Tuğba Güner

Kalıplaşmış durumları alaşağı eden ve olaylara bakış açısıyla bizi şaşkınlığa uğratan bir yönetmen Lanthimos. Sinema algısında alışılmış kurallara oturtamadığımız bir dili var. Alt üst edici, yıkıcı, huzur bozucu gibi isimlendirmeleri Lanthimos’un filmleri için rahatlıkla kullanabiliriz. Kuralları sorgulatıyor, sorular sormanıza sebep oluyor, meşru sistem üzerine uzun süre düşünmenizi sağlıyor ve gündelik yaşantıya adapte olmanızı bir süre zorlaştıracak sahneler sunuyor. Bu yüzden filmlerinde Haneke, Lars Von Trier tadı alabilmeniz mümkün. Yönetmenin filmografisinde üç uzun metrajlı filmi var, Köpek Dişi, Alpler ve The Lobster. Biz bu yazıda ilk iki filmini ele alacağız. Aslında sinema kariyeri 2001 yılında hocası Lakis Lazopoulos ile birlikte yönettiği ortak iş olan My Best Friend sayılmazsa, Kinetta ile başlatılabilir. 2005 yılında gösterime giren Kinetta neredeyse sözsüz olan, sürreal ögelerin bol olduğu deneysel bir sinema sunuyor. Kimileri tarafından amatör olarak isimlendirilse de yönetmenin hiç de sıradan olmayan işlere imza atacağının sinyallerini veriyor. Onun sinemasını anlamak ve sevip sevmeyeceğinize karar vermek için üç filmini araya farklı yapımlar koymadan izlemenizde fayda var.

KÖPEK DİŞİ 2009: İlk işlerinden ziyade Köpek Dişi ile tanınan ve kendisini ispatlayan yönetmen, diğer filmlerinde de farklı açılardan ele alacağı aile kurumunun yorumu ile karşımıza çıkıyor. Sonrasında çekeceği filmlerde bizi bolca sarsmaya devam edeceğini anladığımız Lanthimos, Köpek Dişi ile sağlam bir izleyici kitlesine sahip oluyor. Film açıkça şunu söylüyor: “İçinde yaşadığınız toplum, kültür ve devletin eğitim politikası ne ise siz O’sunuz. “ Dogtooth aileleri tarafından dış dünyadan tamamen izole edilmiş, adeta eve hapsedilmiş üç kardeşi ele alıyor. Öyle bir ev ki distopik bir dünyayı bünyesinde barındırıyor. Bu dünyada isimler manipüle edilerek, çocuklara ailelerinin yükledikleri anlamlar ile dayatılıyor. Sarı çiçeklere zombi denirken telefon tuz kelimesi ile isimlendiriliyor. Sevimli kediler birer yaratık, evin korkuluklarının dışına adım atmak ölümcül olarak bilinçaltında yer ediniyor. Dışarısı ile herhangi bir iletişim ve bilgi akışı kesinlikle yok. Peki, evden dışarı nasıl çıkabilirler diye düşündüğümüzde baba bize şu yanıtı veriyor. “Bir çocuk ne zaman evden çıkabilir? Sağ köpek dişi düştüğünde. Evden yalnızca araba ile güvenle çıkabilirsiniz. Arabayı ne zaman kullanabilirsiniz? Sağ köpek dişi tekrar çıktığında. “ Yoksa kediler sizi yer. Kontrolleri sağlayan ise ilkel ve zaman zaman vahşi kuralları ile çocuklarını denetim altında tutmaya çalışan otoriter bir baba. Otoriteye karşı gelirsen cezanı da alıyorsun. Eğer güç sarsılmaya başlıyorsa korku politikaları geliştiriliyor. Çünkü düşman yoksa otoritenin ne manası kalır? Kediler ve dış dünya düşman olarak yaratılıyor. Böylece ipler babanın elinde kalarak oluşturulmuş sistem sancılı da olsa ilerlemeye devam ediyor. Bütün bunların sebebi, ailenin dış dünyanın tehlikeli olduğuna çocuklarını ve kendilerini inandırması. Aile çocuklarını dış dünyanın zararlarından korumak için onların yalnızlaşması ve gelişmemesi uğruna böyle bir kapalı dünya meydana getirerek onlara tahmin ettiklerinden daha fazla zarar veriyor. Lanthimos, erkin çekirdek temsilcisi olan aile üzerinden devlet, yasalar hatta okuldaki eğitime bile kapsamlı bir eleştiri fırlatıyor. Sınırları çizilmiş bilgiler, fotokopileşmiş insanlar, ezberlenmiş kurallar. Ama ne kadar izole bir ortam olursa olsun insan zihni öyle uçsuz bucaksızdır ki eninde sonunda daha fazlasını merak edecektir. Nitekim filmin doruk noktasındaki çatışmayı oluşturan durum çocukların evin dışındaki dünyayı eve giren bir kız vasıtasıyla merak etmeleri ile açığa çıkıyor. Baba, erkek çocuğunun cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için eve ara sıra bir kız alıyor. Eve gelip gitmeye başlayan kız, uyarılara rağmen çocukların dünyasına istemsiz olarak farklı kelimeler, düşünceler sokuyor. Farklı kelimeler de haliyle farklı bir hayat, farklı düşünceler çağrıştırıyor ve içinden çıkılması zor olaylar meydana geliyor. Çocuklarda ortaya çıkan merak ve sınırları aşma isteği çok can yakıcı olsa da sonuç bulmak istiyor. Ama bilinçlenmemiş bir bireyin isyanı ne derece başarılı sonuç doğurabilir ki? Lanthimos bunun cevabını ucu açık final ile izleyiciye bırakıyor. Film size soğuk duş etkisi yaratabilir. Bazı sahnelerin sınırlarda dolaştığını hatta seyircileri rahatsız edebileceğini söylemek mümkün. Fakat anne babası tarafından farklı bir dünya yaratılmış ve oranın kurallarına göre yaşayan çocukların davranışlarını gördüğünüzde yanlış bir şey olmadığını da rahatlıkla söyleyebiliyorsunuz. Bu durum senaryonun ne kadar uç olursa olsun sizi hikâyeye dâhil edebilmiş olmasından kaynaklanıyor. 2009 Yılında Yunanistan’ın Oscar adayı olan film kimilerine göre korku-komedi kimilerine göre ise dram. Bu sarsıcı ve aile sistemi eleştirisi sunan filmi izleyip Lanthimos’un diğer filmlerini izlemeyi tercih edip etmemek seyirciye kalıyor. Psikolojik- sosyolojik ögeleri çok güzel bütünleştiren film elbette ki yönetmenin diğer filmleri gibi rahatsız edici çünkü yerleşik algılarımıza meydan okuyor ki Lanthimos’un zaten yapmak istediği de bu. Korkudan dolayı bir arada duruyormuş gibi yapmanın göze battığı, şiddet, yalan, kan dolu sahnelerin olduğu film işlevsiz, çürümüş aile ile ilgili çekilmiş en vurucu yapımlardan birisi. Benzersiz hikâyesiyle Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış Ödülü’nün de sahibi oluyor.

