İrem Uzunhasanoğlu

Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, gene gelmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı ‘gitmek’ olarak algılıyorum.

Yaşamın Ucuna Yolculuk / Yaşam ve Ölüm İzleklerinin Kullanımı

Edebiyat dünyasına baktığımızda çoğu usta kalemin bir ya da daha fazla eserinde ölüm ve yaşam teması etrafında döndüğünü görürüz; kimilerinin eserlerinde biraz daha baskın olan bu tema, yazarın varoluşçu duruşu ve içsel yolculuğunda ne kadar derine indiğiyle de alâkalı olabilir. Mişima, harakiri yapışını anlattığı “Vatansever” isimli öyküsüyle bize Japonya’da ses verirken, Portekiz’den Saramago çıkıp “Ve ertesi gün kimse ölmedi” diye bir öyküyle yazına katkıda bulunabilir. Virginia Woolf’un ve Sylvia Plath’ın sesleri âdeta kıtalararası bir noktada buluşur. Yukarılardan bir ses olan Dostoyevski ise “Bir cinayet işlemek istiyorum” diyerek kendini Suç ve Ceza’ya hazırlamaktadır.

İşte tüm bu mirası omuzlarına yüklenen Tezer Özlü çıkıp bir roman yazar. Roman ilk kez Almanca yayımlanır. Yazdığı romanda Kafka’nın şehrini, Svevo’nun kasabasını ve Pavese’nin öldüğü otel odasını ziyaret eder. Kitabı ikinci kez yazıp bu kez ona kendi dilinde can verdiğinde ise o çoktan “Yaşamın Ucundaki Kadın” olarak adlandırılmaya başlanmıştır bile. Oysa onun yaptığı biraz Heidegger’ın ölüm felsefesine ses vermek, biraz da ölümü yaşamla, yaşamı da ölümle var etmektir. Tezer Özlü, bu iki karşıt izleği eserlerinde bütünler. Bunu yaparken de en çok etkilendiği yazarların ölümlerinin kokusunu romanına sindirmeyi ihmal etmez.

Çocukluğumun Soğuk Geceleri / Yaşamöyküsel Anlatılar :

“İnsanın kendi dünyası dışında yaşayacağı bir dünya yoktur.”

Tezer Özlü’nün eserlerinin neredeyse tamamı otobiyografik anlatılarla doludur. Onun için yazmak, sadece hikâye anlatmaktan ibaret değil aynı zamanda içsel bir yolculuğa çıkmaktır. Belleğinin derinliklerinde gezintiye çıkar ve oralarda huzuru arar ama tek bir kırıntısını bile bulamayacaktır. Mutsuz duvarlar arasında geçirdiği çocukluk anılarını, iç savaşlarını, sıkıntılarını anlatır; yaşam ve ölüm arasında sıkıştığı anları, akıl hastanesi günlerini dürüst bir ben-anlatıcı aracılığıyla bize aktarır. Kardeşiyle el ele tutuşup “Bakalım dünya nereye gidiyormuş” diyerek yaşadıkları kentten dışarı yürüyerek çıkmaları onun kalıpların dışına taşma isteğinin bir emaresidir. Evden kopmaya çalışır; sınırları ve çitleri aşmaya çalışır. Onun için “gitmek” ölümden bile daha kuvvetli bir izlektir. Çünkü her gidiş bir yolculuk ve her yolculuk kendini arayıştır. Kendine yaptığı arkeolojik kazılar onun hem hesaplaşmaları hem de hazinesidir.

Eski Bahçe ve İntihar Teması

Gece gündüz kendimi öldürmek istiyordum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur, yaşanmasa da…”

İntihar, bir çok yazarı derinden etkilemiş olgulardan biridir. Türk yazınında bunun en iyi örneği Beşir Fuad’ın kendi deneysel intiharını yazmış olmasıdır, intihar mektubunu kendi kanıyla yazar. Tezer Özlü’nün yapıtlarından ve yazınsal görüşlerinden etkilendiği Pavese Torino’da Hotel Roma’nın 305 no’lu odasında 21 adet uyku hapı alarak intihar eder ve ölür. Tezer Özlü’yü çeken biraz da budur belki… Her ne kadar kansere yenik düşüp hayatını kaybetmiş olsa da gençlik dönemlerinde intihara teşebbüsü olmuştur: “Ölmek istedim dirilttiniz, aç kalmayı denedim serum verdiniz” sözleriyle yaşamına kasıtlı son verme isteğini defalarca dile getirmiştir. Eski BahçeEski Sevgi kitabı intihara teşebbüsten ve tedaviden sonra yazdığı ilk eseridir.

Varoluşçuluk Akımına Katkıları

Avrupa’da Sarte ile başlayan daha sonra Camus ve Kafka’yla genişleyip çığ gibi büyüyen varoluşçuluk akımına bir destek de Tezer Özlü’den gelir. Metinlerindeki içsel konuşmalar, bilinçakışı tekniği ve birinci tekil anlatıcı ile var oluşunu anlamaya çalışan bir kadın yazarla karşılaşırız. Kadere karşı çıkan ve var oluşunu kendi benliğinin ellerine emanet etmeyi öngören bu akım, toplum, devlet ve din baskısını da reddeder. Sevgi Soysal’ın Tante Rosa’sında ve Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak eserinde de görülen kalıplara boyun eğmeyen kadın prototipi Tezer Özlü’nün kişisel bunalımlarını yazmaktan çekinmeyen kalemiyle birleşir. Başkaldırıların her biri okurun zihninde birer manifesto olur.

