Çağatay Yaşmut

Ahmet Mithat Efendi, Necip Fazıl Kısakürek, Halide Edip Adıvar ve Nazım Hikmet gibi birbirinden tamamen farklı görüşlere sahip büyük edebiyatçılarımızın bir kısmı geçim derdiyle para kazanmak için polisiye öyküler kaleme alırken, bir kısmı da polisiyenin o muamma içeren ve insanı her daim merakta bırakan kurgusunun cazibesine kapılarak polisiye eserler kalem aldıklar.

Türk polisiye edebiyatı Ahmet Mithat Efendi’nin yazdığı Esrar-ı Cinayet romanından itibaren, atmışlı yıllara kadar çok hızlı yol katetti. Büyük edebiyatçı olarak tanıdığımız pek çok yazarımız polisiye eserler verdiler. Cingöz Recai, Fakabasmaz Zihni, Amanvermez Avni bunlardan birkaçı. Fakat bu hızlı ivme, atmışlı yıllardan sonra yavaşlamaya başladı. Ülkenin siyasi hayatındaki değişmeler, kutuplaşmalar polisiye edebiyatı geri plana iterek toplumsal gerçekçiliğin yükselmesine neden oldu. Yazarlar taraf oldukları ideolojilere göre toplumsal romana yöneldiler ve polisiyeyi unuttular. Doksanlı yıllara gelindiğinde, askeri baskının azalması ve ekonomik toparlanmayla birlikte polisiye roman uykusundan uyandı. Günümüze kadar geçen sürede polisiye edebiyat eski hızını yakaladı ve geçti. Başta Ahmet Ümit, Osman Aysu, Celil Oker olmak üzere pek çok yazar polisiye yapıtlar verdiler ve halâ vermeye devam ediyor. Bugün yaklaşık atmış beş üyesi olan Türkiye Polisiye Yazarları Birliği kuruldu ve dernekleşme yolunda ilerlemektedir.

Türk yazarların yaklaşık 130 yıldır yerli polisiye roman ürettiklerini düşünecek olursak şu an gelinen noktayı ve üretilenleri yeterli bulduğumu söyleyemem. Bugün dünyada binlerce polisiye roman yazılıp yayımlanmakta. Milyonlarca kişi polisiye roman okuyor. Ülkemizde ise, her yıl yayımlanan romanların sayısı ve çeşitliliği arasında, polisiyeler halâ sınırlı sayıda. Fakat kanımca, çoğu eleştirmenin ön yargısına ve dudak bükmesine rağmen polisiye romana olan ilgi artacaktır. Niye mi? Çünkü günümüz kapitalist dünyasının insanı, gerek ekonomik gerekse siyasal sorunlardan bunaldığı için kaçmak istiyor. Polisiye romanlar sayesinde sanal bir dünyaya adım atıyorlar. Biraz detaylandıracak olursak, okur bu şekilde bir cinayet soruşturmasına tanıklık ediyor, bir katilin zihninde dolaşabiliyor, ipuçlarını değerlendirerek dedektifle birlikte katili ortaya çıkarma şansını yakalıyor. Ayrıca, suçun toplumda doğuşunu ve yükselişini gösteren polisiye romanlar toplumsal romanların da işlevini görüyor. Bundan dolayıdır ki, polisiye romanın gücü artacaktır.

Sherlock Holmes gibi üstün zekâlı, erişilmez bir tümevarım makinesi, Baker Sokağı 221B’deki evinin duvarlarının ardında uyuşturucu, meditasyon veya kemanından çıkan nağmelerle ile düşüncelerini toplayan, toplumdan kopuk, kişisel meselelerin ön planda olduğu, analitik çözümlemelerin ağır bastığı, üstün zekanın konuştuğu çözümlemelere dayalı polisiye yerine, toplumsal sorunların ön planda tutulduğu, suçun sosyolojik sebeplerinin başarıyla ortaya konulduğu ve karakterlerin az da olsa psikolojik derinliklerinin yansıtıldığı polisiye romanları yeğliyorum. 

Arka Kapak dergisi 28. sayı