Kürtçe edebiyat ne yazık ki Türkiye edebiyat dünyasında ilgi gören bir konu olmadı bugüne dek. Bu nedenle Türkçe ve Kürtçe edebiyatın karşılıklı etkileşiminden çok, tek taraflı bir ilişki hüküm sürdü. Mehmed Uzun, Fırat Cewerî ve Hesenê Metê’nin kitapları çevrildi ama Kürtçe edebiyatla ilişki bu isimlerle sınırlı kaldı… Bu yaklaşımın değişmesine karınca kararınca katkı sunacağını umut ederek meseleyi Yaqob Tilermenî ile konuştuk. Söyleşide öyküyü odağımıza alarak Kürtçe edebiyatın kapısından içeri girmek istedik. Öykü ve romanlarının yanı sıra Kemal Gündüzalp’in yayına hazırladığı Öykü Yıllığı’na iki yıldır ‘Kürtçe öykü’ dosyasını da hazırlayan Tilermenî ile söyleşimizi e-mail aracılığıyla yaptık.

Söyleşi: Volkan Alıcı

Kürtçe öykü geleneğinin kısa bir tarihçesini anlatabilir misiniz?
Genelde Kürdçe edebiyatın ve özelde de Kürdçe öykünün dayandığı kaynakları, sözlü anlatı geleneğine ve/ve de dengbêjliğe dayandırabiliriz; Kürdlerin yaşadığı coğrafyanın sürekli bir parçalanmışlık durumu yaşaması ve Kürdçenin sürekli yasaklanmış olması nedenleriyle… Ancak tüm olumsuz şartlara rağmen elimizde manzum şekilde Ahmedê Xanî’nin yazmış olduğu bir Mem û Zîn eseri (1690-1695) ve Mela Mehmûdê Bazîdî’nin bu eserden yararlanarak yazdığı ilk hikâye metni olan Mem û Zîn (1856) hikâyesi gelir ki bu hikâyenin başında şunlar yazılıdır: “Kürdlerin şairi, Kürd diliyle, 1600’lü yıllarda, Bazîd (Doğubeyazıt) kasabasında, Ahmedê Xanî hazretlerinin telif ettiği vezinli Mem û Zîn adlı kitabında, muhteser yüzünde aşıkla maşuku beyan eder…” 1900’lerin başında İstanbul’daki Kürd öğrenciler tarafından kurulan Cemîyeta Hêvî (Umut Cemiyeti) adlı cemiyetin yayın organı Rojî Kurd (Kürd Güneşi) adını taşımaktadır. 1913 yılında yayınlanan Rojî Kurd ancak dört sayı çıkabilmiştir. İlk modern Kürd öyküsü sayılan Fuat Temo’nun “Çîrok (Öykü)” adlı öyküsü, derginin ilk iki sayısında yazılmıştır. Böylece geleneksel anlatıdan ilk kopuşu yaşayan Kürd öyküsü de yarım yamalak da olsa 1913 yılında Mem û Zîn’den 57 yıl sonra yazılabilmiştir.

Türkiye sınırları dışında yaşamak zorunda bırakılan Kürd aydınlarının Şam’da çıkardıkları Hawar (Çığlık) (1932-1943) dergisiyle modern Kürd öyküsünün de temelleri atılmıştır. Çîrok’tan sonra ilk modern Kürd (Kurmanci lehçesinde) öyküsü sayılan Celadet Alî Bedirxan’ın Ber Tevna Mehfûrê (Halı Dokuma Tezgâhı’nda) adlı öyküsü ilk kez Hawar’da yayınlandığı halde daha önceleri (1927 yılı) yazılmıştır. Onun yanı sıra, kardeşi Kamuran Alî Bedirxan, Osman Sebrî, Qedrî Can, Nûredîn Zaza, Mistefa Ahmed Botî gibi yazarlar yaklaşık 69 öyküyü Hawar’da yayımlamıştır. Dergide ayrıca çeviri ve adapte öyküler de yer almaktadır.

