Şukûfe Kostantınevî / @hidrellez_

İnsanın zamanı, öncesiyle ve geleceğiyle bilme, takvimlendirme kaygısı ve merakı insanlık tarihi kadar eski. İkbal merakı, tarım hasadının uygun vakti, geçmişte yaşamışların başına gelenlere olan merak vs. derken, zamanla başı arada olan insanlar bu merakı melekleştirmişler. Bahsim, biz burada yok iken neler olduğunu araştıran ve öğreten müverrihler (tarihçi deyip geçmek yetmiyor bu mesleğe), toplumun namaz gibi, göç gibi zamana dayalı pratiklerini doğru zamanda yapması için çaba sarf eden muvakkitler ve aslen astronomi bilgini olmalarına rağmen gelecek zamanın eşref saatini bilip başta hükümdarlar olmak üzere bu bilgiye talip olanları bilgilendiren kişi olarak hatırladığımı müneccimler…

Geçmişte ne olup bittiğini dert etmek, gündelik hayat derdi içinde pek bir lüks olsa da, asırlarca insanlığın bir kısmının merak skalasında yerini almış. Son yüz yıla kadar, daha çok devletlülerin neler yaptığı, çatışma zamanlarında nasıl bir tavır takındığı, iyi bir idare için nelerin elzem olduğu üzerinde durulsa da geçmişteki tecrübeleri merak etmekten uzak duramamış insanlar. İlk zamanlar kâinatın, yeryüzünün, tabiat olaylarının Tanrıların veya Tanrı’nın tarihi, peygamberlerin, dinler tarafından kutsal kabul edilmiş evliyaların yaşamları, geçmişi merak edenlerin ilk eriştiği hikâyeler (story/history) olmuş. Sonra arkası gelmiş. Bunlar kutsal ve dinler tarihini anlatan kitaplarda yerini alırken, kabileler ve devletlerin nasıl yaşaya kaldığı, hükümdarların zor zamanlarda nasıl davrandığı, halkına ne diye ve nasıl hitap ettiği, göz yıldırma ve haşmet gösterme için yazdırılan şehnamelerde yer bulmuş.

İnsanın, dümdüz, sıradan insanın tarihi ise uzun süre suskun kalmış. Örneğin, Bolu’nun Çağa kazasının derbent köyü olan Kösvirân’da, ömrünü derbentten geçenleri haber vermek için kös vurarak geçiren Ali’nin (adını hayal ediyoruz) tarihi pek enteresan bulunmamış. Kösvirânlı Ali, devletin bir vergi mükellefi olsaydı, bir suça karışsaydı, Sicilli-i Osmanî’de adı anılacak bir devletli, müderris yahut bir din görevlisi olsa idi, belki hakkında arşivlerde bir kayda rastlardık. Fakat Ali, köyündeki herhangi bir ağaç ya da kuş gibi yaşayıp, ömrünü tamamladı ve biz hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Yakın zamana kadar gerekli de görmüyorduk.

Müverrihlere dönelim. Tarih atmak, vaktini bildirmek anlamına gelen tarih kelimesinin ism-i faili olan müverrih, tarih yazan, ebced hesabıyla tarih düşüren kimse demek. Yaşadığı yahut kendinden evvelki dönemleri, zamane kaynakları ile herhangi bir sebeple (hükümdar isteği, medresede okutmak gayesi ya da kişisel merak) kayda geçiren kişi idi. Sarayda her günün kaydının tutan vakanüvislerle beraber, tarihyazımına katkısı olan herkesi içine alan bir tanımdır.

Yaşadığı zamanın olaylarını yazıp bugünlerde okumamızı sağlayanlar da şüphesiz pek kıymetli fakat, bilginin çok kolay dolaşıma sokulduğu kaynaklara rahatlıkla ulaşıldığı şu günlerden bakıldığında, bulabildikleri kaynaklarla mufasssal tarih yazan müverrihler zamanlarının çılgın madencileri gibi gelir bana. Hezarfen Hüseyin Efendi’yi düşünelim. Katip Çelebi’den sonra, eserlerinde Batı kaynaklarını kullanan Hüseyin Efendi’nin, bir dünya tarihi olan Tenkih-i Tevarih-i Mülük adlı eserini ortaya koyarkenki azmini, karşılaştığı zorlukları hayal dahi edemiyorum.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 1.sayısında yayınlanmıştır.