Feridun Andaç

Gelecek İçin (1986) adlı romanı, Namık Doymuş’un edebî yolculuğunda kendi yolunu çizmek üzere yaptığı iyi bir başlangıçtı bence. Öyle ki, edebiyatımızın 1940’lardan beri süregelen gerçekçilik anlayışına yeni bir bakışla soluk aldırdığını söyleyebilirim. Neydi bu derseniz? İnsanı anlatmadaki yalınlık ötesi bir “sahih”lik bakışıyla anlatıcı bilincini netleştirme. Yani, bir anlatıcı olarak neyi/niçin anlattığını bilmenin yanı sıra ele aldığı sorunu/insanı bir yerde/durumda temellendirirken toplumsal hayattaki yerini/duruşunu da doğru anlatmayı öncelemesidir.

Romancı olarak bir soruna bakış biçimi kadar buna anlatmanın, anlatıp yansıtma yordamının bilincinde bir anlatıcı olarak karşımıza çıkmıştı Doymuş. Öyle ki, ardından Sevgiyi Yaşamak (1990), Aşklar ve Arkadaşlıklar (1992) romanları geldi. İlkindeki göç ve sürükleniş öyküsü bu kez bir kuşağın dramını anlatmaya yönetti onu. Ama gene kendini sürüklenişin bir parçası kılarak yaptı bunu da Doymuş. 2000’ler, onun da romancılığında ayak değiştirmesine neden oldu. Tarihi/tarihsel olana yöneldi. Bu bağlamda yazdıkları elbette kayda değerdi. Tarihi romana değil, romanı tarihe yaklaştırdı. Yani, o, hiçbir zaman “tarihî” roman yazıp tarihi anlatmak istemedi. Tarihseli konu edindi yalnızca. Bu anlamda yazdıkları önemlidir. Ülkenin siyasal/toplumsal/ekonomik ve kültürel yapısının neden niçinlerini sorgulamada dönebileceğimiz yerin geçmiş olduğunu da hatırlatmak niyetiyle yazdığını söylemeliyim.

Bu temadaki ilk romanı Zafer Vaat Etmeyen Topraklar (2003), Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı (1402) yenilgisiyle başlar. Cesaretin Ötesinde (2004), İsyan İsyan (2007), Fetret Savaşçıları/Devletin Sahipleri (2008) Osmanlı’nın Anadolu’da tutunma öyküsünü anlatır. Bu roman dizisiyle Doymuş; yaşanan tarihi gerçeklikleri görmeden, geçmişi anlamadan ne bugünü kurmak ne de geleceği tasarlamak mümkündür demektedir adeta. Yazarın “Fetret Savaşçıları” dörtlemesi adını verdiği bu roman dizisi eminim ki tarihseli anlama/anlatmada yeni bir dönemeç romancılığımız için. Romancının bunların ardından yazdığı iki tarihsel anlatı ise bir bakıma bu romanları yazarken edindiği bakışın/birikimin yansımasını içermektedir: Osmanlı İmparatorluğu’nun En Karanlık Yılları: Fetret Devri/Yeniden Kuruluş Tarihi (2009), 130 Yıllık Zorlu Yürüyüş.

Evet, romancının bugünü anlamak için yola çıkma öyküsünde yüzünün tarihe dönük olması, tarih bilinciyle yazması kaçınılmaz. Başa dönersek; Namık Doymuş, Gelecek İçinde ve ardılı üç romanında köyden kente göç olgusuyla 1968 Kuşağı’nın öyküsünü buluşturup anlatıyordu. Bu kez, son romanı Unutuluş’ta (*) bu göç olgusunun ötesine geçerek, burada anlattığı insan/lar/ın öyküsünü Avrupa’ya taşır. Uzunca süre Almanya’da yaşayan Tarhan Baykut’un İstanbul’a dönüşü, burada geçirdiği dokuz günün öyküsünü romanına konu edinir. Doymuş, burada da, ülkenin yaşadığı erozyonu anlatır aslında. 1970’lerden günümüze uzanan bir yozlaşmanın kılcal damarlarını resmeder. Romanın ana kahramanı Tarhan Baykut’un öyküsündeki tutunamama hali, dönem aydınının bir hastalığıdır. Bunu var edenleri iyi gözleyen romancı, oradan, bir dönüşle başlayan çözülmeyi; o çözülmeye katılan insanların savrulmasını geçmiş ve bugünleriyle yansıtır. Kahramanı adım adım izleyen geçmiş, her adımda onu hiçliğe itmektedir. Dünün ağır yükü onu öylesine bir sürüklenişe iter ki; kentin o kaotik yapısında silinip yiter Tarhan Baykut. Savrulmanın getirdiği acı, katmanlaşarak onun bütün ruhuna sinmiştir. Tükendiği noktada ise yanında yöresinde artık hiç kimse kalmamıştır. Yaşadığı kimlik parçalanması, yitirilen aidiyetin sanrısı, bir yerde olamamanın halleri öyküsünü biçimler…İhanet ve yalan, benliğini yitiriş neredeyse onun dünyasının virüsüdür.

Namık Doymuş, burada, “yeni zaman”/ “yeni Türkiye” gerçeğinin nasıl mayalandığını gösterir bizlere. Sürüklenerek gelen bir hayatın/birçok gerçeğin tanıklığında bunun izlerinde buluruz. Unutuluş , yaşanan zamana tanıklık eden bir romancının aydınlık bakışını, roman yolculuğunun yeni bir sesle vardığı yeri anlatmaktadır bize.

Arka Kapak dergisi 12. sayı