1942-1945 yılları arasında çıkan Ronahî dergisinde 80’in üzerinde öykü, 1943-1946 yılları arasında çıkan Roja Nû dergisinde 29 öykü görülmektedir. Bu öykülerin bazıları günümüzde seçki halinde kitaplaştırılmıştır. Bunlardan Qedrî Can ve Nûredîn Zaza Kürd öyküsünün iki önemli yazarı olarak ön plana çıkmışlardır. 1979 yılında yayınlanan Tîrêj (Işın) dergisinde Kürd şair ve öykücüsü Rojen Barnas’ın Flît Totanî rumuzuyla yazdığı öyküler kopmuş halkanın ve uzun sürmüş bir sessizlik döneminin öyküleri olmuşlardır. Yine o dönemde yayınlanan Mehmed Emîn Bozarslan’ın Meyro adlı hikâye kitabı dönemin olumsuz koşulları nedeniyle okurlarıyla tam olarak buluşamamıştır. En çok da İsveç’e yerleşen yazın insanlarının bu olumlu koşullardan faydalandıklarını görmekteyiz. Böylece Kürdçenin yazılı eserleri Mehmed Uzun, Mahmut Baksi, Fırat Cewerî, Hesenê Metê, Şahînê Bekirê Soreklî gibi yazarlarca kaleme alınmıştır.

1990’ların başında İstanbul’da kurulan Mezopotamya Kültür Merkezi’nin bir sene sonra çıkardığı Rewşen dergisi ve ardından çıkan ilk Kürdçe haftalık gazete Welat’ın yayına başlamasıyla Kürdçe öyküsü için ilk adımların atıldığına tanıklık etmekteyiz. Avrupa’da basılan Kürdçe kitapların yanısıra Nûdem gibi dergilerin bir şekilde İstanbul’a ulaşmasıyla öykü yazarlarının farklı tarzlarda öykü yazma denemelerine giriştiklerini görmekteyiz.

Modern Kürtçe öyküde öne çıkan izlekler neler?
Vatansızlık -vatanın parçalanmışlığı-, her parçada yaşayan insanların farklı kültürlerin hegemonyası altında olması, dilinin farklı lehçelerinin bulunması, kesintisiz bir baskı altında bulunulması gibi durumlar, uzun yıllar boyunca Kürdlerin ortaklaşmış bir edebiyatının olamamasına neden olmuştur. Dolayısıyla günümüze kadar yazılan öykülerde daha çok yerinden-yurdundan edilme, diasporada yaşama, geçmişe özlem, yaşanan acılar ve dilde özgürlük arayışı gibi temaların yanı sıra öykücülerin bir arada yaşamak zorunda kaldığı farklı kesimlerle yaşadığı tecrübeler gibi izleklere rastlamaktayız.

‘Öykü Yıllığı 2013’te, Kürtçe öykü üzerine yazdığınız değerlendirmede, 90’lı yıllarda zorunlu göçle büyük şehirlere gelen Kürt öykü yazarlarının, “şehre adım atamadığını”, öykülerindeki mekânın ağırlıkla geldikleri köyler olduğunu söylüyorsunuz. Bu durumun Kürt öykücülüğünün niteliğinde nasıl bir etkisi oluyor?
Aslında bunu bir sorunsal olarak kabul edip halen günümüzde de yaşanılan ve sürekli karşılaşılan bir durum olarak tespit edersek, öykü yazarlarının neden köyünden (yurdundan) bir kopuşu yaşayamadığını da anlayabiliriz. Düşünün ki Türkiye metropollerinde doğup büyüdüğü halde 2014 yılında çocuğuna, içinde “q, w, x” harflerinden biri var diye isim veremiyorsa bir insan, sarılacağı yegâne destek ailesinin geçmişidir. Kendisini orada hayal eder, sürekli oraya gitmeyi düşünür ve yazdıkları da -yazıyorsa- orasıyla ilgili olur. Bu da öykülerin konumlanışı itibariyle bir sığlık yaşanmasına neden olur. Bunu söylerken tüm öykü yazarlarının aynı şekilde davrandıklarını söylemek haksızlık olur; ancak yeni kitapları yayınlanmış, ilk öyküleri dergilerde çıkmış yazarların büyük bir kısmında bu durumla karşılaşmaktayız. 

