettiği sözler adeta her devrin duvar yazısı gibidir! Bu anlamda kalıpları kırdığını söyleyebiliriz. Ki; Divan (1970) bunun güzel örneğini getirir:

işte suyumuzu kestiler ama masamda yine bir çiçek

bir çiçeğin akşamı elbet bir çiçeğe benzeyecek

nasıl güzel nasıl diri bir çiçek

dipdiri adamlardan biri bir çiçek

evet ben son ve kesin umuduyum bir paket cigaranın

bir köhne camekânda sararmış alıp içmemi bekleyecek

sonsuz camekânda

başlangıçsız bir çiçek ( “beklemiş bir paket cigaranın son umudu’na”)

Sözü şiirinde eylemsel kılan, ama imgeyi de bu denli yoğun kullanan yanı belki de kuşağı içinde onu özgün bir yere taşıyan iki önemli öğe. Şiirinin çeşitliliği de buradan kaynaklanır aslında. Hayata ve alanlara açılan, ama bir o kadar da kapalı görünen yanı Nurullah Ataç’ı da şaşırtmıştır aslında. Öyle ki; Türkiyem kitabının “önsöz”ünde şunları söyleyecektir:

“Bir gün Varlık’ta bir şiirini okudum: ‘Uzak kaderler için’. Ses değişivermişti. Turgut Uyar kendini artık aramıyordu, bulmuştu. O şiiri yazan adamın gönlünde büyük şiirin esmeğe başladığı anlaşılıyordu.”

Bugünden baktığımızda, giderek kumullaşan hayatımızın yanılsamalarına dönük bir bakışın şiirini kuran şairden söz ettiğimizi; ve bunun da hem kuşağı hem de ardılı zamanın şiiri için etkileyici kaynak olduğunu pekâlâ söyleyebiliriz.

Cemal Süreya’nın söylediğini de burada hatırlarsak, Turgut Uyar şiirinin “İkinci Yeni”nin neden kurucu şairi olduğu gerçeğini daha iyi anlamış oluruz:

“Büyük bir gövdedir onun şiiri. Kımıldadıkça kendine benzer yeni gövdeler hazırlar, çoğaltır. Bir anıttan çok bir dirim belirtisidir. Büyüzden kolay kolay tanımlanmaya gelmez; görülür, tanık olunur. Blok halinde bir izlenimler bütünüyle gireriz ona. Şiirsel işlevini bütünüyle ve sürekli bir şekilde hareket ederek sürdürür. Tek tek şiirleri yok, şiiri vardır.”

Evet, Her Pazartesi’yi baştan sona bir nefeste okuduğumuzda o “tek şiir”in imge yoğunluğuyla gövdesine ağanların gerçekliğini daha iyi gözleriz. Çoğalan sesin, dönüşeduran söz’ün yalınlığında zamanın ruhunu getirip yansıtır:

“Ah sonsuz düzen

Nasıl da varsın..”

Bir çığlık ötesi bakışın bileşimidir aslında… Bu da Turgut Uyar şiirine yakışan söylemdir elbette.

“Her şey akıp gider” ama onun şiiri kalır.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 25.sayısında yayınlanmıştır.