Rukiye Şahin

Çocuklara dair hikâyeler her daim ciddi bir okuyucu kitlesine ulaşıyor. Hayatımızın hemen hemen her yerinde bizi bekleyen karmaşa, ancak bir çocuğun seviyesine, sadeliğine çıktığımız zaman yakamızdan düşüyor. O da eğer biraz nasibimiz varsa… Belki de bu yüzden içinde çocukların olduğu hikâyeleri daha çok seviyoruz. Belki minimalizm akımı da sadeliğe, netliğe olan hasretimizden, karmaşaya olan bıkkınlığımızdan doğmuştur.

Benim Adım Leon kitabında Kit De Waal ana kahramanımız olan Leon’un başından geçen ciddi sorunları bile anlatırken telaşsız, sade, naif manzaralar sunmuş. Fakat sayfalarda ilerledikçe kitabın tam bir sessiz çığlık olduğunu anlıyorsunuz. Tıpkı Leon’un karakteri gibi kitabın akışı da sessiz, hızlı fakat daima derine doğru ilerliyor. Bir çocuğun, sesini duyurabileceği kimse olmadığından ağlamayı hiç düşünmediğini görebiliyorsunuz. Bunu fark edince Leon belki de zihninizde kendisine bir oda verdiğiniz kahramanlardan biri oluyor. Bir ilk roman için sahiden başarılı. Böyle naif kitapları kalabalıklarda yalnız bırakmak hiç içime sinmiyor.


Benim Adım Leon
Kit de Waal
Hep Kitap

Kitaptan biraz daha bahsetmem gerekirse ilk olarak ana kahramanımız Leon’un 10 yaşında bir siyahi olduğunu söylemek isterim. Bir de küçük kardeşi var, adı Jake. Onun aksine Jake beyaz bir bebek. Leon’un annesi Carol, Jake’in babasıyla ayrıldığı için büyük bir depresyonun içinde. Eve, Jake’e ve kendisine ancak Leon bakabiliyor. Sorumlulukları arttıkça Leon’un da yaşı büyüyor fakat bunu kimsenin fark etmemesi onun canını sıkmıyor değil. Üst kat komşusu durumu anlayınca sosyal hizmetlerden birileri gelerek Leon’u ve Jake’i koruyucu anne Maureen’in yanına veriyorlar. Sosyal hizmetlerin bulduğu en iyi koruyucu anne Leon’a göre ama Maureen dahil, kimsenin Carol’ı sevmemesine katlanamıyor. Leon’un bütün mücadelesi annesi ve Jake ile birlikte tekrar bir aile olmak. Ama gelin görün ki Jake çoktan bir aileye evlatlık olarak verildi ve Leon’a Jake’in nasıl olduğunu anlatacakları mektup, verdikleri söze rağmen gönderilmedi.

Kardeşi evlatlık verilince kendisinin de Jake gibi bir ailesi olup olmayacağını soruyor ve Maureen ona tüm açık yürekliliğiyle Leon’un pek şansı olmadığını söylüyor: “Çünkü o bebek, beyaz bir bebek. Sen öyle değilsin.” Leon bunu zihin dünyasında bir yere oturtamıyor ilk başta fakat ne zaman ki annesi Carol Leon’u ziyarete geliyor, sanki bir şeyler daha net oturuyor yerine. Carol Jake’i soruyor sürekli, Leon’u alıp gitmekten hiç bahsetmiyor. Jake için ağlıyor. Jake’in fotoğrafını alıp gidiyor. Hem de kardeşinden Leon’a kalan hiçbir şey olmadığını bilerek ve bunu umursamayarak… Bir ara tatilde annesini ziyaret eden Leon annesinin dikkatini çekemeyince Jake’in taklidini yapmaya başlıyor. Tıpkı onun gibi sesler çıkarıyor ve sonra annesine dönüp; “O olabilirim anne, geri dönüp beni alabilirsin. Ben de bazen o olabilirim,” diyor. Sanırım Leon’un içindeki fırtınayı çok net görebildiğimiz manzaralardan biriydi bu.

Benim Adım Leon okurken sizi üzecek bir kitap. Çünkü Leon gerçek bir karakter. Ve gerçek insanların gerçek hikâyeleri bize dokunur. Benim Adım Leon da dokunuyor. Kitabın adı da hayli yerinde bana göre. Zira etrafındaki onca kalabalığa rağmen Leon hayatta tek tabanca. Hayatına dokundukları insanlar için yalnızca bir dönem varolacakken kendisi bu parçalanmış hayatı bir ömür olarak yaşayacak. 

Arka Kapak dergisi 18. sayı