Elif Kurt

Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir.”
Jorge L. Borges

Alıntıya bakacak olursak bir kütüphane, kitap, kitaplık vb. üzerinden bir romantizm yapacağımı zannetmiş olabilirsiniz. Fakat niyetim hiç de -tamam birazcık belki- o yönde değil. Mevzu şu ki, sözün sahibi olan Jorge Luis Borges -muhakkak ki biraz da başak burcu olmasının etkisi var- oldukça sistematik ve düzenli (ve fakat aslında kaos olan, ki bunu bilahare konuşacağız) bir dizayn ile evreni sonsuz bir kütüphane olarak tasarladı ve edebiyatımıza bu muhteşem hayali mekanı armağan etti. Fakat bu cazibeli kurmaca, seneler geçtikçe, kitap sayfalarından ve zihinlerdeki mekanından taştı. Borges’in derlediği fantastik öykü dizisine isim babalığı yaptı. 1941’de yayımlanan Ficciones: Hayaller ve Hikayeler kitabında yer alan “Babil Kitaplığı” öyküsünde şu cezbedici cümleyi kurar Borges: “Kitaplık’ta gelmiş geçmiş kitapların tümünün bulunduğu açıklandığında, ilk izlenim engin bir mutluluktu. İnsanlar el değmemiş gizli bir hazinenin sahibi gibi oldular”. Ve o altıgen duvarlardan oluşan sonsuz kitaplığı şöyle tasvir eder: “Her yanda beşer uzun raftan toplam yirmi beş raf, biri dışında duvarların tümünü kaplamaktadır, rafların yüksekliği, tavandan zeminedir, sıradan bir kitaplığınkini pek aşmaz. Açıktaki kenarlardan biri dar bir geçide, ilk geçidin ve ötekilerin tıpkısı bir başka dehlize açılır. Geçidin sol ve sağ yanında iki küçücük hücre vardır.”

Her biri “boşluk, nokta, virgül ve abece’nin 22 harfinden” oluşan 410 sayfalık eserlerin hiçbiri birbirinin aynı değildir ve Borges tasvirini şöyle detaylandırır:Altıgenin duvarlarının her birine beş raf düşmektedir; her rafta genel düzenleri tıpkı, otuz iki kitap bulunur; her kitap, dört yüz on sayfadır; her sayfa kırk satırlık, her satır da yaklaşık seksen siyah harfliktir.”

Borges aslında bir mimar ya da bir mühendis değil. Önce bir okur, sonra da fevkalade bir yazar, kütüphaneci, şair, akademisyen. Borges 1899 yılında Buenos Aires’te doğdu. 1938’de de doğduğu memleketin kütüphanesinde memurluğa başladı. Buradaki işi hafif olan Borges, Ficciones ve Alef adlı kitabında toplanan ünlü hikayelerini bu zaman diliminde yazdı. Virginia Woolf ve William Faulkner’ın eserleri İspanyolcaya ilk kez bu dönemde Borges tarafından kazandırıldı. Ayrıca yine bu dönemde H. Bustos Domecq takma adıyla dedektif hikayeleri yazdı. Yazımıza konu olan “Babil Kitaplığı” öyküsünü ise Borges, Sur Dergisi’ne kitap eleştirileri yazdığı sırada kaleme aldı. Buraya kadar anlatılanlar, başarılı bir yazarın adının bilge arama motorlarına yazıldığı vakit ulaşılabilecek bilgileriydi. Sıkıntılarla dolu -ve bir o kadar da muhteşemliklerle- hayatı için dahasını edinebilirsiniz. Fakat asıl soru, Borges’i diğer herhangi bir ütopya tasarımcısından, sonsuz bir kütüphane tasarlaması dışında, ayırt eden özellik neydi?

Öncelikle şunu belirtmek gerek, pek çok kimse “Babil Kitaplığı” anlatısını gerçeküstü kabul etmesine rağmen gerçekdışı olarak algılamadı. Borges, büyülü gerçeklik akımının önemli bir ismi idi. Alçaklığın Evrensel Tarihi adlı eseri bu akımın ilk çalışması olarak kabul edilir. Büyülü gerçekliğin gerçeküstücülük ve fantastiklikten ayrıldığı nokta, düşsel öğeleri, olağandışılığı tamamıyla izah edilemez bırakmamasıdır. Bir başka deyişle, aklımızın iplerine labirentli ve ustaca anlatımlar ile hakim olurken, zihnimize de hitap ederek gerçeği düşe boyar. Ve düşler öyle gerçektir ki okur asla mümkünlerin kıyısından ayrılmaz. Borges bunu öyle ustaca yapmıştır ki kendini ona teslim eden okurun da bu hikayeleri, yazıldığı sayfalarda salt kelime şeklinde bırakmamasına şaşmamalı. “Babil Kitaplığı” öncelikle Borges’in bir derleme dizisine ismini verdi. Buenos Aires’teki kütüphanenin yöneticisiyken kütüphaneden yararlanmasını bildi, pek çok okuma yaptı. Kendisinin zaten yeterince büyülediği okurlarına, fantastikliğin mürekkebi olduğu kalemlerden derlemeler yaptı. Bu düşsel edebiyatın en kıymetlilerini oluşturan metinleri bir araya getirdi. Her bir kitap için önsöz yazdı. Ve en özel hikayelerinden biri olan “Babil Kitaplığı”, seriye ismini vererek İtalyan baskısı ile 1975-85 yılları arasında basıldı.