Halide Edib’le Başlayan Kadın Hareketine Katkıları

Tezer Özlü’nün eserleri, Halide Edib’in Cumhuriyet döneminde yazdığı Handan isimli romanıyla başlayan kadın hareketine bir katkıdır. 60’lardan sonra yaşanan toplumsal değişimler ve modern edebiyat akımlarıyla perçinlenen kadın hareketi; cinsiyetler arası eşitlik, kadın özerkleşmesi ve cinsel özgürleşmeyi de kapsamaktadır. Batı’dan gelen feminist dalgalarla birlikte kadınlar eril hakimiyeti reddeder ve kalıpların dışına taşarlar. Tezer Özlü’nün de 60’lı yıllarda otostop yoluyla tüm Avrupa’yı gezmesi bu özgürleşme akımının eseridir. Kimilerine göre “deli” gözüyle bakılan özgürleşmiş kadınlar aslında avangart ve varoluşçu akımı benimsemiş öncülerdir. Leylâ Erbil, Sevim Burak ve Tezer Özlü ise yaşadıkları dönemsel baskıya rağmen eserleri hayata tutunan ünlü kadın yazarlarımızdandır.

Tezer Özlü Eserlerinde Ödipal İmgeler

Tezer Özlü öyküleri Freudyen okumaya ve psikanalitik yorumlamaya oldukça açıktır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi özyaşamöyküsel anlatılar olduğu için baba evinde bahsettiği masa eril hakimiyet olarak okunurken, bahçedeki kedi yine erkeğe ve toplumdaki erkek hakimiyetine atıf yapar. Saklambaç oyununun gizli olması, topu atıp tutmaları cinsel anlamıyla yorumlanırken, ölmek ve öldürmek temaları da ben ve id yoluyla yapılan içsel yolculuğun bastırılmış temaları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tezer Özlü – Leylâ Erbil Dostluğu

Leylâ Erbil, Tezer Özlü’nün tek yakın dostudur denilebilir. Öldüğünde ardında bıraktığı mektuplar kitaplaştırılmıştır. İki kadının yaşam acıları, yabancılaşmaları, evlilikleri, mutsuzlukları ve siyasi sohbetleri bu satırlar arasına gizlenmiştir. Şöyle der Tezer Özlü, Erbil’e.: “… yaşamımda birlikte olmaktan hiçbir an sıkılmadığım ender insanlardan biri sensin, bir ikincisi var mı bilmiyorum…. İstanbul’dan daha çok seni özlüyorum… Burada en çok seni arıyorum .Ne önemli, yeri doldurulmaz boşlukmuş, dostlukmuş…”

Ve şöyle anlatır hastalığını: “Sinir hastanesinden çıkıp, kendini kanserin kucağında buluyorsun. Ama depresyon iyi oldu. Korkularımı kustum…”

Tezer Özlü- Ferid Edgü Dostluğu

Belki de ben bugün ilk defa her şeyin sonundayım… Korkuyorum korkuyorum korkuyorum…”

Ferit Edgü’nün yıllarca Özlü’nün kendine ait odası olarak gördüğü için yayımlamak istemediği mektupları 2014 yılında yayımlandığında bir yazar ve editörünün dostluğundan öte dert ortağı olan iki dostun yazışmaları okunur. Satır aralarında bolca hüzün hakimdir. Mektuplarında hastalığını, özlemlerini, yaptığı çevirileri anlatır Özlü.

Gamlı Prenses, Melankolik Yazar, Mahzun Prenses

Hayır! Hiçbiri değil. Yazar Demir Özlü’nün kardeşi; yazar ve çevirmen Sezer Duru’nun kardeşi ve Deniz Kıral’ın annesidir. Adalet Ağaoğlu’nun kardeşi yazar Güner Sümer ilk eşi, yönetmen ve sinemacı Erden Kıral ikinci eşi; sanatçı Hans Peter Marti ise ölümünde yanında bulunan üçüncü eşidir. O, Pavese’nin kendisiyle aynı gün doğan uzak coğrafyadaki ikiz kız kardeşi, Svevo’nun nefesi, Kafka’nın Gregor Samsa’sı, Sylvia Plath’ın ipek saçları ve Virginia Woolf’un cebindeki taşlardan biridir. O, Aylak Adam’ın kadın versiyonudur. Kimsenin kraliçesi veya prensesi değildir çünkü o kimseye ait değildir, kimseye sahip değildir. 43 senelik yaşamına sığdırdığı 7 kitap ve hüzünlü bir hayat hikâyesinin arda kalan Tezer Özlü’südür.

Son Söz ve Son Şiir

Tezer Özlü 1986 yılında İsviçre’nin Zürih kentinde yakalandığı meme kanseri sonucu hayata gözlerini yumdu. Ölüme yalnız yakalanmak istemediği için eşi Peter’a “Beni Yalnız Bırakma” diyen Tezer Özlü ne yazık ki eşi eve temiz kıyafetler almaya gittiği sırada hayata yalnız başına veda etti.

Can Yücel yazdığı bir şiirde Tezer Özlü’ye şöyle seslendi:

“Aşağıda yatıyorum

Sokağa bakan pencerenin yanındaki divanda

Bir ses birden bir olay oluyor

Kulağımın dibinde

Bir dal cama vuruyor

Tezer.”

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 24.sayısında yayınlanmıştır.