Mehmed Ali Çalışkan

Neyin gerçek neyin hayal olduğunu karıştırdığımız filmleri severim. Bir kere zekamıza karşı bir meydan okuma yaparlar. Bunlar öyle keyifle uzanıp elinizde mısır patlağıyla kolayca izleyip anlayacağınız filmler değildir. İzlerken çaba sarf edip kafa patlatmalısınız. Bu filmlerde sevdiğimiz şey gerçekliği bildiğimiz haliyle değil de biraz bozarak, biraz ters çevirerek, bazen farklı gerçeklikleri birbirinin içine sokarak, bazen gerçeği ve hayali aynı zamansallıkta birleştirerek bize göstermeleri olsa gerek.

Hayal ile gerçeği birleştirme konusundaki kurgusunun ustalığı ile dikkat çeken 1999 tarihli Fight Club filmi de üzerine çok yazılmış çizilmiş bu türün en önemli yapımlarından. Filmde iki karakter var, birisini Edward Norton oynuyor, diğerini Brad Pitt. Filmin aynı zamanda anlatıcısı olan ve adını bilmediğimiz ilk karakteri Amerikan kapitalizminin sıkıştırdığı, iş hayatında bunalmış, aynı ezber hayatı yaşamaktan sıkılmış genç bir adam. Bu genç adam bir gün uçakta ilginç bir tiple, Tyler Durden ile tanışır ve sıradan hayatı birden çok renkli bir döneme girer.

Tyler Durden, kadınların lipo-suction artıklarından merdiven altı sabun üreten bir adam. Kendi dövüş kulübünü kurmuştur ve burada insanlar özgürleşebilmek için birbirlerine ve liderlerine bağlı olarak dövüşürler. Dövüş kulübü esasında kapitalist sistemi çökertmeyi amaçlayan ve bu sebeple şehirdeki çokuluslu şirketlerin binalarına yönelik bombalama eylemleri planlayıp uygulayan bir tür isyan örgütüdür.

Fight Club Anglo-Amerikan kapitalizminin bilinç altı korkusu olan aylakların başkaldırısını işler aslında. Film bu başkaldırıyı onaylamaz ama bilet paralarını ödeyip salonlara doluşan binlerce kapitalizm askerine bu başkaldırı ihtimaline yönelik bir uyarı verir.

Zaten, hikaye bir felsefi manifesto olarak ilerlemez, aslında esas oğlanın terapi grubunda tanıştığı Marla karakteri ile yürüyen sıradışı bir aşk hikayesini de çaktırmadan merkezde tutmaktadır. Marla karakteri filmde kayboldu kaybolacak hayali bir yarım gerçeklik sergiler ama filmin sonunda o herkesten daha gerçek çıkar. Ana karakterle bir gökdelenin en üst camından az önce patlamadan kurtardıkları şehrin ışıklarını izlemektedirler.

Tyler ana karakterin ikinci kişiliğidir, aslında tüm filmi klişe bir aşk hikayesi, klişe bir isyan filmi veya klişe bir tüketim ekonomisi karşıtı manifesto olmaktan kurtaran bu psikiyatrik kurgudur. Tyler gerçek değildir, bunu anlarız. Yani kapitalizme karşı bir isyan ancak bizim alt-egomuzda gizli anarşik dürtülerimizdir.

Filmin kurgusunda, kendisini baskı altına alan ve sıkıcı bir hayata mahkum eden kapitalizme ikinci kişiliği ile isyan eden adamın hikayesi var. Şizofrenik ikinci kişiliklerle ilgili belki birçok film vardır ancak Fight Club filminde ana karakterin kendi alter-egosu ile diyalektiği bence sinema tarihinin en muhteşem icatlarındandır. Kendi ikinci kişiliği Tyler ile tanışması, onun önerdiği yeni ve renkli bir hayata girmesi, onunla aynı evi paylaşması, daha sonra onun meydan okumaları altında zorlanması, onunla mücadele etmesi, dövüşmesi, çeşitli akıl yürütmelerle Tyler’ın kendisi olduğunu keşfetmesi, onun başlattığı anarşik isyanı durdurmaya çalışması, bu diyalektiğin zekice kurgulanmış parçalarıdır. Dolayısıyla filmin bizim için en önemli özelliği konusundan ziyade kurgu tekniğine getirdiği bu yenilik olabilir.

