Feridun Andaç

Kendini dilin/yazının ve yaşamın göçebesi kılan bir anlatıcıydı Juan Goytisolo. Ona yeryüzü gezgini de, sürgünü de diyebilirdiniz. Öyle ki; o, gittiği her yerde bir dil yurdu yaratmanın derdine de düşmüştür.

Dahası, kendine çizdiği “zihin haritası”nı biçimleye dururken; bir yerden bir yere gitmenin boşuna bir sürükleniş olmayacağını da anlatmıştır bize, oralara dair yazdıklarıyla.

Okurken Goytisolo’yu bütün bunları hangi dilde yazdığını düşünmezsiniz; dahası anlatılan/dile getirilenlerin yaşandığı dilde yazılıp duyumsandığını derinden hissettirir bize. İşte onun anlatıcı olarak bu yanı önemlidir. Onu yurtsuz kılan İspanya İç Savaşı, yaşam boyu sürgünlüğünün de hazırlayıcısı olacaktır. Çağın ve yaşadığı zamanın vicdanı bir bakışla dünyanın her yerine ulaşacaktır Goytisolo.

Savaşın yarattığı cehennemden çıkarak yeryüzünün “cennet”e neden ihtiyacı olabileceğini anlatmaya başlaması ise işte onun bu yazgısının vazgeçilmez iklimini yaratacaktır. “Yurtsuz Juan”ın yaşama/yazı seyir defterine yansıyan her söz, düşünce, bakış yeryüzü çağrısını içerir.

Yazıda yaşam, yaşamda yazı onun için vazgeçilmezlik ötesi hayata karşı bir duruş/bakıştır. Kendi yazın coğrafyasını var ederken, tıpkı Eduardo Galeano gibi ödünsüzdür. Yarattığı “kültür adası”nda insanlığın sesi/duyuşu/rengi vardır.

Kuran, düşleyen, sözünü başka başka dillere taşıyan Goytisolo; gitmeyi seçerken bir yerden bir yere uzanan bakışı/gözlemlerine sinen yaşam ve kültür karşılaşmalarının ne anlam içerdiğini anlamak/anlatmak düşüncesindedir.

Tanıklık Düşüncesi

Goytisolo sizi yaşadığınız çağla/zamanla yüzleştirir. Onun Saraybosna tanıklığı; Avrupa’nın ortasında yangın yerine çevrilen bir ülkedeki iç savaşın barbar yanlarını göstermeyi içeriyordu.

Goytisolo yalnızca göstermiyor, vicdan duygusuyla insanlığa çağrıda bulunuyordu. 20. yüzyılın sonunda depreştirilen bu etnik savaşın getirdiği yıkımı, onun bakışı/gözlemi, düşünceleriyle okumak sarsıcıydı elbette. Goytisolo, savaşın tam orta yerinde, Saraybosna’dadır. Onun bu tanıklığı Saraybosna Yazıları’na şöyle yansıyacaktır:

“Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın benim gelişimden bir süre önce çıkardığı aylık haber bülteni, 1992 Nisan’ından beri Boşnak halka karşı sürdürülen soykırımın çapını bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor: 140 bin ölü (9 bin 40’ı Saraybosna’da), 151 bin yaralı (53 bin 95’i Saraybosna’da), 1 milyon 835 bin ‘ikametgâhını terk etmiş’ kişi, Sırbistan-Karadağ toplama kamplarında 156 bin tutuklu, 12 bin sakat ya da özürlü (bin 280’i çocuk), yaklaşık 38 bin tecavüze uğramış kadın.”

Goytisolo; tanık, tanıklığının bir parçasıdır düşüncesinden hareket eden bir yazardır, onun irdeleyici/sorgulayıcı bakışı sizi harekete geçirir. Evet, bir yanıyla “yıkıcı”dır. Çağının tedirgin insanını anlatan, parçalanmış bir dünyalının (dünyanın) acısını dile getiren hangi yazar “yıkıcı” değildir ki!?

Jean Genet mi, Canetti mi, Kafka mı? Denemeleri ve romanlarında karşımıza çıkan birikim çağının vicdanı olabilmiş bir anlatıcıyı anlatmaktadır.

Goytisolo Aşısı

Onun yakın dostu, çevirmeni N. Gül Işık’la bir gün uzun uzun yazdıkları ve yaşamı üzerine konuşmuştuk. O günlerde artık sürekli Marakeş’te yaşıyordu Goytisolo.

Kendisiyle bir söyleşi kitabı hazırlama düşüncemize sıcak bakmıştı. Gül Işık, Madrid’den kalkıp birkaç günlüğüne Marakeş’e gidecekti bu söyleşi için. Goytisolo, pek de yapmadığı bir şeyi kabul etmişti. Kendisini gelip gezip gördüğü, bir süre yaşadığı İstanbullu/Anadolulu hissediyordu. Kuşkusuz bunda dostu Gül Işık’ın payı vardı.

