Feridun Andaç

Dostoyevski anlatıcılığı bir bakış, düşünüş ifadesi değildir yalnızca. Ruh yalnızlığının derinlikli anlatımıdır. Bunu da yapıtının/yaratıcılığının odağında duran Yeraltından Notlar’da (1864) buluruz. Bunun alt/arka metni Beyaz Geceler’dir (1848).

Kafka Dönüşüm’ü 1915’te yazmıştı. Yakup Kadri Yaban’ı 1932’de, Kemal Bilbaşar Denizin Çağırışı’nı 1941’de, Camus Yabancı’yı 1942’de, Sait Faik Lüzumsuz Adam’ı 1947’de, Yusuf Atılgan Aylak Adam’ı 1959’da, Oğuz Atay Tutunamayanlar’ı 1972’de yayımladı.

Tüm bu anlatılara baktığımızda “uyumsuz yaşama”nın izlerini/yansılarını görmekteyiz. Peki, nedir uyumsuzluk/tutunamama halleri? Birey olma durumunun varoluşsal sanrısı diyebiliriz kısaca. Camus, bunu, “varolmanın uyumsuzluğu”ve yitirilmişliğin sanrısı olarak açıklar. Şunu da der; “Uyumsuzluk duygusu, her sokağın dönemecinde her adamın yüzüne çarpabilir.” Beyaz Geceler’in yalnız adamı “hayalperest” öyle biridir. Hatta Lermontov’un Zamanımızın Bir Kahramanı’nın (1840) Peçorin’i de öyle birisidir.

Dostoyevski, yeryüzü cennetinde insanın cehennemini anlatır. İnançlıdır. Ama o “katastrofik” (kötü/felaket) dünyanın nereden/nasıl kaynaklandığını da bütün yanlarıyla göstermektedir.

Dostoyevski, yapıtlarında kendini (yeniden) yaratmıştır. Bunun ne/nasıl olduğunu görebilmek için hiç de yan okumalara gerek yoktur bence! Gene de ilk elden tanıklıklar birtakım ipuçları verebilir. Örneğin, genç eşi Anna’nın günlükleri ve anıları bu anlamda iyi bir gözlem/tanıklık verisidir. Elbette Dostoyevski üzerine diğer yazılanları da (Henri Troyat, Joseph Frank, Edward Hallett Carr, Nikolay Berdyaev, André Gide, Mihail Bahtin, vb.) okuyarak ona/yapıtına ulaşabiliriz. Gene de, Dostoyevski’nin yaşadığı zamanın ağrısını görerek /duyarak/hissederek anlatan biri olduğunu bilerek okumak için bu tür yan okumalar zaman zaman kaçınılmaz gibi gelir bana.

Onda, insana doğru yürüme, çağının ruhunu anlama bilinci yüksektir. İnsanın içindeki zindanı anlatır çünkü. Her bir anlatısında insanın arayışındadır, toplumun çözülmesi, çürümesi, hiçlenme sanrısının nereden nasıl kaynaklandığının aynasını tutar yüzümüze âdeta.

Rene Girard bu yanlarının altını şöyle çizecektir: “Dostoyevski’de saltık arayışı boşuna değildir; iç sıkıntısı, kuşku ve yalanla başlayıp, kesinlik ve sevinçle biter. Yazar kendini herhangi bir değişmez özle değil, belki de başyapıtlarının en büyüğünü oluşturan o heyecan verici yolculukla tanımlar. Bu yolculuğun aşamalarını görebilmek için, Dostoyevski’nin yapıtlarını tek tek karşılaştırmak ve birbirini izleyen ‘bakış açıları’nı açığa çıkarmak gerekir.” (*)

1854 onun hayata ve edebiyata dönüşüdür. Hapisten çıkmıştır. 1856’da Sibirya’da askerlik görevini yapacaktır. Mariya Dimitriyevna ile evlidir. Ona duyduğu sevgi ve acımanın kökenleri ta ilk anlatılarında benlik sanrısı yaşayan kahramanlarına özgü bir yakınlık ve bakış içerir.

