Medeni Yılmaz

“Türk edebiyatı, onun ölümü ile eşsiz bir sanatçısını kaybetti. Refik Halid’in ölümü, edebiyat tarihimizde Fecr-i Ati’nin en parlak bir ışığının sönmesidir.”1

“Türkçenin en iyi yazarı” olarak tanımladığı Refik Halid Karay’ın 1965 yılındaki ölümünün ardından işte bu notu düşüyor şair arkadaşı Halit Fahri Ozansoy. Gerçekten de Refik Halid Karay dendiğinde, akılda beliren ilk şey, onun harikulade zengin sözcük ve deyimlerle desteklenmiş Türkçe kullanımıdır. Bu muhteşem Türkçesinin en belirgin olduğu kitapları da Memleket Hikayeleri ve Gurbet Hikayeleri adlarındaki iki öykü kitabıdır. Bu öykü kitaplarına geçmeden evvel Refik Halid’in, bu derece canlı ve orijinal bir üsluba hangi aşamalardan geçerek sahip olduğu üzerinde durmamız gerekecek. Yine bunun için de onun hayatına değinmeye öncelik tanımamız gerekecek.

1888’de İstanbul’da doğan Refik Halid Karay, hem anne hem de baba tarafından gayet soylu bir çevreden gelir. Babası, Maliye Başveznedarı Mehmet Halit Bey, annesi Kırım Hanları soyundan gelen Ruhsar Hanım’dır. Her ikisi de Osmanlı sarayına yakın olan bu ebeveynleri sayesinde Karay, her istediğini gerçekleştirdiği ve mükemmel bir eğitim aldığı bir çocukluk dönemi geçirmiştir. Hatta Refik Halid’in kişiliğinin ve edebi yeteneğinin gelişmesinde en büyük rolü annesi Ruhsar Hanım oynamıştır diyebiliriz. Zira annesi ona sürekli eski zamanlardaki yaşayış biçimlerini ve geleneklerini anlatırmış. Ama Bu Kırım soyundan gelen annesi, Karay’a eski zamanları anlatırken öylesi duru ve canlı bir İstanbul Türkçesi kullanırmış ki, bu üslup, Refik Halid’in ileriki yıllarda Türkçeyi en iyi kullanan yazarlardan biri olmasını sağlamıştır. Nitekim, değerli edebiyat tarihçisi Nihat Sami Banarlı da şu tespitte bulunur: “Refik Halid, güzel Türkçesini Kırım Hanları neslinden olan annesinden, ev ve mahallelerindeki İstanbul ve aile lisanından öğrenmiştir.”2

Galatasaray Lisesi’ni yarıda bırakarak memuriyet hayatına başlayan Karay, özellikle mizah ve eleştiri konusunda kendi döneminde “Kirpi” takma adıyla ün yapmış ve yaptığı sert eleştiriler sebebiyle ömrünün büyük bir bölümünü Sinop, Ankara, Çorum ve Bilecik gibi çeşitli illerde sürgünde geçirmiştir. İşte bu sürgün yıllarında Anadolu halkını yakından gözlemleme imkânına kavuşmuş olan Karay, Memleket Hikayeleri’nin ilk öykülerini de bu sürgün yıllarında kaleme alır. Öyküleri öylesi ilgi çeker ki, başta Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin olmak üzere, döneminin önde gelen yazarları tarafından desteklenir. Hatta Ziya Gökalp, hükümete yakınlığını kullanarak onun birkaç kere sürgün affı almasını ve yeniden özgür olmasını sağlar. Aynı tarihlerde Mustafa Kemal önderliğinde milli mücadele başlayınca, yazılarıyla bunun ümitsiz bir çaba olduğunu dile getirir ve İstanbul hükümetini destekler. Ama mücadele başarıya ulaşınca, yeni kurulan TBMM tarafından meşhur “Yüzellilikler” listesine girerek yurt dışına sürülür. 1938 yılına kadar tam 15 yıl Halep ve Beyrut’ta sürgün hayatı yaşar. Ama Refik Halid Karay bu sürgün döneminde de boş durmaz ve gazetecilik yapmaya devam eder. Genel af kanunuyla yurda dönünce politik tavrını bir kenara bırakarak kendisini tamamıyla yapıtlarına adar. Halep ve Beyrut sürgünlerindeki günlerini öyküleştirerek, Gurbet Hikâyeleri adlı ikinci öykü kitabını yayımlar. İlki kadar olmasa da bu da büyük başarı kazanır. Sonrasında birçok roman ya- zar ancak ne kadar iyi romanlar yazarsa yazsın Refik Halid Karay, hep “Kirpi” takma adlı hicviyeleri ve Memleket Hikâyeleri adlı öykü kitabıyla anılır. Nitekim, daha yaşadığı dönemde (1949) yayımlanmış bir edebiyat tarihinde de buna vurgu yapılır: “Refik Halid, romanlar, tiyatro eserleri yazmayı da tecrübe etmişse de bu yazılarında ne hadiseleri tahlil eden mizahi yazıları, ne de hikâyeleri derecesinde muvaffak olmuş sayılmaz,”3 denir.

