Alperen Özkan

“Dijital yayıncılığın bügün ulaşmış olduğu seviyeyi anlayabilmek için dijital kütüphanelerin olmadığını düşünelim. Bilimsel araştırma yapmak acaba bugün olduğu seviyede ve hızda olur muydu?


Yazının bulunmasıyla başlayan yayıncılık, tarih boyunca sürekli değişim içinde olmuştur. Internet de bir yayın aracıdır. Kitle iletişiminde çok önemli bir adımdır. Ancak Internet sadece gazete, dergi ya da televizyon değildir. Internet dünyadaki bilgi akışını hızlandıran bir teknolojik yenilik olarak ortaya çıkmıştır. Internet sayesinde, insanlar dünyanın her yerine rahatlıkla ulaşabilmekte, istediği her türlü bilgiyi edinebilmektedir. Internet içinde yaşanılan her alanı yeniden tanımlama gereğini zorunlu kılmıştır. Bu alanların başında da yayıncılık gelmektedir. Geleneksel yayıncılığın yanında, Internet’in kullanımının yaygınlık kazanmasıyla günümüzde elektronik yayıncılık olarak isimlendirilen yeni bir yayıncılık türü ortaya çıkmıştır.

Elektronik Yayıncılık ile bütünleşmiş olan Elektronik Kitap (e-kitap, e-book), kitabın ya da herhangi bir yayının dijital ortama aktarılarak yazı ve görsellerin e-kitap okuyucu veya bilgisayar ortamında da (akıllı telefonlar, tabletler ve bilgisayarlar vb.) okunabilmesini sağlayan formattır.

E-kitabın tarihine baktığımızda çok uzaklara değil sadece 20. yy’ın sonlarına bakmak yeterli. Peter James halen Londra Bilim Müzesinde bulunan Host isimli romanını 1993 yılında 2 adet 3.5’luk diskette yayınladığında ilk elektronik roman da yayınlanmış oldu. Fakat öncesinde Bob Brown ismini unutmamak lazım. Bob Brown “The Readies” isimli kitabını kendi ürettiği okuma makinesine uygun formatta yazarak belki de ilk elektronik kitap okuyucusunun temellerini de atmış oldu. Her konuda olduğu gibi e-kitap ile ilgili tartışmalar da gelenekçiler ile yenilikçiler arasında devam ediyor. Gelenekçiler fiziksel olarak kitaba dokunmaktan vazgeçemezken, yenilikçiler ise artık dijital çağda yaşadığımızı, meşhur İran Veziri Abdul Kassem Ismael’in 117.000 ciltten oluşan dev kütüphanesini eğitilmiş 400 deve üzerinde alfabetik olarak dizilmiş bir şekilde taşıdığı günlerin de çok eskide kaldığını, artık taşınabilir belleklerle binlerce kitabın taşınabildiğini, bu duruma ayak uydurmak gerektiğini savunmaktadırlar. Bu tartışma devam ede dursun biz yazımızda e-yayıncılığın özellikle bilişim/teknoloji dünyasına kazandırdıkları üzerine yoğunlaşacağız. Fakat öncesinde biraz teknoloji kavramından ve Y Kuşağının getirdiklerinden bahsetmekte fayda var. Bilişim dünyası dediğimiz zaman aklımıza ilk gelen kavram teknolojidir. “Teknoloji deyince ne anlıyoruz?” yazısında Şafak Ural teknoloji ile bilimin günümüzde ne kadar iç içe olduğunu şöyle açıklamıştır:

“Teknoloji” kavramının kullanımı oldukça yenidir. “Teknoloji” kavramımın türediği ve kullanımı çok eski dönemlere kadar giden asıl kavram “teknik” dir. “Teknoloji” kavramı ile “teknik” kavramı arasındaki en önemli ortak nokta, her ikisinin de alet yapımı ile ilgili olmasıdır. Gerçi günümüzde “teknoloji” kavramı artık alet yapımı ile sınırlı değildir. Nitekim bilgi teknolojisinden, gen teknolojisinden, örgüt teknolojisinden sözedilebilmektedir. Fakat “teknoloji” kavramını sadece alet yapımı ile ilgi içinde ele alırsak, onun “teknik” kavramından ayrılan en önemli yönü, bilimsel bilgilerin de artık işe karışmasıdır. Yani “teknoloji”, insana özgü bir özellik olan ‘alet yapımı’nın daha ileri bir aşaması olan sistemli bilgilerin, bilimsel bilgilerin kullanılmasını gerektirmektedir. Gerçekten de günümüzde teknoloji, ancak bilimsel çalışmalar eşliğinde gelişmekte; böyle bir arka plana sahip olmayan toplumlar, teknoloji ürünlerini sadece ithal etmektedirler. Teknolojinin bu özelliği bile, onun niçin sadece bir üretim aracı olarak görülmemesi gerektiğini de göstermektedir.

