Özkan Ali Bozdemir

Sanatın tanımı ve amacı, geçmişten bugüne hep aynı anlamı taşıdı: Zamana direnebilmek! Bir eserin sanatsal değerini en iyi zaman ifade edebilir çünkü. Tarihte silinmez izler bırakan hemen her sanatçının, özellikle yazarların başarısını da şüphesiz ki yazdıklarıyla yaşadıkları arasında güçlü bir denge kurabilmelerinde aramak gerek. Çağının meselelerini yapıtlarına aktaran yazarlar yalnızca geçmişin değil, şimdinin ve geleceğin de habercisi olurlar.
Yakın bir zaman önce aramızdan ayrılan Vedat Türkali de yaşamı ve yapıtları arasındaki dengeyi iyi koruyabilmiş ve sanatını bu eksen üzerine oturtabilmiş bir yazardı. Toplumcu edebiyatın gelişip büyüyebilmesinde önemli bir rol üstlendi Türkali. Üstelik yalnızca edebiyatımızın değil, sinemamızın da tıkanan yollarını açtı ve eserleriyle sanat tarihimize unutulmaz armağanlar bıraktı. Vedat Türkali’nin sanatı konusunda yorum yapabilmek için öncelikle onun mücadelesine dönüp bakmak gerekir. Film senaryoları, romanları, şiirleri ve yazdığı sayısız makale, Türkali’nin sanatındaki ve yaşamındaki önceliğin ne olduğu konusunda bize yeterince bilgi verecektir. Vedat Türkali için sanat, öncelikle muhalif bir duruşun ve toplumsal kimliğin kazanımı için gerekli olan bir araç. Dolayısıyla edebiyatı ve yaşamı arasında tutturduğu bu denge hiçbir zaman bozulmaz. Yazdığı hemen her eserde birey ve toplum arasındaki uzak mesafeyi en aza indirgemenin ve onurlu bir yaşam sürmenin yollarını arar Türkali. Açıkçası, siyaseti ve politikayı herhangi bir sanat eserinin temeline oturtmak bıçak sırtı bir konu. Çünkü yazar, böyle bir durumda yalnızca siyasetin sözcülüğünü yapmakla yaftalanabilir ve ürettiği eserlerin sanatsal değerleri konusunda kuşkuların doğmasına yol açabilir. Fakat Vedat Türkali böyle bir soruyu düşünmemize fırsat vermeyecek kadar sağlam kurmuştur sanatının temelini.
Romanlarının neredeyse tümünde siyasi bir gerçeklik yer alsa da karakterlerin düşüncelerine eşit mesafede yaklaşarak tek bir görüşün değil, çok yönlü bir bakışın sonuçlarına odaklanır Türkali. Bir Gün Tek Başına ve Güven romanlarının gölgesinde kaldığını, fakat onlar kadar çarpıcı olduğunu düşündüğüm Tek Kişilik Ölüm eserinde, dava arkadaşlarına ihanet eden eski bir sosyalistin duygu dünyasına dahil eder bizi örneğin. Çizdiği tabloda yalnızca ezilenler, tutuklular ve zulüm görenler yer almaz; baskıcıları, ihanet edenleri ve sinenleri de aynı keskin gözlem gücüyle ifade eder Vedat Türkali. Eserlerinin bu denli büyük ilgi uyandırmasında yalnızca toplumsal meselelere yer vermesini değil, gerçek kişi ve olaylara dayanan belgesel niteliğindeki olayları anlatmasını da aramak gerek. Dolayısıyla Türkali’nin romanlarını belgesel romanlar şeklinde yorumlamak sanırım yanlış olmaz.
Vedat Türkali’nin edebiyatımıza kazandırdığı onca eser, aynı zamanda toplumsal tarihimizin ve düşünce dünyamızın da özeti bir anlamda. Türkali’nin 1919-2016 yılları arasında yaşadığı düşünülünce, ülkedeki tüm darbelere, krizlere ve felaketlere tanıklık ettiğini de kabul etmiş oluruz. Dolayısıyla yazdığı her eserde ülke tarihinin geçirdiği dönüşümün izlerine rastlamak mümkün. Vedat Türkali’nin romanları yaşanılan kanlı günleri gerçekçi bir bakışla izlemek ve yakın tarihten ders alabilmek için de iyi bir fırsat aslında. Çünkü bu sayede yalnızca bir yazarın yaşadığı hayatı değil, bütün bir toplumun maruz kaldığı güçlükleri de bütün çıplaklığıyla görebilmemiz mümkün olur. Dolayısıyla Vedat Türkali’nin edebiyatımıza armağan ettiği tüm bu eserler sadece birer roman olmanın ötesine taşacak ve yakın tarihimizin gerçek belgeleri olarak karşılığını bulacaktır. Vedat Türkali’nin edebiyat dünyamıza kazandırdığı bu eserler işte o zaman asıl değerini kazanacak ve unutulmaz bir miras olarak her zaman yaşamımızda yer alacaktır.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 13.sayısında yayınlanmıştır.