Feridun Andaç

maxresdefault

Cahit Zarifoğlu’nun şiirinin söz yatağında biriken her düşünce/duygu yaşanan zamanın ruhuna dönük bir anlam taşır. Başlangıçta bir “ileti” gibi gelir her sözü. Çiçeklenen zaman/ın aralığından sızan ışık, unutulan bakış, beklenen ve özlenene çağrıdır her biri. Düşteki seyir, yaşamdaki gerçeklikte dile, söyleyişe dönüşüyor. “Kanı gören” insanla, aşktan ve ölümcül yaralardan geçen “adam”ın yolculuğuna çıkarır sizi ilkten. Taşınan söz, her zaman akacak bir düş/düşünce ırmağı arar onun şiirinde. Yedi Güzel Adam (*) belki de bu yüzden ayrıdır, ayrıcalıklı ve ayrıksıdır onun şiirsel yolculuğunda. Şairin poetik duruşu/bakışı da en çok oradadır.
İnsan ömrüne dair edebildiği/kurabildiği söz ırmağı kendi topraklarından alır gelir kaynağını.
Güneşi tez gördük dağlarda
Ormanın ay çiçeği gibi uyanan hayvanlarıyla
İlk iş gövdemizin acıktığını anlamak oldu
Gittik kokladık ekmeğimizi tarlalarda

O gün gezdim seni ellerimle
Söyledin: Geniş vuruyor yüreğin

Ülkeye tez giden ayaklarımla varıyorum
Kanım temizliği seven bir kolla atılıyor durmadan
Yıkanmış, güneşte yeni kurumuş çarşaflar gibi (Yedi Güzel Adam)
Şairin sözü her dem içlidir, imgelemlerle bezelidir. Ama bir o kadar da “yaşamsal hakikat”a dönüktür yüzü. Susarak konuşan bakışla yürümektedir acıya, umuda, öfkeye doğru. Örterek anlatan anlatıcı şiirindeki imge yoğunluğuyla anlatımcılığı yeni bir sesle buluşturur:
Dağ ağaçsız ve yalnızca
Gökle alıp veriyordu
Adam küçük bir kaya düzlüğünde
Toprakta mağra içinde mağra kapısında
Kaynak başında kuru yamaçta
Dururdu
Eğilip alnını
Yaydıkça yere iki elinin arasına
Göksü çatırdayarak eğilir
Parçalanarak doğruldukça
Dağ cezbelenir. (Yedi Güzel Adam)
Dünyaya bir bakış ötesi sözü olan, oradan hayatın en kırılgan zamanlarına bakan şair; yer yer Rilke vari bir sesi yakalar. Ama kendi dilinin tınısı, yaşamsal gerçekliğin sesiyle yapar bunu da:
Halk aşksızsa sokaklar
banka dükkânlarıyla doludur
ellerimi kâlb olmayan sularla
ıslanmaya alışır o kızlar
(…)
Her şey onlara göre-yamandırlar
Ansızın melek bekliyorum eski türk ezgileriyle
Senin asya’dan hiç yontmadan zarif bir cep saati yapışın
Asya Asya ve Asya diye yalvarışın
Sana ansızın alınyazımı ve kendimi ekliyorum. (Ben Dirimle Doğrulurken)
Geçişlerde Bir Şair/Anlatıcı
Sürekli geçişlerdedir şair. Zaman/vakit o geçiş sürekliliğinin göçünü yaşayan insanın ezinçlerini yansıtır. “Yüzüm aydınlık bakar elemlere / Yangın yerlerine,” derken; sabrın ve zamanın ufkuna süzülen bağlanışları dillendirir. Bir dil/düş/inanç/bağlanma kazıcısıdır Cahit Zarifoğlu. Şiirinin haritasına yansıyan bu imgelerin dilini taşıdığı Yaşamak adlı günlüğü (**) başlı başına onun poetik çizgisinin duyarlık alanlarını açar bize.
“Ne çok acı var” diye başladığı ilk sözünün ardındaki o kapalı evren sizi yaşam/zaman labirentlerine yöneltir. Başlı başına bir anlatıdır Yaşamak. Şairin gittiği yollar, geçtiği bakış, zaman devşirmelerini içerir. Çizgisel hayatın en derin yerlerine iner; kuyulara, görünmez efsunlu yerlere uzanır. Saklı duyguları fanustan çıkarır. Onun imkânsıza tutunan bakışı yarattığı dil sığınaklarında nefes alır adeta. Zarifoğlu, farklı bir günün güncesini kayda geçmek derdindedir. İçsesinin yolu/yönü de bunu bir bir anlatır bize. Andığı yerler menzil işaretleri gibidir. Tarihler ise zaman barikatları olarak çıkar karşımıza.
Hayat bir yolculuktur. Dönüşler, duraklar, dönemeçler ve hatırlamalarla yüklü bir yolculuk. Her söz, tümce zaman düzlükleri yaratır karşınızda. Alnınıza değen rüzgâr, göz pınarlarınızı dolduran keder gibidir sesinin tınısı. O; “Hudutsuz çöllerin metanetini kelimelerini içinde tutan ve derinden derine o kargaşaya rağmen o esmer adamın söylediğini duydum,” dese de kendi iç sızısında kederini bayrak yaparak yol alan bir söz dervişidir. Zaman geçişlerindeki bakışı bir yanıyla dünyevî, öte yanıyla da mistik bir söyleyişi içerir.
Yazıldığı zamanla yaşandığı zamanı bu denli içselleştirerek anlatan bir anlatıcının yazdıklarını “günlük” deyip, günce hanesine yazmak çok doğru gelmiyor bana. O gezinen/gören/hisseden/düşünen ve giden “adam”ın sesi-bakışı sizi ardına taksa da yer yer düşündürür ve sorgulamalara iter.
Zarifoğlu, buradaki anlatımında yeni bir dil/söyleyiş biçimi yakalar. Bunu adlandırmak gerekirse; yer yer Kafkaesk bir seziş/bakış yüklü anlatımla, Dostoyevski’yi ve Rilke’yi çağrıştıran sese dönüktür söyleyişi. Yer yer de kutsal kitapların arkaik dilinden etkilendiğini gözleriz. Konu çeşitliliği, izlek yoğunluğu; içe işleyen ezgili bakışı hep gezinen bir gözdür. Dinmeyen duygululukla oraya sinenleri anlatır, adeta bir masalcıdır. Hikâye edenle masal anlatanı buluşturur Zarifoğlu. Yer yer bizi bir “yeraltı adamı”nın dünyasında gezindirir.
İtirazı olan söze bağlanmanın bir anlatı dervişidir. Bunu da en iyi dillendirdiği yapıtı Yaşamak’tır benim gözümde. Bir yapı ustası gibi dil/anlatım ustalığına erişmiştir burada. Söz içli/duru olduğu kadar sakınmasızdır da. Uyuyanları uyandıran, yaşama miskinlerini huzursuz eden, cahiliye zamanına tutunarak var olmaya çalışanları mutsuz eden vicdanlı bir sestir Cahit Zarifoğlu.
….
(*) Yedi Güzel Adam (1973), Cahit Zarifoğlu; 2016, Beyan Yay., 133 s.
(**) Yaşamak, Cahit Zarifoğlu; 2004, Beyan Yay., 220 s.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 19.sayısında yayınlanmıştır.