Mehmed Ali Çalışkan

İsmet Özel’in kimsenin inkâr edemeyeceği ustalıktaki üstün şiiri, bir sanatın en güzel örneğini vermek, sanat aracılığıyla kendini gerçeklemek veya topluma sanatı ile katkıda bulunmak gibi gayelerle sınırlı bir şiir değil. Bunu hepimiz biliyoruz. Özel, gençliğinde resme meraklıymış, ancak bu sanatın pahalı bir uğraş olması nedeniyle şiiri seçmiş. Bir sohbetinde, “Eğer resim yapsaydım, yaptığım tablo dünyanın zulmedenlerini korkutur, telaşa düşürürdü.” demişti. Şüphesiz şiirine de böyle bir anlam yüklüyor İsmet Özel. Dilin imkânlarını hayal edemeyeceğimiz ölçüde önümüze seren şairin derdi elbette bizlere entelektüel bir dil sarhoşluğu hediye etmek değil o, dünyanın egemenlerini korkutmak istiyor. Onun şiiri bir hesaplaşma şiiri.

“Bir Yusuf Masalı”nı da böyle okumalıyız. Yine muhteşem bir sanat eseri olarak bize duyabileceğimiz en güzel masalı anlatıyor ama öte yandan belki tüm ömrü boyunca tefsir etmeye çalıştığı manifestoyu en veciz haliyle özetliyor. Bu şiirinden İsmet Özel manifestosunu tam olarak çıkaracak maharet ve teçhizata sahip değilim, ancak bu şiir tarafından etkilenen her birey gibi dünyaya yönelik felsefi bakış açımla nasıl çarpıştığını anlatmak isterim.

İsmet Özel şiiri niçin yazdığını anlattığı “Sebeb-i Telif” bölümünde Alman filozof Immanuel Kant’ın şu meşhur sözüne atıf yapıyor: “İki şey var ki, ruhumu hep yeni, hep artan bir hayranlık ve müthiş bir saygıyla dolduruyor: Üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlâk yasası.”

Üstümde yıldızlı gök demişti Königsbergli 
içerimde ahlâk yasası. 
Yasa mı? Kimin için? Neyi
 berkitir yasa? 

İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek 
idam 
mangasındasın içinde yasa varsa. 
Girmem, girmedim mangalara 
Yer etmedi 
adalet duygusu 
içimde benim 
çünkü ben 
ömrümce adle boyun
 eğdim. 
Yıldızlı gökten bana soracak olursanız 
kösnüdüm ona karşı
 
onu hep altımda istedim.

Kant, modern düşüncenin temelini oluşturan felsefesini inşa ederken insani bilgiyi sınırlamakla işe başladı. Numen olan, yani şeylerin ardında onları var kılan şeyi bilemeyiz; insan kendi zihin kategorilerini o bilemeyeceğimiz kendinde şeyden gelenle, yine bizde olan zaman ve mekân içgörümüzde birleştirir ve ortaya fenomen çıkar. Gerçeklik insanda inşa olur ve fenomenaldir. Kant numen alanda hiçbir bilgiye sahip olamayacağımızı belirtir ve Tanrı dahi Kant’a göre insan zihninin işlevsel ve regulatif idesidir. Şu halde ahlâk da Kant’a göre dışarıdan vaz edilen bir öğreti değil, insanın kendi yapısallığında onunla bitişik bir yasalılıktır ve insanın kendi Tanrı idesiyle ilişkili olsa da sonuç itibariyle bir tür ödev ilkesine bağlı iç düzenektir. Kant’ın tüm bu felsefesi aslında modernliğin bir açılımı. Bilgi (özelde bilim) üretmenin matematiksel tavırla terbiye edildiği modern düşüncenin temeli , Newton biliminin bir tür tefsiri.

Oysa İsmet Özel hem hayat görüşü hem şiiri ile numen olanı açığa çıkarmak peşinde. Ondan ümidi kesmez. Bu yüzden adalet insanın numen alana boyun eğmesidir, kendi iç yasası değil. Bu bağlamda İsmet Özel, insanlığın başına gelen büyük bir aldatmaca olarak gördüğü modernliği eleştirmek için “Bir Yusuf Masalı”nı yazdığını izhar etmiş oluyor. “Bir Yusuf Masalı” belki de numen olanı arayan, onu açığa çıkaran, Kant’ın insanı sınırlayan tavrına karşılık, insanı özgürleştirmeye, evrenin arkasındaki sırla buluşturmaya yönelik bir yürüyüş.

Üç cinden bahseder İsmet Özel: haz, eylem ve ödev cini. Bunlar tabiatın mayasında olan üç kuvvet. Dolayısıyla varoluş bir hazla eyliyor ve ancak bu eylemenin bir telosu yani ödevi var. İsmet Özel ödevi insandan çıkararak Kant’a karşı en önemli hamlesini yapmış oluyor. Yeryüzü bir ödevle dönmektedir ve bir amaca yürümektedir. Yusuf ise insanoğlunu temsilen yeryüzüne güzelliği getiren kişi. Özel’in Yusuf’un şahsında veciz satırlarda ifade ettiği o güzellik, hazla eyleyip ödevle yönlenen yeryüzünün hiç matuf olmadığı bir derinlik. Ancak Yusuf’la hazzın da, eylemenin de, ödevin de bir anlamı olacaktır. Ancak güzellik insana kaldığında derinliğini yitiriyor, insanoğlu bütün umursamazlığı ve yeryüzüne karşı duruşu ile kendi güzelliğini veyahut güzelliğindeki o derinliği kaybediyor. Bu yüzden cinler yani yeryüzü, Yusuf’u yani güzelliği kaçırıp kendine katmalıdır.