İstanbul’a bir geldiğinde ona anlattıkları belleğimdedir. Ki, kendisi de “İstanbul, Palimpsest Kent”te bunu ne güzel anlatmıştı: “İstanbul’u ilk ziyaretimde, bundan yirmi yıl kadar önce, en çok dikkat ettiğim ve bana hemen çekici gelen şey, kentin müthiş bir hayvansı güç salıverdiği izlenimimdi: Ziyaretçiyi daha adımı atar atmaz hazırlıksız yakalayan vahşi, her şeyi yutan, taşkın bir hayatiyet; o keşmekeşli karınca yuvası-kaderin bilmeceli bir kararına boyun eğmiş karıncalar- telaşını ancak hem bir imparatorluk kenti hem üçüncü dünya olan bir başka metropolde bulmuştum: Melez, metek, Portorikolu ve siyah gettolarının beyaz yurttaşın rengini yavaş yavaş değiştirip, tatlı tatlı yozlaştırdığı New York’ta.” (**)

Gül Işık’ın şu bakışı Goytisolo’yu yazıda nasıl görmemiz gerektiğine dair önemli ipuçları içerir benim gözümde: “Yazarımız yaşamın anlamını kendi onulmaz-uzlaşmaz yalnızlık ve marjinallik konumundan yola çıkarak çözmenin, daha doğrusu yaşamı öyle anlamlandırmanın bizi gerçeğe yaklaştırdığını, insanı daha güvenle, daha uzağa ilettiğini keşfetmiştir: Geleneksel görüşler çerçevesinde “merkez” sayılan, “merkez” sanılan kavramların, yerlerin, ortamların kenarında-kıyısında kalmanın kendisini daha önce fark edemediği –çok daha değerli ve geçerli olan- birçok şeye yakınlaştırdığını fark etmiştir.” Onun anlatılarında sürgünlüğü hem zenginlik hem de tanıklığının bir parçası olarak görürüz.


Yeryüzünde Bir Sürgün
Juan Goytisolo
Çevirmen: Neyyire Gül Işık
Metis Yayınları

Kuşatma Hali, Goytisolo’nun Saraybosna tanıklığının romanı olarak çıkar karşımıza. Kuşatma altındaki kentin gerçekliğinde insanın/insanlığın yaşadığı dramın seyrine çıkarır okurunu yazar. Savaşı, çatışmayı var eden her bir şeyi bir bir gözler önüne serer anlatıcı. Yazarın vicdanı, yaşanan durumu kayda geçmeyi zorunlu kılar.

Çokdilli/çokkültürlü toplumun bir anda nasıl ayrıştırmaya yöneldiğinin öyküsüne akıl çağının bilgisiyle bakar Goytisolo. Asıl kuşatmanın nerede/nasıl başladığını da gösterir. Bu da gelen içyıkımların birer göstergesi olarak karşımıza çıkar.

Onun bir tür “veda” metni olan Ara Perde, bir başka yüzleşme öyküsüdür. Eşi Monique’in ölümü üzerine yaşadığı Marakeş’ten hem içdünyasına hem de yaşadığı coğrafyanın duygu/düşünce iklimine bakar. Onu, “garip bir Avrupalı” kılan her şeyin izlerine burada rastlarız işte. Osmanlı’nın İstanbul’u kitabı ile yan yana koyduğumuzda, sürgün kimliği kadar dünya yurttaşı kimliğinin de taşıdığı anlamı pekâlâ görebiliriz. Bize bizi anlatması ise Goytisolo’nun kültürel birikimin bir yansımasıdır.

Yasak Bölge, Çekişme Diyarında adını verdiği iki ciltlik anılarında onun hem yazın coğrafyasının izlerini hem de yaşamının farklı dönemlerinin birikimini gözleriz. Tarihlendirilen zamandansa yaşanan zamanlara döndürür bizi Goytisolo.

Yazmak için giden, yazarak var olan, her adımda insanlığa çağrısını yineleyen Juan Goytisolo; yersiz yurtsuz bir bakışla dünya dilinin nasıl kurulabileceğini da anlatıyor bize. 

_______

(*) Juan Goytisolo, Saraybosna Yazıları; Çev.: Ayşen Gür,1996, Nisan Yayınları, 80 s.

(**) Juan Goytisolo, Yeryüzünde Bir Sürgün; Hazırlayan ve Çeviren: Neyire Gül Işık, 1992, Metis

Yay., 188 s.

Arka Kapak dergisi 22. sayı