Bu tip filmleri izlediğimde, bizdeki kurgu üstatları aklıma gelir. Türk sinemasının diline bu tip yenilikleri ekleme imkanını elimizin altında tuttuğumuz edebiyatımızın gizli hazinelerini hatırlarım. Boş arsalarda koştuğumuz o yıllarda, okuldan eve alacakaranlık akşamlarda dönerken veya şehre metrelerce karın yağabildiği hava ile hep temas halinde yaşadığımız o eski mevsimlerde, yani çocukluk günlerimizde Türkçe ders kitaplarındaki birkaç cümleleriyle hayatımıza değer katan o üstatları…

Bunlardan birisi de “Eskici” hikayesinde o muhteşem “çiviler ağzına batmaz mı senin” repliği ile çocuk kalbimizi heyecanlandıran, burkan, dağlayan, hüzün ve neşe ile karıştıran Refik Halid Karay’dır. Şimdi bu yaşımda ve bu yazımda onu anma imkanını o zamanın çocuklarının kalbine bir borç ödeme fırsatı olarak değerlendirsem ve desem ki; üstadın “Yeraltında Dünya Var” romanı, gurbette, uzak ülkelerdeki vadileri, çölleri, platoları, dağları, yolları Anadolu kılan memleket gibi Türkçesi, o Türkçenin ana yüreği gibi üslubu bir kenara, hikayesinin kurgu tekniği açısından günümüzde ulaşılmış tüm anlatı teknikleriyle yarışacak ince bir zeka içerir.


Gurbet Hikayeleri – Yeraltında Dünya Var
Refik Halid Karay
İnkılap Kitabevi

Yeraltında Dünya Var, Lübnan’da geçiyor. Halasından miras kalan bir çiftlikte yaşayan Nebil Bey, hayatının sıkıcılığı ve orta yaşın etkisi ile buhran dönemindedir. Sıkıcı hayatı bir gece yağmur yüzünden çiftliğe sığınan esrarengiz bir kadın ile değişir. Nebil Bey, çiftliğinde savaş zamanından kalma büyük bir miktarda altının gömülü olduğunu öğrenir. Esrarengiz kadınla birlikte birçok gizli örgüt de bu altın peşindedir. Nebil Bey’de genç kadın Nihan ile birlikte altını herkesten önce bulmak planları yapmaktadır ve aşık olduğu bu kadınla yeni bir hayata başlamak istemektedir.

Ne var ki gerilimi hızla artan ve altının merkezde olduğu birçok aksiyon dolu sahnenin ardından hikaye bizi yavaşça açık edilen bir sırra doğru ilerletir ve Nebil Bey’in şizofreni marifeti ile esrarengiz kadını, altın hikayesini, gizli örgütleri ve onun etrafında yaşanan bir çok olayı hayal mahsülü olarak ürettiğini anlarız. Evet çiftliğe esrarengiz bir kadın gelmiştir ama gece ufak bir diyalogdan başka Nebil ile görüşmemiştir ve sabah erkenden çiftlikten ayrılmıştır. Karay, romanı kurgularken, bir miktar gerçekten yola çıkarak üzerine koca bir hayal eklemiştir, sonunda akıl hastanesine hapsedilen adamın yaşadıklarının gerçekten hastalık ürünü mü yoksa düşmanlarının bir komplosu mu anlamaya çalışırken gerçeği bize gösterir. Tüm hikaye hasta bir adamın hayal mahsulüdür.

Ancak ardından bütün aksiyon dolu hikayeyi umut dolu bir aşk hikayesine çevirecek yeni bir gerçeklik katmanına taşınırız; bu sefer hikayenin aslında Nebil Bey’in çiftlikte sıkıntıdan yazdığı bir roman olduğunu öğreniriz, gerçek biraz daha azalır. Evet bir kadın vardır ve Nebil Bey gece kalıp sabah erkenden yok olan kadından o kadar etkilenir ki onun merkezde olduğu bir roman yazmıştır. Fakat tam biz burada altınların bir hastalık hezeyanı olduğuna ilişkin hayal kırıklığının üzerine bir de bunların sadece bir roman olduğunu öğreniyor iken muhteşem bir teselli gelir ve romanın Nihan’ı romandan taşar ve çiftliğe asıl adı Ravda ile geri döner. Aslında sadece çiftliğe değil romanın yazarı Nebil’in de kalbine dönmüştür.

Fight Club filmindeki Marla bana Nebil’in Nihan’ını hatırlatmıştı. Filmde hayalsi kişiliği ile arzı endam ediyordu ve ben izlerken sonunda hayal ürünü çıkacak zannına kapılmıştım ama sonunda Marla gerçek çıktı. Tıpkı “Yeraltında Dünya Var” romanında Nihan’ın hayal ürünü iken birden rüyadan sıyrılıp gerçeğin yalnızlığında bize umut dolu bir sığınak olarak katılması gibi. Karay’ın hikayelerinde erkek Arabistan çöllerinde susuz kalmış bir gezgin gibidir ve ancak bir kadın onun susuzluğunu giderir.

Sonu aşkla biten hikayeleri seviyoruz. Çünkü yalnızlığımızı gidermenin şimdilik tek yolu…

Arka Kapak dergisi 9. sayı