Bilişim dünyasının hızına yetişmek oldukça zordur, küreselleşen dünyada bilgi ve teknoloji de küreselleşmekte, reel dünyanın yanında bir de siber dünyadan bahsedilmektedir. Teknoloji de bu siber dünyaya adapte olacak şekilde gelişmektedir. Nesnelerin interneti (IOT – internet of things) ile akıllı evlerden/cihazlardan bahsedilirken, büyük veri (big data) kavramı ile siber uzayda oluşan devasa dataların analizi üzerine kafa yorulmaktadır. Sosyal medya araçlarına hergün bir yenisinin eklendiği dünyamızda online eğitim ile birlikte geleneksel eğitim modelleri sorgulanır hale gelmiştir.

2013 yılında Nevşehir’de katıldığım “Sosyal Medya Araçlarının Ergenler Üzerindeki Etkisi” isimli çalıştayda iki kavram oldukça dikkat çekiciydi. Dijital Yerliler ve Dijital Göçmenler.1965-1980 yılları arasında doğan kuşağa X kuşağı, 1980-2000 yılları arasında doğan kuşağa ise Y kuşağı diyoruz. 2001 yılında Marc Prensky tarafından yayınlanan makalede X kuşağı ile Y kuşağı yerine, Dijital Yerliler (Y Kuşağı) ve Dijital Göçmenler (X Kuşağı) ayrımı kullanılmakta ve aralarındaki farklılıklar şöyle anlatılmaktadır: “Bugünün öğrencileri –anaokulundan üniversiteye- bu teknolojiyle büyüyen ilk nesil olma özelliğini taşıyorlar. Tüm hayatlarını bilgisayarlar, video oyunları, dijital müzik çalarlar, video kameralar, cep telefonları ve dijital çağın tüm diğer araçları ve oyuncaklarıyla çevrili durumda ve bunları kullanarak yaşadılar. Hâlihazırda ortalama üniversite mezunları hayatları boyunca 5.000 saatten azını okuyarak ama 10.000 saatten fazlasını video oyunu oynayarak (20.000 saat televizyon izlemelerini saymazsak) geçiriyorlar. Bilgisayar oyunları, e-posta, internet, cep telefonları ve mesajlaşma hayatlarının ayrılmaz bir parçası durumunda.

Y kuşağının en belirgin özelliklerinden birisi yüksek otoriteden rahatsızlık duymaları ve teknolojiyi çok iyi kullanıyor olmaları. X kuşağına karşı en fazla üstünlük kurdukları alan ise teknoloji. Dijital yerlilerin sayısının her geçen gün arttığı çağımızda, teknoloji üretebilmek ve bilişim çağını yakalayabilmek için en önemli unsur sistematik bilgidir. Bugün sistematik bilginin peşinde koşan herkesin yolu dijital dünya ile kesişmektedir. Örneğin Amerika’da yayınlanan bir basılı kitabı kargo yoluyla almak yaklaşık 15 gününüzü alırken, bir e-kitap okuyucu sayesinde saniyeler içinde hem de çok daha ucuza elde edebilirsiniz. Yine Amerika’nın en çok satan magazinlerinden Reader’s Digest’ın basılı vesiyonunu Türkiye de 26 TL ye alırken Kindle versiyonu için aylık 1,5 dolar üyelik ücreti vermek yeterli olmaktadır.

Sonuç olarak yayın dünyasında, elektronik kitapların ortaya çıktığı ilk günden beri, elektronik kitapların basılı kitapların yerini alıp alamayacağı tartışılmaktadır. Kimileri, kağıda basılı bir kitaba sahip olmanın bir ayrıcalık olduğunu, ona dokunmanın, onunla yakın bir dostluk kurmanın yerini hiçbir şeyin tutmayacağını savunmakta, kimileri ise, elektronik kitapların kağıda basılı kitaplara göre ucuz olması, kolay taşınabilmesi, Internet üzerinden dağıtılıp satın alınabilmesi gibi göz ardı edilemeyecek pek çok avantajı olduğunu ifade etmekte ve er ya da geç basılı kitapların pabucunu dama atacağını düşünmektedir. Ülkemiz bilim ve teknoloji üretme noktasında istenilen seviyede değil. Bu bağlamda bilim ve teknolojiyi takip edebilmek için ve herhangi bir alanda hazırlanan raporlara, makalelere ve bilimsel çalışmalara ulaşabilmek için dijital yayıncılık ile barışık olmak gerektiği yadsınamaz bir gerçektir. Dijital yayıncılığın bugün ulaşmış olduğu seviyeyi anlayabilmek için dijital kütüphanelerin olmadığını düşünelim. Bilimsel araştırma yapmak acaba bugün olduğu seviyede ve hızda olur muydu?

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 1.sayısında yayınlanmıştır.