Memleket Hikayeleri

Refik Halid Karay dendiğinde akla gelen ilk yapıt olan Memleket Hikâyeleri, aynı zamanda Türk edebiyatının da en önde gelen öykü kitaplarından biri sayılmaktadır. Yayımlandığı yıldan (1919) beri tazeliğini koruyarak günümüze kadar gelen bu yapıtta toplam 18 öykü yer alır. Öykülerin büyük çoğunluğu sürgünde bulunduğu yıllarda yazılmıştır. Dolayısıyla ilk dikkati çeken şey, kasaba insanını tasviridir. Zira o döneme kadarki hiçbir yapıtta köy ve kasaba insanı bu derece derinlemesine ele alınmamıştır. Devrinin en etkili profesörlerinden ve şairlerinden olan Sabri Esat Siyavuşgil, “Bana o hikâyeler, bugün, Anadolu’nun insan ve cemiyet hayatı hakkında yazılmış ve yazılacak en azametli psikoloji ve sosyoloji eserlerinden daha etraflı, daha derin, daha dolu ve daha gerçek geliyor. Öyle sanıyorum ki bu hikâyeleri okumadan Anadolu’yu anlamanın, anlamaya çalışmanın imkanı yok,”4 diyerek hikâyelerin kudretini özetliyor.

Gerçekten de okunduğunda görülecektir ki öykülerde yer alan her bir karakter, gerçek hayata olabildiğince yakın çizilmiştir. Özellikle “Yatık Emine” adlı öyküsü, başarılı çerçevesiyle filme de uyarlanmış ve diğer öykülere nazaran daha öne çıkarılmıştır. Öykülerde karakterlerin gerçekçiliği yanında, köy ve kasaba hayatı da gerçekçi tasvirlerle okura sunulmuştur. Mesela Türk edebiyatında fabrika-işçi-patron ilişkilerindeki sorunlar, ilk defa bu öykü kitabında ele alınmıştır. Ayrıca Refik Halid Karay, diyaloglarda bazen şive farklarını da gözeterek, kahramanlarını İstanbul Türkçesinden uzaklaştırır.

Haliyle bu da metnin gerçekçiliğini arttıran bir unsurdur. Cümleleri genellikle kısadır; bağlaçlar, edatlar gibi uzun cümlelerin olmazsa olmazı onun öykülerinde yer almaz. Onun bu süsten, yapmacıktan ve gösterişten uzak dili, başta “Sade Lisan” akımı yazarları olmak üzere, kendinden sonra gelen pek çok yazarı etkilemiş ve onları da benzer üslubu kullanmaya teşvik etmiştir.

Refik Halid Karay’ın öyküleri, “Maupassant tarzı” da denen olay öyküsü türündedir. Bu öykülerde kahramanların psikolojik dünyasına, olaylar karşısındaki tutumuna pek değinilmez. Olaylar sadece dış görünüşleriyle verilir. Hemen hemen tüm öyküleri mekan tasvirleriyle başlar. Onun öncelikli amacı, kahramanları bir mekanda resmetmektir, onların yerini çizmektir. Refik Halid Karay, “Yatık Emine” dışında hemen hemen tüm öykülerinde bu düstura uyar. Yalnızca “Yatık Emine” adlı öyküsünde, kahramanların ruhsal dünyasına az çok değinmiştir. Yine bütün öyküleri kronolojik çizgide ilerler: Giriş, gelişme ve sonuç.

Ancak onun öykülerinin çok önemli bir farkı var; beklenmedik sonlar… Refik Halid Karay’ın bazı öyküleri, öykülerdeki sıra dışı finalleriyle meşhur O’Henry’yi akla getirir. Tıpkı onun öykülerinde olduğu gibi, Karay’ın bazı öyküleri de (mesela “Sarı Bal”) beklenmedik şekilde sonlanırlar. Dolayısıyla Karay, öykülerinde kurguya da önem verir.

Toparlayacak olursak Refik Halid Karay, kuşku yok ki Türk edebiyatının en büyük isimlerinden biridir. Romancı, denemeci, eleştirmen, gazeteci, mizah yazarı, tiyatro yazarı, öykücü ve politikacı gibi pek çok sıfatı barındırsa da edebiyat tarihçilerimizce öykücü yanı öne çıkarılmış ve bu türün edebiyatımızdaki önde gelen isimlerinden biri sayılmıştır. İstanbul Türkçesini gösterişten uzak kullanım biçimiyle de dilimizin en usta yazarlarından kabul edilmektedir. Yazımıza dostu büyük şair Halit Fahri Ozansoy ile başlamıştık ve yine onun Karay’ın ölümü üstüne söylediği sözleriyle noktalayalım: “Ne kadar üzgünüm. Gözümün önünde onun o dost çehresi ve kulaklarımda sanki yine işitir gibi olduğum o biraz sert, biraz madeni sesi. Fakat o ses, sonra, birdenbire yumuşar, öyle tatlılaşır ve gözleri öyle bir çocuk saffeti ile insana bakardı ki… Candan bir bakıştı o.”5

Dipnotlar___

  1. Edebiyatçılar Geçiyor, Halit Fahri Ozansoy, Türkiye Yayınevi, İstanbul/1967, s. 259.
  2. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Nihat Sami Banarlı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul/1971, s.1205.
  3. Türk Edebiyatı Tarihi,Hıfzı Tevfik Gönensay,Remzi Kitabevi,İstanbul/1949, s. 240.
  4. Edebiyatımızda Seçme Hikâyeler, Refika Taner – Asım Bezirci, Gözlem Yayınları, İstanbul/1981, s. 36.
  5. Edebiyatçılar Geçiyor, Halit Fahri Ozansoy, Türkiye Yayınevi, 1967, sayfa 262.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 15.sayısında yayınlanmıştır.