Başlayan ve Süren

Dostoyevski’nin Gogol’ün etkilerinde edebiyata başladığı bilinir. Özellikle de okuduğu Müfettiş (1836), Ölü Canlar (1840) onu derinden etkilemiştir. İzlediği “Anavatan Yıllıkları” da bu etkinin kaynaklarındandır. Gogol’ün grotesk figürleri ilk dönem anlatılarında onun çekim odağındadır. Çevrenin yıkıcı etkilerinin bireydeki yansılarını anlatır. Bu anlamda “öteki kişilik” Dostoyevski anlatısının nirengi noktasında durmaktadır. Bu başlangıçtan beri öyledir: İnsancıklar (1845) ve Öteki (1846) anlatıları garip/hayali, öteki kişilik figürünü yansıttığı yapıtlar olarak karşımıza çıkarken, aslında Dostoyevski’nin anlatıcı sesinin ibresini de gösterir. Bu anlamda Yeraltından Notlar’a kapı aralayan, bu anlatılarıyla Beyaz Geceler’dir.

1849, yaşamında bir kırılma noktasıdır. Edebi çalışmaları kesintiye uğrar. Omsk’taki sürgün/hapislik deneyimi ona çok şey kazandırmıştır. Ama sürgün öncesi döneminin bu yapıtlarında “ana anlatı”sının tözü oluşmuştur: Bireyin yaşadığı çevreyle iletişimi/yolculuğu, oradan yansıyanlarla biçimlenen duygu durumu.

On yıl sonra Petersburg’a dönen Dostoyevski’deki dönüşüm belirgin biçimde düşünce dünyasına, yapıtlarına yansır. Rusya reformlar arefesindedir, siyasal karmaşa sürmektedir. Dostoyevski bu ortamda yazar ve gazeteci olarak etkindir. Rusya değişim istemektedir. Ama nasıl? O da bunu sorgulayanlar safındadır. Ama halkın yanındadır. Batı ile yüzleşmesi onu bir biçimde etkiler.

1862’de ilk kez Avrupa’ya yolculuk yapar. 1863’de de Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları’nı yazar. Ardından da Yeraltından Notlar gelmektedir. Ki bu, yapıtlarına dinsel boyutu yansıtmadan önceki anlatısıdır. Burada yarattığı kahraman/bireyin nitelikleri:

  • Küçük burjuva> ezilen konumu> kuşkuları/bağımlılığı/eylemsizliği
  • Petersburglu bir memur
  • “Ne Yapmalı?” anlatısını eleştirel bir gözle okumuştur> sığındığı hayal dünyası
  • Anti-kahraman kimliği
  • İçedönüklük bilinci>yeraltına çekilme/benliğini yalıtma

Bu anlamda Dostoyevski romanlarını YAZAR/KAHRAMANI ekseninde okumalı derim. Yazarın ne dediği, demek istediği tümüyle burada yatmaktadır. Her bir kahraman, yazarın yansıtıcı bilincidir. Bu anlamda bir uyumluluk söz konusu; ben ile dünya arasında bir ortak sestir o yeraltı kahramanı; dinsel çilecilik/eleştirel alaycılık/varoluş korkusu Dostoyevski’nin saltık inancıdır da. Yeraltından Notlar’ın bu başat izlekleri aslında Suç ve Ceza (1866) romanına da yansır. 1865’te Weisbaden’de bir otel odasında romanı yazmaya başlar. Parasızdır. Aşırı yoksulluk, vicdan azabı, kuşkulu inançlar/düşünceler ve “ezilen insanın yenilgisi” romanın arka planının ana izlekleridir. Dönemin ruhu/görünümü bu yapıtına yansır. Ama yazarın da ruh hali/gerçekliği anlatının ayrılmaz bir parçasıdır aslında.

