Hakan Şark

Parti kursak, adını Bizim Büyük Çaresizliğimiz koyardık. “Seyrek kirpiklerin süpüremediği koyu bakışlar” üyelik şartı olurdu. “Duyguları eskitecek kadar uzun bir süre birlikte” omuz omuza mücadele edilecektir. Yaşadığıyla yetinenleri, “yaşamadan deneyim kazanmaya çalışan”ları, “kaçırdığı dersin notlarını arkadaşından çekenlerin sabırsızlığını” taşıyanları, “kendini bulmakla kadınını bulmayı birbirine karıştıranları” partiye almazdık. “Kısacık bir anı bütün ömrüne yaymak” isteyenleri il başkanı yapardık. Partide her hafta veli toplantısı düzenlerdik. Yeter ki Ender’le Çetin, Nihal’i görsün. Seçim tartışmalarında “küçük teknelerimizle denizi açıklar”dık. Sloganımız “ortak geçmişimizin g’si büyük yazılır” olurdu, çünkü “eylemlerimizin kipi daima güzel geçmiş zamandır.” Arkadaşlar yanlış anlayıp bu partiyi severdi. Halbuki asıl “Freud tanısaydı severdi” bu partiyi.
Bazı başlıklar yasaklanmalı, yoksa mazide rehin kalırız. Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde misal. Her gördüğümüzde seksenlere döneriz. Çocukluktan çıktığımız çağların çeşitli gecekondu mahallelerinde kaybolur hayalimiz. Hakikaten çalardı, bangır bangır çalardı. Sadece Ferdi değil, en son kimin kaseti çıktıysa en ziyade o çalardı. Sesin ayarı, komşu kızın bilmem hangi pencerede gizlice dinleme ihtimaline göre değişirdi. Ergenlik kozasından çıkmaya çalışan erkeklerin uzun saçlı bilinmeyen denklemleri çözmek için kafa çatlattığı yıllardı. Hani hayatı muhit denilen icaba uydurduktan sonra sürdürmeye başlayacağımız yıllar. Ağır abiler Orhan, çapkınlar İbo çalardı. Müslüm biraz, nasıl desem, sorunlu arkadaşların çaldığıydı. Bergen hala acıların kadınıydı. Zoraki dinlemekten bildiğimiz şarkılar vardı. Kulaklarda takılı kalan rastgele şarkılardı. İpek Pınar’ın bir şarkısı mesela, adını şimdi hatırlayamadığımız; ama hani Hanife ablanın günde beş vakit dinlediğiydi. Büyüyünce vakti çoktan geçmiş bir hatırlamayla yaşıtlarımızı şaşırtacağımız şarkılar… Hayatlarımıza erken girmiş şarkılar ki şimdi hatırlayınca geçmişi uzatır. Bizim gibi hiç tanımadıkları kimselerle kaderleri kesişen şarkılar. Her gün komşu evinden duyula duyula ezberlenen şarkılar. “Henüz üç yaşında bir kardeşim var/seni ondan bile kıskanıyorum” der mesela. Daha öte kıskanmak hiçbir kıtada yoktur. Biz baktık, görülmemiştir. Kilimli’nin Kozma Mahallesinde vardır o an bu kıskanmak. Habibe teyzenin yaramaz olan oğlu mütemadiyen bunu çalar –onu abisiyle karıştırmamalıyız, eve ekmek getiren yakışıklı bir delikanlıdır abisi. “Her şeyin biteceği hakikatini aklına getirmeyebilecek kadar çocuk” olduğumuz zamanlardı. Şarkı bitince yaşamaya devam edilmiştir. Şimdiye kalanların yaşları kırkları ezmektedir. Apartman nesli, Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde başlığını her gördüğünde geçmişine gülümseyen babalarını anlamayacaktır. Bu dokunaklı başlığın yaydığı titreşimi, henüz en büyük icatlardan en yaygınının teyp olduğu bir dünyada büyüyen babaları gibi almayacaktır. Şimdi bangır bangır Ferdi çalan evlerin önünden kalbi titreyerek geçen kızlar çoktan anne olmuşlardır. Geriye kalansa dönmeye kalktığımızda bıraktığımızdan da iyi bulduğumuz anılar.
Bir başlık bazen sadece bir başlık değildir. Bir Adam Girdi Şehre Koşarak mesela. Böyle başlıklar ilk görüldüğü yerde öpülmelidir. Sonraki seferlerde abdestsiz okunmamalıdır. Yeniden yeniden sarsmasın diye yüksek raflara yerleştirilmelidir. Rastlanmamaya çalışılmalıdır, yükü omuzları çökertir. Bir ayet başı mealinin bu kelime düzeninde bir kurşun gibi kitap başlığına sürüleceğini bilemezdiniz. Ama işte olmuş, “her insanın ömrü boyunca ezberinde tutacağı bir yağmur” gibi olmuş, hiç kabuk bağlamayacak bir yara gibi olmuş. Unuttuğumuz her şeyi yeniden hatırlatan, insanın yakasına yapışan bir başlık gibi olmuş.

Her kitap başlığı, ona en çok ihtiyaç duyulan zamanda yetişir. Bozgunda Fetih Rüyası sanki son Osmanlı asrını değil, yayınlandığından sonraki yılları tanımlar. Gerçeklikten ırak düşmüş hayalperest ricâlin şairâne hülyalara daldığı bir çağa girizgâh sanki. Ne bakanının, ne müdürünün, ne de şairinin dilinde değildir tuzu engin denizlerin; hiçbirinin ağrısı bir bitmeyen susuzluğa benzemez, ama yine de her gece rüyalarına bir fatihâne zan girer. Gündüzleri de… Yahya Kemal nesli elinde tutup kaybettiği şeylerin hasretindedir. Şimdikiler o yorulmamış ellerine hiç sığmayacak haksız heveslerin ihtirasında. Ankara ruhu çekmiş, ulus-devlet beyincikli ecdadperest imparatorluk meraklıları. Keşke yapabileceğiniz kadarını söyleseniz. Keşke yapmadan önce söylemeseniz. Keşke söylemeseniz, sadece yapsanız. (Bu başlığı bize verseler doldurduğumuz ciltlerden sonra bizi vururlar.)

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 4.sayısında yayınlanmıştır.