Barış Saydam

2001: Uzay Macerası filmi (2001: A Space Odyssey), Andrei Tarkovsky’nin Solyaris (1972) filmiyle birlikte sinema tarihinin en uzun sürede çekilen filmlerinin başında gelir. 1964 yılında, ünlü bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke’la film üzerine çalışmaya başlayan Stanley Kubrick, filmin çekimlerine ise 1965 yılında başlar. Sırf özel efektleri on sekiz ay süren film, 1968 yılında vizyona girer. Başlangıcından itibaren neredeyse dört yıl gibi bir süre üzerinde çalışılan yapımın temeli Clarke’ın The Sentinel isimli kısa hikayesidir. Ayda, dünya dışı varlıklara ait bir objenin bulunmasıyla şekillenen hikayede, dünyadaki yaşamdan bile önce var olduğu düşünülen bir kristal piramitin keşfi merkezdedir. Kubrick, Clarke’tan dünya dışı varlıklara bir mesaj gönderdiği düşünülen piramit çevresinde oluşturulan kısa hikayeyi merkez alarak, filmle ilgili bir roman yazmasını ister. Filmin senaryosu da Clarke’ın yazdığı kitap üzerinden şekillenir.

“İnsanoğlunun Şafağı”, “Jüpiter Görevi: 18 Ay Sonra” ve “Jüpiter ve Sonsuzluğun Ötesi” başlıklarıyla üç bölüme ayrılan film, insanoğlunun evrendeki yerini sorgular. Tarih öncesi çağlarda geçen ilk bölümde, bir maymun kolonisinin hayatta kalma sürecini gözlemleriz. Belgeselvari çekimlerin birbirini izlediği bölümde, yerde bulduğu kemiği önce beslenmek, sonra da rakibini öldürmek için kullanan bir maymunun gelişimine tanıklık ederiz. Kubrick, çok basit bir biçimde medeniyetin gelişimini gösterir ve sinema tarihinin en muhteşem geçişlerinden birini kullanarak havaya atılan kemikten uzay aracına kesme yaparak diğer bölüme geçer. İkinci kısımda, Jüpiter görevini gerçekleştirmek üzere seyir halinde ilerleyen uzay gemisi Discovery’e konuk oluruz. HAL ismindeki bir bilgisayarın yönettiği gemide, HAL ve mürettebat arasında çıkan tartışmayla birlikte H. G. Wells tarzında bir bilimkurgu-gerilim başlar. Son bölümde ise, geminin mürettebatından Bowman’ın siyah bir monolit gördükten sonra bir yıldız geçidine girmesini izleriz.

Anlamı net bir şekilde belirtilmeyen siyah monolit, filmin kilit noktalarından birini oluşturur. İlk bölümde maymunların anlam veremediği monoliti, Bowman zaman geçidinden geçip kendi yaşlı halini gördüğü sahnede bir kez daha fark ederiz. Monolit, burada insanın evrimini hatırlatan bir obje işlevi görmenin yanı sıra, uzayda kaybolan, zaman geçidinde geçmişi ve geleceğiyle birleşip sadece bilinç düzeyinde varlığını sürdüren yaşam formu için de tutunacak bir dal anlamı taşır. İnsanın dünyaya atılmışlığında ona tutunmak ve varlığını hatırlatmak için gereken kökün uzantısı gibidir. Ama Kubrick’in filmi, insanoğlunun evrimini anlatan varoluşçu bir film olmakla yetinmez. İnsanoğlunun varoluş hikayesi çevresinde oluşan gizemlerin peşine düşerek, bize rasyonalite ile birlikte mistik öğelerin de eşdeğerde olduğu bir serüven sunar.