Raskolnikov, anti-kahraman döngüsünü kırar. Suça yönelme nedenlerindeki toplumsal itki/baskı, suçu işleyerek ruhunu cezalandırma düşüncesi romana yalnızca felsefi bir söylem olarak yansımaz; dönemin ruhu, tarihsel gerçekliğinin ortaya çıkardığı bir dürtüdür. Yani bunun birey üzerindeki etkileri. Bir bakıma toplumun işleyişini de görürüz orada.

Dostoyevski eleştirisinin tözü bir yanıyla sisteme, diğer yanıyla da getirilmek istenen anlayışadır. O, orada karakterin öyküsünü kurup var ederken onun üzerinden bir sistem/düzen eleştirisi de getirir. İnsanın sıkışıp kalmışlığını var eden gerçekliğin öyküsüdür bir bakıma anlatılan. Roman bu anlamda çok katmanlıdır.

Bunu da şöyle gözleriz romanda: Dostoyevski, bir giriş yapıp nedensellik bağı kurduran hazırlayıcı bölüm yazmaz. Yani, “şu şu nedenle oldu” veya “oluyor” demez. Bir dizi olayı ardı ardına anlatır:

  • Roskolnikov’un cinayeti
  • Marmeladov’un ölümü
  • Katerina İvanovna’nın evindeki cenaze töreni
  • Kadının ölümü
  • Svidrigaylov’un intiharı…

Bunlar rastlantısallık olarak algılanıbilir. Ama dönüp ön-öyküleri anlatılan kişilere baktığımızda, bilinç yansımalarında sürüklenişi görürüz. Cinayetin neden/niçinleri hazırlayıcı süreç olarak yorumlarla dillendirilir aslında.

Bahtin’in imlediği “çoksesli roman” gerçekliğini Dostoyevski romanının biçimsel örgüsünde gözleriz. Yarattığı karakterlerin gerçekliğinin yansımasında birbirleriyle kurulan ilintide ayrıca onların öyküleri ve karşılıklı diyaloglarında beliren yer/zaman/olay/konu gerçeğine bakış/yorum ve yazar-anlatıcının bunları sunuş-anlatış biçimi belirleyicilik kazanır.

Romanın anlatımına sinen bir diğer boyut ise, Dostoyevski’nin bir bakıma “üstgerçeklik” olarak kullandığı “rüya”dır. Klaus Stadtke, bunun altını çizer: “Gerçekten de hayaller romanda, yazarın önemli mesajlarını aktaran bir çeşit üstgerçekliğe dönüşmektedirler.”

Dostoyevski romanının en temel özelliği roman sınırlarını aşan çoksesli bir yapı kurması, düşünsel bir temel oluşturmasıdır. Bunu, Bahtin, “yeni bir sanatsal dünya modeli” olarak nitelendirir. “Temel yenilik”ten söz eder. Yapıtlarının “bütünü arasındaki/içindeki organik bütünlük”ten.

Kuşkusuz her bakış Dostoyevski ‘nin bakıp yansıttığı dünyayı aydınlatır. Orada bir çağa/zamana bakışla birlikte toplumsal hafıza vardır:

  • Çağının ruhu/algısı
  • İdeolojik sorunlar
  • İnsanın duyuş/yaşayış biçimi
  • Oluşagelen tarihsel sürecin işaretleri
  • Yaşanan mekânın yansısı
  • Çoklu anlatıcı kişiliğin kim/ne olduğu, nasıl yaşadığı
  • Romanlarında çizilen tiplerin (Raskolnikov, Mişkin, Stavrogin, İvan Karamaov) gerçekliğindeki hayat ve sorunlar
  • Bunların her birinin yansıttığı görüş, sunduğu/yaşadığı hayat ve her birindeki Dostoyevski’nin sesi…

Sanırım Dostoyevski’nin bu yanını da ayrıca ele almak gerekecektir. 

___

(*) Dostoyevski Yeraltı İnsanı, René Girard; Çev.: Orçun Türkay, 2014, Everest Yay., 104 s.

Arka Kapak dergisi 27. sayı