H. Handan Arıkan

Yıllar önce Truman Capote’nin Soğukkanlılıkla romanını okuduğumda, ki bu kısmen bir otobiyografik roman da sayılabilir, yazara pek çok açıdan hayranlık duymuştum. Beni hikâyesinin zenginliğiyle suçun ve suçlunun yüzeysel doğasından alıp tamamen yabancı ama bir o kadar aşina olan temeldeki insan olma durumuna götürmüş, anlatıcı olarak elimden tutmuş, kendisiyle birlikte “yargılamadan anlamaya” çalışmanın o uzun ve çetrefilli yolculuğuna çıkarmıştı. Elbette bu bir suçu ve suçluyu aklama gayreti değildi, bu bizzat kendimizle yakınlaşma gayretiydi.

Hodbinler’de de aşkı ve aşığı anlamanın yanında yine aynı derdin peşinde gidiyoruz. Bu da beni usta işi bir roman okuduğuma baştan ikna ediyor. Hikâye bizi kendimizle, öznelliğimizle yüzleştirmiyorsa, suç veya aşk, tema ne olursa olsun kurgunun taşıyıcı kolonlarından öte bir anlamı yoktur. Dolayısıyla her zaman rastlayamadığımız türden, hayat, edebiyat ve öznelliğimiz hakkında bize soru sorduran, düşündüren bir romanla karşılaşmak “yeni çıkanlar”ın klostrofobik ortamında taze ve derin bir nefes almak gibi.


Hodbinler
Saruhan Doğan
Hayykitap

Hodbinler ilk olarak ismiyle dikkatimi çekti; “hodbin” kelimesini, itiraf ediyorum epey ilerlemiş yaşımda Ahmed Hamdi Tanpınar okuduğumda dağarcığıma katmıştım. Daha o zaman özellikle fonetiği ile sevdiğim kelimeler arasında yerini aldı.

Yazar Saruhan Doğan bu kelimeyle doğrusu ne yapmıştı ilk merak ettiğim o oldu, romanda ilerledikçe anladım ki hodbinler bize belli bir zaman diliminden sesleniyormuş gibi dursa da daha kapsayıcı, daha insana dair bir işaret. İnsan olma hallerimizin kelimelerimizin, üslubun, edebiyatın ve sanatın değişmesine rağmen aynı kalışına bir gönderme.

Roman, Üstad Efgan’ın ilk dönem modern Türk edebiyatının kendine has, hülyalı ve bir o kadar ağdalı cümleleriyle açılıyor. Anlatıcı günümüzden araya girerek hayranı olduğu, Türk edebiyatında büyük iz bırakmış bu usta yazarın izinden gitme isteğiyle âdeta yanıp tutuşuyor, kendi ifadesiyle “hiç sıkılmayan, bu biteviye işte yaradılışının ve varoluşunun sebebini bulan zanaatkâr gibi (…) üstadın var ettiği bu üslubu devam ettirmek” istiyor. Aslında belki de kendi “yaradılışının ve varoluşunun” anlamını yazmakla bulacağını ya da unutacağını umuyor. İşte bu açılışla birlikte iki paralel dünyaya adım atıyor okur. Saruhan Doğan, okuru bu iki dünyada son derece ustalıkla, pürüzsüz bir şekilde misafir ediyor. Üstad Efgan’ın Mihrabad’da Hodbinler romanı ile anlatıcımızın romanı Hodbinler birbiriyle bir aşk hikâyesi etrafında kesişiyor. Yazar bize sürreal bir kurgu içerisinde ancak son derece gerçek bir deneyim yaşatıyor. Metakurmaca, aşina olduğumuz ifadesiyle “roman içinde roman” gibi zor bir tekniği son derece doğal ve hatta eğlenceli bir şekilde kotarmayı başarıyor.

Hodbinler büyük bir aşk hikâyesi etrafında şekillenmiş. Bu romanda karakterlerimiz Halis’in A’ya, Saci’nin Nazlı Hanım’a olan saplantılı ve hatta bencilce sayılabilecek aşkının ötesinde, yalnızca kendi başına aşkın çok katmanlı dünyasına da bir gezinti yapıyoruz. Kendini sorgulatan, insanı, hayatı, hakikati düşündüren, ısrarla ve hep kaçtığımız sıradanlığımızla yüzleştiren aşk, varoluşun olduğu gibi bu romanın da tam merkezinde.

Aşkı dert edinmişken, anlatıcımızın dediği gibi, “İnsan ruyalarını hakikat zanneden garip bir mahluktur. O vakit bu garip mahlukun hakikati de ruya zannetmesine şaşmamak icab eder.” İşte tam da böyle Hodbinler romanında aşk bizi gerçeğin içinde rüya, rüyanın içinde gerçekle karşı karşıya bırakan bir ayna aynı zamanda. Metakurmacadan ziyade bu iç içelikle romanda insanlık durumlarımızla; kıskançlığımız, rekabetimiz, şefkatimiz, umursamazlığımız, anlam ve anlamsızlık sancımız belki en çok da bencilliğimizle incelikli ve sahici bir şekilde yeniden tanışıyoruz. 

Arka Kapak dergisi 34. sayı