Yine aynı değerlendirmenizde, öykülerdeki uzun köy betimlemelerinin, sahici karakterler yaratmaktaki zorluğun, gereksiz ayrıntılardaki çokluğun öykü estetiğini zedelendiğinden söz ediyorsunuz. Bu belirlemeniz Kürtçe öykünün bugününü yansıtan temel özellikler mi peki?
Bir ülke düşünün ve herkesin tek tornadan çıktığı bir millete dönüştürülmeye çalışıldığı, tek bir dilin hâkimiyetinin her yerde başat hale getirildiği ve diğer dillerin bir şekilde önüne engeller konulduğu, dış ülkelerde temsiliyette diğer dillerin hiçbir şekilde söz konusu edilmediği ve dağıtımı-yayımı-basımının engellenmesi için birtakım hazır reflekslerin oluşturulduğu bir resmi gözünüzün önüne getirin. Bu olumsuz koşullara karşı bir refleksle hareket edildiğini ve savunma pozisyonuna geçildiğini göreceksiniz. Tabii ki bu şekilde kalemi elinize alıp öyküler yazarsanız, sizin için açılan tuzağa düşmüş olursunuz.

Bu durumun farkında olup da on yıl, yirmi yıl gibi bir dönemi ardında bırakan Hesenê Metê, Dilawer Zeraq, H. Kovan Baqî, Şener Özmen, Helîm Yûsiv gibi dünya öyküsü ölçeğinde öyküler yazan öykücülerimiz var. Bu öykücülerin öykülerinin çevrilmemesi ve belirttiğim ve belirtmediğim birçok sebepten dolayı görül(e)memesi Kürdçe öykünün niteliği hakkında bu öyküleri okuyamayanlarda yanlış algılar oluşturmaktadır.

Kürtçe öykünün evrensel öykü dünyasındaki yerini tartışacak olursak, neler söylersiniz? Güçlü olduğu, gelişme gösterdiği yerler neler; nerelerde zorlanıyor?
Bir önceki soruda da değindiğim üzere, öykü yazmayı dert edinen birçok Kürd öykücü var. İşin aslı şu ki; benim de içinde bulunduğum ve birebir yaşadığımız olumsuz koşullar var. Kitaplarımız yayınlanırken iyi bir editöryal çalışmadan geçmemekte, bizler için tanıtım yazıları yazılmamakta, söyleşiler düzenlenmemekte, dünyanın birçok yerinde düzenlenmekte olan etkinliklere çağrılmamaktayız.

Şener Özmen’in öykü kitabı Keleh (Kale) günümüzde yazılan dünya öyküsüyle yan yana getirildiğinde aslında ne mene öyküler olduğu açıkça görülebilir. Hesenê Metê’nin Pêsîrên Dayê (Anamın Göğüsleri) adlı son öykü kitabı da modern dünya öyküsü içinde çok iyi bir yerde durmaktadır. H. Kovan Baqî’nin Bêexlaq (Ahlaksız) öyküleri yeraltı edebiyatını ruhunu özümsemiş, hem kendi toplumuna hem de sistemin ceberut kanunlarına inat bir anlatımdan geri durmamış öykülerdir.

Bu sene bir öykü etkinliğinde konuşmacı olarak katıldığım ve karşılaştığım bir olaya kısaca değinirsem, Kürdçe öykü ile Türkçe öykünün yaşam koşullarının ne kadar farklı olduğu görülebilir. Benden önceki Türk öykücüsünün konuşmasını yaklaşık otuz kişi dinlerken sıra bana geldiğinde bu sayı birden ona düştü. Salondan çıkanların büyük bir bölümü de öykü yazarlarıydı. Doğal olarak ben de Kürdçe öykülerin yerine siyaset konuşmak zorunda kaldım.