Nitekim öyle de olur. Cinler Yusuf’u kaçırır. Peki Özel, yeryüzünü betimlemek için niçin cin alegorisini kullanır. Masalsı bir dil yaratmak için mi? Cinlerin masal diline katkısı elbette tartışılmaz, ama Özel cin imgeleriyle yeryüzünün numenal alanını açığa çıkarmak ister. Yeryüzü sadece zihnimizde inşa ettiğimiz bir fenomen değil, arkasında bilgisine ulaşabileceğimiz bir numenal alandır da.

Masalın diğer baş kahramanlarından birisi Şivekar, Yusuf’u arayan, onun izini süren bir sevgilidir. Şivekar güzelliğin peşinde olmanın gerekliliğini anlatır bize. Bu güzellik için elimizdeki ekmeği de kaybedebiliriz yeri gelir. Şivekar’ın Yusuf’la karşılaştığı o bahçe, yeryüzünün tarifidir. Yusuf o bahçede hapistir, cinlerden öğrendiği numaralarla tabiatla kaynaşmış, onun bir unsuru olmuş vaziyettedir. Şivekar ise onun dünya tarafıdır. İnsanlar arasındaki yerini ona hatırlatan insan tarafıdır.

Peki Özel’in şiirinde insan nedir? “Bir Yusuf Masalı”ndaki insan bana yeryüzüne yabancı olarak tasvir edilmiş gibi geldi. Dönüp Üç Mesele’yi tekrar okudum. İsmet Özel’in yabancılaşma teorisine karşı o şiddetli duruşunu tekrar hatırlamak için. Ancak bu şiirde İsmet Özel’in yabancılaşmayı manifestosuna daha doğal bir yolla kattığını görebiliriz. İnsan yeryüzüne yabancıdır, evet güzeldir, güzelliği temsil eder ama yabancıdır. Yeryüzü Şivekar’ın derede ilerlerken tahta perdenin arkasında gördüğü o güzel bahçedir. Ve bu bahçede yeryüzü (cinler ile temsil edilir) bir uyumdur, her türlü halden her türlü hale dönüşebilen, dala konan, göğe uçan, yere giren, denizde yüzen bir hayattır. Yusuf daha insanlara tam karışmadan küçükken cinler tarafından kaçırıldığı için bu uyuma ilimle dahil olmuştur, velev ki Şivekar yabancıdır.

Bu yabancılık Şivekar’ın Yusuf’un halkını bulmasıyla doruğa çıkar. Artık kara bir şehirdeyiz. Burası yeryüzü değil dünyadır. İnsan yeryüzüne yabancı olduğu için dünyayı inşa etmiştir. Cinler gibi halden hale giremez; gökte kuş, karada aslan, denizde balık olamaz. Yeryüzü insana her türlü engeli çıkarır; o tüm güzelliğine rağmen yabancıdır, insan kalmak istediği müddetçe uyum sağlayamaz. Bu yüzden ortaya dünya çıkar. İsmet Özel şüphesiz bu dünyayı olumlamaz, onun manifestosunda dünya kara bir şehirdir. Ama onu kabul eder. Tıpkı şu meşhur asfalt yol alegorisi gibi. Yeryüzü Yusuf’u geri ister, dünyanın çirkinliğine o güzelliği yakıştıramaz, kuşlar, ağaçlar, balıklar, çiçekler gibi yeryüzüne dâhil olmalıdır Yusuf. Cinler insana meydan okur. Yusuf’u istediğiniz kadar güçlü bir yapının içine koyun, eğer kırar alırsak onu bizimdir, değilse artık sizindir.

İşte hikayenin temel fikri bu sonda gizli. Yine Üç Mesele’de Özel’in teknikle ilgili makalelerine geri dönmek bu noktada çok işe yarar. Bunu okura bırakıyorum. Nitekim masalın sonunda geçen kurşun kubbe insanın tekniğini imler. Özel’in insanlık ve cinlerin sınırı dediği yerde, dünya ile yeryüzünün sınırında, kurşun bir kubbe inşa edilir, bu kubbe dünyaya aittir, eğer bu meydan okumada yıkılmaz ise Yusuf dünyada kalacaktır:

Cinler kanatlarını kaldırıp

Vurdular dev kubbeye

Her vuruşta etraf

Zangırdadı, gümbürdedi

Hem vuruyor, hem çığlık atıyorlardı:

“Yusuuuf! Çık da bir kaşık kanını içelim”

Yeryüzünde bin bir hilesi olan cinler dünyada çaresiz kalır. İnsanoğlunun alaşımı bilinmeyen (belki de beton) kubbesine kanatlarının tüm gücüyle vururlar. İsmet Özel’in o saldırı sahnesini anlattığı dizelerde okurun zihninde yer gök inler, depremler seller olur, ama işte o kubbe yıkılmaz. Yusuf dünyada kalır. Cinler insanın kendisine yabancı olan yeryüzünü kendisine uyumlu kılmak için onu dünyalaştıran gücüne yani tekniğe yenik düşmüştür. Nihayetinde insan kazanmıştır. Yeryüzü güçlerini alıp küçük bahçesine çekilmiştir, bu sefer Yusuf’suz. Yusuf şimdi tüm güzelliğiyle insanların arasında. Güzellik kalacak mı, yoksa kara şehrin karalığında her geçen gün derinliğini kayıp mı edecektir?

Yusuf artık cinlerle değil

Yine de sormak lazım

Kavuşmak denir mi

Hep bir arada bulunmaya? 

Arka Kapak dergisi 26. sayı