N. Cihan Taşan

Bir Bursalı olarak Bursa üzerine yazılmış eserleri okumaya özen gösteriyorum. Bu uğraşım kent üzerinde uzmanlaşmak değil, daha çok kente değenlerin hatıralarını okumak şeklinde oluyor. Bu amaç ile okuduğum son kitap olan Bursa Mektupları’ ndan sizlere bahsetmek isterim.


Bursa Mektupları
Bir Osmanlı Kentinde Müminler ve Kafirler
Eliza Cheney Abbott Schneider
Çevirmen: Neşe Akın
Dergah Yayınları

Eser ilk olarak 1846 yılında Letters Fromo Broossa, Asia Minor adıyla basılmış. Türkçeye ilk kez 2009 yılında Dergâh Yayınları tarafından Neşe Akın’ın çevirisiyle Bursa Mektupları- Bir Osmanlı Kentinde Müminler ve Kâfirler ismi ile kazandırıldı.

Kitap yirmi sekiz adet mektuptan müteşekkil. Mektupların sahibi misyonerlik faaliyeti sebebiyle Bursa’ya gelmiş Amerika Alman Protestan Kilisesi mensubu Eliza Cheney Abbort Schneider.

Bursa o yıllarda misyonerlik faaliyeti merkezi olan beş istasyondan biri. Batılı misyonerlik faaliyetlerinin Anadolu’ya yönelik temel amacı Müslümanları kendilerine çekmekten ziyade, Şark Hristiyanlığının Protestanlaştırmak olmuştur. İstanbul, İzmir, Bursa, Trabzon, Erzurum’da bulunan bu istasyonlarda 19 yy. da on sekiz misyoner, on altı kadın yardımcı, on iki yerli yardımcı bulunurken, bunların bulunduğu faaliyetler sebebiyle 20 yy. ’ın başlarında 112 Protestan kilisesi kurulmuş ve üye sayısı 12.109’a ulaşmıştır.

Mektupların hemen hepsinden anladığımız üzere Elize Schneider hanımefendi Bursa şehrinin insanından hiç hoşlanmamış. Amerika’daki dindaşlarına yazılan bu mektuplar Bursa eşrafına bolca hakaret ve aşağılama içeriyor. Bütün bu “ağır eleştirilere” rağmen mektupların verdiği bilgiler 19 yy. Bursa’sını tanımamız açısından önemli.

Mektupların yazarı 1840’lar Bursa’sının nüfusunun 80 bin ile 100 bin arası olduğunu belirtiyor. Bunların üçte ikisi Müslüman, on bini Ermeni, sekiz bini Rum, iki bini ise Yahudi. İkinci mektupta Bursa Kaplıcaları hakkında verdiği bilgiler ilginç. Suyun kimyasal özelliklerine kadar her şeyi yazmış.

Mektuplar içerdiği niceliksel bilgiler bakımından çok önemli. Bir şehri ilgilendiren hemen hemen her alanda verdiği teferruatlı bilgiler ile dikkat çekiyor. Coğrafi ve demografik bilgiler ile bitki örtüsü, yabani hayvanlar, tarım, hayvancılık konularındaki ayrıntılar dikkate değer.

Eseri yayımlayan Dergâh Yayınları’nın sunuş yazısında yer verdiği “bir sanatçı ve müminden ziyade bir materyalistin kaleminden çıkmış gibi” benzetmesine katılamıyorum. Buradaki sıkıntı materyalistlikten ziyade kendi değerlerine aşırı bağlılık, dış kültürleri kendi kültürüyle karşılaştırarak tanımlama gibi bir kibir olabilir.

Kitaptan bir alıntı ile yazarın değindiği bir rivayetten, hayranlığından ve hayallerinden bahsedeyim sizlere: “ Eskiden şehirde bir yılın günleri kadar, yani 365 tane cami olduğu söyleniyor. Bu camilerde günde beş defa ‘La ilahe illa Allah, Muhammeden resullalah’ yani ‘Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah’ın elçisidir’ diyen ezan sesi yükseliyor. Ancak bu kadar çok sayıda caminin aynı dönemde var olup olmadığı oldukça şüpheli. Bu camilerden bazıları çok güzel. Ulu Cami şehrin en büyük ve en güzel camii. Bu cami 50 metre uzunlukta ve 35 metre genişlikte. Dört vaiz aynı anda farklı noktalardan, sesleri birbirine karışmaksızın vaaz verebilir. Ve oradan her geçişinizde bir gün o duvarlar arasında Tanrı’nın Oğlunun İncili Şerifi’nin okunup okunmayacağını soruyoruz kendimize.”

Şehrin 500 yıllık Müslüman hâkimiyetinden sonra böyle hayaller kurabiliyor olması şaşırtıcı. Yazarın kendisini bu kadar üstün tavırda görmesi de şaşırtıcı. Kitabı bitirip kapattıktan sonra İsmet Özel’in kitabının ismi aklıma geldi: Türk Olmadıysan Oldun Amerikalı. Ne olursan ol, onların gözünde Türk’sün. Sen ne olduğunu bilmez isen oldun Amerikalı. 

Arka Kapak dergisi 30. sayı