Türkçe öykü ile Kürtçe öykünün karşılıklı etkileşimine dair neler söylersiniz? Birbirini besleyen, etkileyen bir ilişki mi var, yoksa Türkçenin resmi ve zorunlu dil olmasının getirdiği tek taraflı bir ilişki mi söz konusu?
Hâlen ‘Kürd edebiyatı var mı?’, ‘Kürd öyküsü yazılmış mı?’, ‘Kürd dili, edebiyat dili midir?’ gibi sorular soran/sorduran ve katıldıkları etkinliklerde bu manaya gelebilecek yorumlar yapıp Kürdçe edebiyata egemen dilin penceresinden sahip çıkılmasını isteyen birçok yazın insanı var.

Dolayısıyla halen Türkçe eserlerin Kürdçeye çevrilip kazandırılmasını öneriyorlar. Kürd edebiyatından bihaber kendi edebiyatlarını Kürdçe edebiyat için öncü rolü üstleneceğini düşünüyorlar. Bu alanda tersi bir adım atmıyorlar. Karşısındakinin ne durumda olduğunu görmek istemiyorlar. Kürdlerin ve yazarlarının dünyanın her tarafına dağılmış ve en az iki dile sahip insanlar olduklarını göz ardı etmekteler. Kürd öykücüsü farklı diller bilmesinin getirdiği bir avantajı kullanarak birçok dilin öykülerinden beslenmektedir. Tabii ki bu Türkçe dili için de geçerlidir. Ancak yukarıda belirttiğim dayatılana karşı gösterilen refleksle yani Duchamp’ın deyimiyle Acting-Out bir dışavurumla onun dışında olmaya çalışmak gibi bir tepki de söz konusu.

Edebiyat özellikle de öykü dergileri öykücülüğün gelişiminde önemli bir rol oynuyor. Kürtçe öykü ve edebiyat dergiciliği hakkında bilgi verebilir misiniz? Böyle bir dinamik rol oynayabiliyor mu?
Benim de içinde bulunduğum ve 1990’lı yıllardan sonra öykü yazmaya başlayan öykücü kuşağının (1990-2000) kitap yayınlamadan önce öykülerinin büyük bir kısmı dergilerde yayınlandı. Dikkat edilirse bu kuşakta yer alanların çoğunluğu halen öykü, şiir, roman yazmaktadırlar. Hem kendilerini hem de yazım maceralarını bir yere taşımışlardır. Tüm Kürdçe dergileri takip ettiğimden dergileri öykücüler için bir sınav yeri olarak, kendi sesini ve dilini yakalama yeri olarak görürüm.

Bir de şu var; Kürdçe dergilerden süreli ve kesintisiz yayınını sürdüren dergi sayısı 4’ü geçmez. Hal böyleyken yeni öykü yazmaya başlayanların bu dergilerde kendilerine yer bulması da zor. Bunlara rağmen gerçekten öykü süzgecinden geçmek isteyip de gerçek bir öykücü olmayı kendine dert edinen birinin bir şekilde o dergilerde görünmek için bir çaba içine girmesinden yanayım. Çirûsk (Kıvılcım) dergisinde öyküleri yayınlanan ve gelecekte ‘kitaplı’ öykücüler arasına girmiş ya da girecek olan öykücülerin ayak seslerini duyuyorum.

Kürtçe ve Türkçe öyküde sevdiğiniz, önemsediğiniz isimler hangileri?
Genelde bu tür sorular es ama insanın sevdiği ve önemsediği kişileri söylemesinden daha doğal ne olabilir ki! Kürdçe öyküde daha çok öyküyle ilgilenen ve birden fazla öykü kitapları yayınlanan H. Kovan Baqî, Hesenê Metê, Bahoz Baran, Mehmet Dicle, Helîm Yûsiv, Dilawer Zeraq, Fevzî Bîlge önemsediğim yazarlardan. Ayrıca öykü yazmaya devam ederlerse Şener Özmen, Mahîr Bagok, A. Çeko Jiyan, Mem Zînistanî, İnan Eroğlu, Lorin S. Doğan… Türkçe öyküde de öykülerini Kürdçeye çevirdiğim Özcan Karabulut ile Ferit Edgü, Sema Kaygusuz, Murathan Mungan, Cemil Kavukçu, Necati Tosuner, Nezihe Meriç, Nedim Gürsel…

Yazara babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.