ALPLER 2011: Büyük çıkışını Köpek Dişi ile yaptıktan sonra karakter ve hikâyesi ile yine farklı bir film ile karşımıza çıkıyor Lanthimos. Bu filmiyle Venedik Film Festivali’nde en iyi senaryo ödülünün de sahibi oluyor. Temelde özgürlük kavramı, yan hikâyelerde ise aile kurumu yine filmde önemli bir yer tutuyor. Bir hemşire, sağlık görevlisi, jimnastikçi ve onun koçu Alpler adında bir şirket kurarlar. Bu şirket, ölen kişilerin yerine geçilerek yakınlarına hizmet vermeyi amaçlar. Böylece ölümle birlikte ortaya çıkan boşluk bir süre de olsa doldurulmuş olur ve yavaş yavaş o kişinin ölmüş olduğuna yakınları da kendilerini hazırlar. Şirketin ilkeleri arasında gizlilik, duygusal ilişkilerin olmaması ve yerine geçtiğiniz kişinin yakınları-ailesi sizden ne istiyorsa yapmak durumunda olmanız var. Ama birilerinin bu sistemi bozması, Lanthimos filmlerinde beklenen bir durum olarak açığa çıkıyor ve o kişi de hemşire oluyor. Geride kalan insanların zor zamanlarını daha kolay atlatabilmeleri için oynanan bu oyunda aslında onların yerine geçen karakterler de kendi hayatlarındaki boşluğu dolduruyorlar. Bu durum izlemesi zorlayıcı olan ilk yarım saat sonrasında ve hemşire ile iyice gözler önüne serilse de diğer karakterlerdeki durumun biraz kafa karıştırıcı olduğu ve farklı alt metinleri barındırdığını da söylemek gerekiyor. Hemşire yerine geçtiği her insanda aslında babası tarafından görmediği sevgiyi, insanlar tarafından değer görme açlığını doyuruyor. Birilerinin yerine geçerek onlarmış gibi yaptıkça öz benliğinden uzaklaşarak gerçeklik algısını yitiriyor. Alpler, Lanthimos severlerin kalbini Köpek Dişi kadar fethetmese de yönetmen yine kendi tarzını konuşturuyor ve artık çok rahat bir Lanthimos Sineması’ndan bahsetmek mümkün. Film eğer sizi içine çekebilirse tam manasıyla kimlik bunalımının sarsıcı bir öyküsünü sunuyor. Önceki filmine nazaran görsel hafızamıza nüfuz edip şok edici sahneler kullanmak yerine filmi tek düze bir şekilde izlerken zihin dünyamıza hücum ediyor. Filmi izleyince şu klasik söylemi düşünmeden de edemiyoruz, gidenler kalanlardan daha mı şanslı? 

Arka Kapak dergisi 15. sayı