Şeyma Özdemir

Radyodan Bütün Gün Saçlarının Dağınıklığını Söylediler, Ümit Güçlü’nün ikinci şiir kitabı. Genç şairin yaşadığı dünyayla alâkalı dinmeyen bir kavgası var. Haliyle gündelik yaşamın o telaşesi, gürültüsü, agresifliği bir ton olarak yer alıyor mısralarında. Yeri geliyor, “alt katların nefretiyle bağırıyor”, kimi zaman “koşup lavaboya sarılıyor”. Kelimelerle çektiği fotoğraflarda diline akraba saydığı şairleri görüyorsunuz. Mesela Amerikalı şair Lawrence Ferlinghetti, “kireçsiz, badanasız, tıkış tıkış evlerin çok ötesinde (belki de hemen dibinde)” ses veriyor. “yitik dünyadan resimler”e bakıyor, “dünyadan çıkış yolları”nı ararken…

Hızlı şiir, düşük vites…

Genç şair, sokak ağzını şiire tahvil ediyor ki, kanaatimizce bu mayınlı bir arazi. Elde dedektörsüz bir yolculuğu tercih ettiği belli; ancak patlayan bombalar sadece ses efekti olarak geçmiyor kulaklardan. Sonrası için elini, ayağını, gözünü kaybetme riski var, ki bu da yazın anlamında yolun henüz başında olan biri için oldukça muhataralı. Konuyu biraz daha somutlaştıralım: Mesela “gölge oyunları” isimli şiirinin bir yerinde şöyle diyor: “rüyamda her şeyi bilen bi adamla konuştuk / cebinden bir kibrit çıkarıp / mumu yaktı / gölge oyunları düzenledi.” Bu mısralar, Alberto Manguel’in deyişiyle “Türkiye’nin büyük ve kudretli kişileriyle alay edebilen ulusal kahramanı Karagöz’e selam veriyor. Şiirini bu sinematografik dil üzerine inşa etseydi, ortaya nefis bir tasvir çıkacakken; Güçlü, “Bim, Şok, A101, Migros, sahte ayfon alıp satan doğubank esnafın” âdeta boca ediyor. Bir şairin ruh dünyasını tahlil etmek oldukça mesai isteyen, sancılı ve zahmetli bir ameliye. Ama büyük Alman şair Rilke’nin “Çünkü mısralar sanıldığı gibi duyguların değil, yaşamış olmanın verimidir.” sözüyle aynaya her baktığında konuşmalı. Çünkü “hızlı şiir”ler yazan birinin şarampole yuvarlanmaması için arada bir frene basması, yahut virajları düşük viteste geçmesi icap eder.

Genç şair, ana akım edebiyat kanonundan biri bunu anlıyoruz. Onun şu cümleleri, II. Yeni’nin kolektif gibi gözükse de ‘bireyci, yalnız, kişisel dertleriyle hemhâl’ tavrıyla imtizaç ediyor, “Kuşağım için bir ‘çıkış yolu’ aramıyorum. Zaten bahsettiğin kuşak olarak, kendi şiir yazdığımız dönemde (2010-2015) herkes tarafından ciddiye alınıp herkes tarafından konuşulduk. Yani bizim zaten kendi yolumuz var. Bu soruyu bu genç insanların kitaplarını yayımlatmamak için “olağanüstü çaba” sarf eden, sürü halinde hareket etmekten utanmayan, genç bir yazarı kontrol etmek için plan yapan insanlara sormak lazım.” O zaman “Wait and see.” diyoruz!

Sevgilinin sese gelmesini beklemek

Ümit Güçlü’nün şiirlerinden yer yer (öykündüğünü tahmin ettiğim) Sami Baydar ve Hüseyin Atlansoy’un sedası duyuluyor. “Buzun dili”ni konuşmaya çalışıyor; ama kendi icat ettiği alfabede “mors” olma ihtimali de söz konusu. Biri, (Bu, belki de satır aralarında hararetle, arzuyla istediği sevgilisidir.) kulağına “game over” demeden, şiirin o sağaltıcı merhemlerini kullanmasını salık veririz. Bir diğer tenkit ise İsmet Özel’in o rijit şiir adlarını, “barikat, barut, neşter, zehir” diyerek devam ettirmesi. “Sevgilinin sese gelmesini” istiyor ve alternatif bir dünya yaratmak kaygısındaysa daha sakin, daha ayakları toprağa basan, iç uyaklara ve düşselliğe kapı aralayan bir dil kurgulamak zorunda sanki. Her ne kadar “karanlık, bohem, sıkılmış, umutsuz birisi olarak şiir yazmadığını” serdetse de, bence ruhunu masanın karşısına alıp bir sulh muahedesi imza etmeli. Buna pekâlâ “saldırmazlık paktı” da diyebiliriz.

Bütün bunların yanı sıra Ümit Güçlü’nün “bir derginin şairi olan, oradaki şiirlerin şairi gibidir” düsturunun üstünü çizmesi, ayrıca alkışa ve kayda değer bir davranış. Çünkü o, “kulelerin diliyle konuşamıyor, bilmiyor.” Sözün özü genç şaire, Godot’yu Bekleyen Sameul Beckett’ın kelimeleriyle seslenmek istiyorum: “Yeryüzündesin. Bunun bir tedavisi yok!” 

Arka Kapak dergisi 22 sayı