Filmin bu kadar epik ve görkemli olmasının nedeni, Kubrick’in insanoğlunun ve evrenin gizemini çözme konusunda gösterdiği kararlılık ve meraktır. Bu sayede film de bize cevaplar vermekten çok sorular yöneltir. İlk bölümdeki maymunların hikayesindeki dönüşüm süreci, sonraki bölümde HAL’in en temel bilimkurgu hikayelerinden Frankenstein’e benzer şekilde geçirdiği değişim ve nihayetinde zaman tünelinden geçen Bowman’ın gizemli yolculuğu gibi temel unsurların arkasında insanın temel içgüdüleri yatar. Maymunların geçirdiği dönüşüm açık bir şekilde güç sahibi olma, iktidar, hırs gibi meselelere göndermede bulunurken, HAL’in hikayesi en bildik ve temel komplekslerden birini ortaya koyar. İnsanın kendi yarattığı eserle gurur duyup bir anlamda Tanrı’nın yaratıcılığıyla boy ölçüşme cüreti, burada HAL’in üzerinden ifşa edilir. HAL görünüşte kusursuzdur, insana ait kusur olabilecek her şeyden arınmıştır ama en nihayetinde bir insanın üretimidir. Yaratıcısı insandır. Dolayısıyla varoluş amacı yaratıcısına hizmet etmekle sınırlıdır. Ama filmde, HAL’in kapatılacağını ve bir anlamda “yok olacağını” öğrenmesinden sonra her şey değişir. Her insan gibi, HAL de uzayın boşluğunda kaybolmak, yok olmak ve sonsuzluğa terk edilmek istemez. Burada aslında HAL’in mürettebatla girdiği mücadelenin arkasında tıpkı tarih öncesi dönemde maymunların birbirleriyle verdikleri mücadele gibi tek bir şey ortaya çıkar: Yaşama ve hayatta kalma içgüdüsü… Kubrick, farklı zamanlarda ve farklı mekanlarda geçen hikayeleri Freudyen bir biçimde birleştirerek insan doğasına vurguda bulunur. HAL’in yarattığı kaos üzerinden bilim ve rasyonalite eleştirisine soyunmaktan çok, yapmaya çalıştığı şey insana ait olan doğanın hiçbir zaman değişmeyeceğidir. Bu, zaman ve mekandan bağımsız bir tözdür.

Bu açıdan bakıldığında, Strauss’un Mavi Tuna valsi, Nietzsche ve üstüninsan şeklinde ilerleyen ve insanoğlunun evriminin anlatımı şeklinde yorumlanan bir altmetnin yetersiz kaldığı, dahası fazla angaje bir okuma içerdiği söylenebilir. 2001 Uzay Macerası gibi tarihin ve zamanın farklı dönemlerinde yolculuk yapan bir eserin çizgisel bir ilerleme değil de, Kubrick’in diğer filmlerinde de olduğu gibi döngüsel bir yol izlediğini söyleyebiliriz. İnsan doğasındaki tözün de, bu döngünün merkezinde kaldığını ve döngüye ivme kazandırdığını ifade etmek faydalı olabilir.

2001 Uzay Macerası filmi bu yazıda bahsedilen okumadan da, buna benzer farklı pek çok okumadan da bağımsız, daha doğru bir ifadeyle söylemek gerekirse tek bir okumayla sınırlı tutulamayacak kadar zengin bir yapımdır. Bilimkurgu türünün en önemli eseri olarak kabul görmesinde, insan doğasını tartışması ve insanoğlunun geçirdiği dönüşümü, estetikten hiçbir şekilde taviz vermeden ele alması yatsa da, nihayetinde bütün önemli sanat eserleri gibi en temel meselelerimize ayna tutar. Sinemasal yeniliklerinin ötesinde, filmi hala sinema tarihinin en önemli beş eserinden biri yapan unsur da buradan kaynaklanmaktadır. 2001 Uzay  Macerası geçmişin ve şimdinin olduğu kadar, geleceğin de anlatımıdır.

Yönetmen Stanley Kubrick
Senarist Stanley Kubrick, Arthur C. Clarke
Yapım yılı ABD, 1968