Nazlı Karabıyıkoğlu

Osmanlı vatandaşı bir Ermeni aydını olan Sarkis Srents’in, Ermeniceden çevirip 1912-13 yılları boyunca Servet-i Fünun dergisinde yayımladığı öyküler şimdi elimizde bir kitap toplamında duruyor. Yayımlanışlarının 100. yılında, yeniden Türkçeleştirilerek Aras Yayınları (Mayıs, 2012) tarafından basılan eserde 8 yazarın 14 öyküsü/anlatısı bulunuyor. Sunuş yazısında da ısrarla söylendiği gibi, tüm bu öyküler (ya da anlatılar) Ermeni Edebiyatı Numuneleri adı altında tekrar basılmamış, Batı Ermenicesinin tamamen unutulduğu, Osmanlıcanın artık kullanılmadığı günümüzde “Ermeni Edebiyatı Numuneleri-1913” ismi konularak basımı gerçekleştirilmiştir. Bu açıdan bakıldığında hikâyelerin ve anlatıların yayımlandıkları ilk zamanlarda üstlendikleri toplumsal işlevin, artık nefes almadığını söylemek yanlış olmaz. Buna rağmen, 1910’lu yılların ilk yarısının toplumsal, kültürel, sosyal ve siyasi yapısı göz önünde bulundurulduğunda, bu edebiyat numunelerinin Ermeni ve Türk toplumlarının benzerliklerini anlatmada müthiş bir becerisi olduğu göz ardı edilmemelidir.

İyi bir eğitimci, psikolog ve pedagog olan Sarkis Srents, 8 yazardan aldığı bu 14 öyküyü ve anlatıyı tercüme edip kitaplaştırmaya karar verdikten sonra, dönemin dört ünlü Osmanlı aydınından kitap üzerine övgü yazıları almayı başarır. “Beğenceler” ismiyle kitabın başına eklediği bu bölümde Abdullah Cevdet, Harutyun Şahrigyan, Süleyman Nazif ve Şahabettin Süleyman’ın yazıları da yer alır. Srent, kitabın en sonuna da 8 yazarın biyografilerini ekler ve kitap Bâb-ı Âli yolunu tutar. O zamanlar beş kuruş karşılığında Osmanlı Kütüphanesinden alınabileceği duyurulan kitap, Aras Yayıncılık tarafından tam 100 yıl sonra yeniden basılmıştır.

Kitap için çevirinin çevirisi diyebiliriz. Srents’in zamanında Ermeniceden çevirdiği metnin, hafif Osmanlıca kokuları yayan bir Türkçeyle okuyucuya yeterince yalın bir okuma süreci sunmayacağı düşünülmüş. Mahir Ünsal Eriş ve Ari Şekeryan metnin Türkçeleştirilmesi üzerine çalışarak şimdi elimizde tuttuğumuz metni ortaya çıkarmışlar. Burada kitabın güzelliği ortaya çıkıyor: Metinleri her iki şekilde de takip etmek isteyen meraklı okuyucu için, numuneler aynı akışta hem Eski Türkçe hem de günümüz Türkçesiyle verilmiş.

Krikor Zohrab, Avedis Avaronyan, Dikran Gamsaragan, Zabel Asadur ve Hrand Asadur’un yazdıklarının genel olarak hikâye türüne daha yakın olduğunu söylemek mümkün. Krikor Zohrab’ın hikâyelerinde bir konakta hizmetçi olarak işe başlayan Dikranuhi’nin başından geçenler ve dönemin hizmetçilerinin benzer makûs talihleri, platonik bir aşka dair kurulan hayallere pencere önündeki fesleğenin tanıklığı ve Zapuğon adlı bir hırsızın sonu hüsranla biten aşkı anlatılır. Bunlar o zamanlardaki hayatı izleyebilmek adına başarılı öyküler sayılabilir. Zohrab’ın yanında, Avedis Avaronyan’ın yazdıklarına öykü diyebiliriz. Çağdaşlarına göre daha yoğun ve rafine bir anlatımla yazan Avaronyan’ın Münzevi adlı öyküsü, yalnız ve bıkkın bir adamın Paris sokaklarında yaşadıklarını anlatır. “Hapishane Müdürü” ve “Yoldaş” başlıklarına böldüğü Zindanda adlı öyküsündeyse Avaronyan, Poevari bir anlatımla, bir hapishane yaşananları kaleme almıştır. Dikran Gamsaragan ise okuyucuyu, İstanbul’un sokaklarından birine alır götürür. Hani Sait Faik gelip üstüne çalışsa, onun öykülerinin tadına bürünebilecek bir öykü anlatır Gamsaragan. Haro adlı bu öykü, İstanbul’a hamal veya kendi tabiriyle ‘rençper’ olmak için gelen Haro’nun kimsenin çeviremediği bir tulumba çarkını, sokağın bir köşesinde nasıl çevirdiğini anlatır.