Ülkemizde de orijinal İtalyan kapak tasarımıyla Dost Kitabevi tarafından dilimize kazandırılarak okurla buluştu “Babil Kitaplığı” serisi. İstisnalar dışında, tercüme kaliteleriyle de oldukça keyif verici bir okuma imkanı sunuyor. Özellikle Wells’in Duvardaki Kapı’sı ve Tomris Uyar’ın tercümesini yaptığı Poe’nun Çalınan Mektup’u, en iyilerinden diyebilirim. 30 kitaptan oluşan seride Wilde, Melville, Kafka, Lugones, Voltaire gibi Borges tarafından seri kapsamında metinleri derlenen ve Dost Kitabevince de dilimize kazandırılan öykücü isimler var. Babil Kitaplığı sadece seriye isim babası olmakla kalmamış elbet. e-Babil Kitaplığı diyebileceğimiz bir çalışma ile sanal ortamda tam da Borges’in tarif ettiği biçimde canlandırılmış. www.libraryofbabel.info adlı site Amerikalı yazar Jonathan Basile tarafından Borges’ten esinlenerek kuruldu. Muhtemel bütün kitapların yer aldığı Babil Kitaplığı’nı sanal ortamda kuran Basile, öyküdeki tarife uyarak okuru bir görsel gezintiye çıkartıyor. 410 sayfalık muhtemel kitapların bulunduğu altıgen dehlizlerden oluşan sanal kütüphane biraz karmaşık haliyle. Fakat Borges’in de öykünün sonunda dile getirdiği gibi, bir süre sonra anlam kazanmaya başlıyor: “Kitaplık sınırsız ve sarmaldır. Bir sonsuzluk yolcusu ondan geçerek hangi yöne giderse gitsin, yüzyıllar sonra aynı ciltlerin aynı bozuk düzende yinelendiğini görecektir (ve böyle bir yineleniş, yeni bir düzene değişecektir: Biricik Düzen’e). Yalnızlığım, bu soylu umutla avunuyor.”

Sadece yazınsal boyutuyla gerçekleştirilmeye çalışılan bir düş olarak kalmamış Babil Kütüphanesi. Mimari açıdan da sonsuz altıgenler ve tam merkezinde her şeyi kapsayan noktayı barındıran aynalı ve koridorlu bu tasvirin cazibesine tasarımcıların kapılmamasına şaşılırdı zaten. Kitaplığın yapısını inceleyen ve çözümleyen iki çalışma Graphisoft yarışması için hazırlanmıştı. 2001 Yılı Graphisoft Ödülleri’nde Borges’in “Babil Kitaplığı” öyküsünün mekân yaratımı ile Hartmut Yiebster ve Bergit Hillmer mansiyon ödülü almıştı. Kitaplığın sınırsız yapısını ifade eden tasarımlarında, altıgen odacıklardan oluşan ve bu odacıkların sonsuza kadar tekrar edebileceği yapılar hazırlamışlardı. Odacıkların içindeki aynalar ile sonsuzluğu üretmenin yanı sıra, Borges’in “Alef” öyküsünde yer alan Alef noktasının tüm evreni içine alma özelliğine atıfta bulunulmuştu.

Buralara nereden geldik? Şehir kütüphanesinde, ki burada ona Kitapsaray derler, dolanırken raflarda denk geldiğim Dost Kitabevi’nin Babil Kitaplığı serisine rastlamam sonrasında. Oturduğum şehir kütüphanesinde Babil Kitaplığı’na dalıp gitmiştim tüm bunları okurken ve dahi yazarken. Evren neden sonsuz bir kütüphane olmasındı ki, hele de cennet neden bir kütüphaneden başka bir mekan olsundu. Ve sevgili Borges’in bahsettiği bir sonsuzluk yolcusunun yalnızlığını avutan o soylu umut; yinelenen bozuk düzenin evrileceği Biricik Düzen… Düşte mi kalmalıydı, peşine düşüp aranan bir gerçeklik mi olmalıydı.

Sabredip de sonuna kadar geldiysen sevgili okur, minik bir sırrı hak ettin. Borges kurmaca ve gerçeğin birbirine aykırı olmadığını söyler ya, Aziz Nesin’in şu sözüyle aslında bildiğin o minik sırrı paylaşıyorum: “Yaşamın gerçeği uydurmanın sınırlarını aşıyor.” Hem de ne…

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 1.sayısında yayınlanmıştır.