Zabel Asadur’sa Boa adlı hikâyesinde, psikolojik analize yer vermiştir. Genç ve güzel bir kadın olan Makrig’in Beyoğlu sokaklarında kızına doktor bulmak için koştururken bir giyim mağazasında gördüğü boayı (hikâyede geçen tasvirinden boanın boyna atılan bir tür tüylü şal olduğu düşünülür) cebimdeki tüm parayla nefsine yenik düşerek satın alması anlatılır. Asadur’un diğer öyküsü Serena da psikolojik ağırlığıyla diğer metinlerden ayrılır. Babasının vefatıyla Bursa’dan İstanbul’a göç eden, evlenme yaşı geçti geçecek bir kızın bu yeni şehirde tutunmaya çalışması irdelenmiştir. Hrand Asadur’un Balo adlı hikâyesindeyse uzun yıllara yayılan bir aşk anlatılır. Bu hikâye, klasik bir Yeşilçam filminin senaryosundan pek de farksız değildir.

Yazdıklarının daha deneysel olmasıyla seçkideki diğer yazarlardan ayrılan Rupen Zartanyan, Avedik İsahagyan ve Zabel Yaseyan ise yazılarında aşkı, Buddha’yı ve hayatı anlatırlar. Bütün bu yazarları bir arada ele alırsak, dönemin toplumsal değişimlerini, kadının toplumdaki yerini, birtakım sokak hâllerini ve bireye dönük ruh çözümlemelerini görürüz. Yayımlandıkları dönemde iki millet arasında yakınlaşma doğurması umulan bu metinleri, aynı yıllarda Türk yazarlar tarafından kaleme alınan metinlerden ayırmak hemen hemen imkânsızdır.

Kitabın başında yer alan beğenceler, o zamanın Ermeni ve Türk edebiyatını kıyaslama ve numunelerin etkisini ölçme açısından yararlı olabilir. Örneğin Abdullah Cevdet, Srents’in derlediği kitap için: “Ermeni vatandaşlarımızın ruhunu bize daha çok anlatacak ve daha çok sevdirecektir,” dedikten sonra, “Ermeni vatandaşlarımızın ruhunu dedim, evet, edebiyatçılar, şairler bir milletin ruhudurlar, bir milletten bunlar çıkarıldıktan sonra o milletten ne kalır? His ve ileti yeteneğini çıkarırsanız insanda etten başka ne kalır?” diye sözlerine devam etmektedir. Şahabettin Süleyman’sa Srents’e hitaben şöyle seslenir: “Bir Arapla dindaş olduğum hâlde, (onlarla) pek güçlükle kaynaşabiliyorken sizlerden biriyle çok kolay birleşebiliyor, çok kolay yakınlık kurabiliyorum… Çünkü aramızda alışkanlıklar, ihtiyaçlar, hatta hayatı algılama tarzı, özellikle dil –çünkü siz hepiniz bizim dilimizi bilirsiniz- itibariyle birçok benzerlik ve yakınlık vardır. İşte siz Ermeni Edebiyatıyla bu sebeplere bir yenisini daha eklemiş oldunuz.”

Ermeni Edebiyatı Numuneleri-1913’ü okumak, kitabı her iki sayfada eski ve yeni dille izlemek okuyucunun aklında bazı sorular doğurabilir: Bu edebi metinler birbirine daha fazla kaynaşabilir miydi, birbirlerini besleyip büyütebilirler miydi, gün yüzüne çıkaramadığımız kaç tane daha öykü/anlatı/söylence var, kaybolup giden bir dil bu topluma kaç öyküye mal oldu? Yitirdiklerimizi bir kenara koyarsak, en azından şimdi ortak öykülere sahip çıkabiliriz. Bu açıdan Ermeni Edebiyatı Numuneleri-1913 okunmayı hak eden öyküler vadediyor.

Bu ürüne babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Ermeni Edebiyatı Numuneleri 1913 – Sarkis Srents
Aras Yayıncılık