Nihal Yormaz

Hiç Stefan Zweig okudunuz mu? Son dönemlerde eski isimleri ve klasikleşmiş eserlerini yeniden parlatma modasından nasibini almış Zweig’ı hiç okumayanlarımız bile şu sıralar yeni yeni keşfetmeye başlamış olsalar gerek. Peki, kimdir bu Zweig? Şöyle kısaca değinecek olursak; 1881-1942 yılları arasında yaşamış Yahudi kökenli Avusturyalı bir yazardır. Zweig, varlıklı bir ailenin çocuğu olmasının yanı sıra eğitimini edebiyat ve kültür üzerine almış, birçok Batı diline hâkim, felsefeyle de yakinen ilgili, hatırı sayılır bir edebiyatçıdır. 1. Dünya savaşı sırasında memur olan Zweig, savaşın ardından Salzburg’a taşınır ve orada ilk evliliğini yapar. Uzun yıllarını geçirdiği Salzburg’da James Joyce, Paul Valery, Thomas Mann, Franz Werfel ve Romain Rolland gibi önemli isimlerle ahbaplık kurar. Fakat kötü kader Zweig’ın yakasına yapışır ve kitapları 1933 yılında Nazi zulmü kapsamında toplatılarak yakılır. Zweig’ın bu zulümden nasibini almış olmasının sebebi elbette ki Yahudi kökenli olmasıdır. Bu zulüm onu, kendi elleriyle hazırladığı sonuna yavaş yavaş yaklaştırmaya başlar. Memleketini terk eder, Londra’ya yerleşir, ilk eşinden ayrılır ve ilk romanı Kalbin Sabırsızlığı’nı yazar. İngiliz vatandaşlığına geçer ve sonrasında da Brezilya’ya yerleşir. Bu kez yanında yeni eşi vardır. Nazi zulmünün sonsuza dek süreceğine dair kapıldığı karamsar ruh hâlinden çıkamayan yazar, 22 Şubat 1942’de ardında bir mektup bırakır ve eşiyle birlikte intihar ederek aramızdan ayrılır.

Aydın bir kişilik olan Zweig, savaş karşıtı söylemleriyle tanınır. Hatta Nazilerin insanlık için yarattığı büyük tehlikeye istinaden söylediği şu sözleri de son derece meşhurdur: “Çok büyük bir felakete sürüklendiğimizin farkında olduğunuzu sanıyorum. Edebiyat yaşamımız yok olacak…” Zweig’ın eserlerine şöyle bir baktığınızda baskın öğenin kadın ve kadın tutkusu olduğunu görmek mümkün ve Zweig, eserlerinde kadının iç dünyasını öylesine derin bir şekilde kaleme alır ki bu satırları yazanın bir erkek olduğuna inanmakta zorluk çekersiniz. Zweig’ın kaleminin sizi kendine bağlamasının en büyük sebebi belki de bu inandırıcılığıdır. Bu konuda bu kadar iyi olmasının sebebi ise yaptığı psikolojik inceleme ve araştırmalarını eserlerine yansıtmayı başarması ve bununla da kalmayıp bu incelemelerden elde ettiği çıkarımlarını eserlerine ustalıkla yedirmesidir. Ama biz şimdi dilerseniz önceliği Zweig’ın bunu nasıl yaptığına değil, eserlerine yansıyan kadınlarına bir göz atalım:

1. Korku

İlk eserimiz Korku. Yazarın bu eserindeki kadın kahramanımız kocasını aldatan Irene. Zweig eserde, kadın ruhunu ve düşüncelerini Irene’in kocasına yakalanma korkusu üzerinden işliyor. Zweig’ın sizi şantaj ve korku kapanına kısılıp kalan, kendisine kocası tarafından gösterilen tüm anlayışa rağmen bir türlü hata yapmaktan geri durmayan ve zamanla korkunç bir ruhsal değişimin ve çöküşün kurbanı olan bir kadının hikâyesine nasıl sürüklediğine siz de inanamayacaksınız. Kitaptan sürpriz bir son beklemeyin, tek yapmanız gereken; korku yaşayan kadının iç dünyasında kopan fırtınalara kendinizi kaptırmak ve büyülenmek.

Bir Kadının Yaşamından

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
Stefan Zweig
İş Bankası Kültür Yayınları

2. Bir Kadının Yaşamından 24 Saat 

Bu eserde yazar karşımıza yine aldatma temasıyla çıkıyor fakat sonra mevzuyu biraz değiştirerek orta yaşlarını biraz geçmiş Mrs. C. adlı bir kadının hikâyesiyle bizi başka bir yaşanmışlığın içine sürüklüyor. Hayatınızda okuyabileceğiniz en kısa ancak en derin kitaplardan biri olan bu eser, Mrs. C.’nin yıllar önce hayatının yalnızca 24 saatlik bir süreç içerisinde nasıl değiştiğini ve neler kaybettiğini anlatmasıyla renkleniyor. Yine inanılmaz vurucu tasvirler, uzun uzun anlatılan kadına özel duygu patlamaları ve yine eşsiz bir üslup.

3. Merhamet 

Zweig’ın bu eserinin birkaç farklı isimle baskısı bulunuyor. Acımak, Acı Duygular, Kalbin Sabırsızlığı, Sabırsız Yürek ve Tehlikeli Merhamet isimleriyle de okuyucuyla buluşan kitaba her ne isim verilmiş olursa olsun, her hâlükârda müthiş bir duygu yoğunluğunun kokusu alınıyor. Romanda ara sıra hafif bir Yeşilçam filmi havası sezilse de bu durum kitabın bir kusuru olmaktan çok, kitabı çok daha okunur bir hâle getiriyor. (En azından Türk okuyucusu için.) Romanda Zweig, Avusturyalı genç ve tecrübesiz bir subay olan Teğmen Hoffmiller’ın hayatından İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaşadığı ve hayata bakış açınızı tamamen değiştirecek bir kesiti paylaşıyor. Zweig, Hoffmiller’in görev gereği gittiği bir kasabada tesadüfen tanıştığı kasabanın soylularından biri olan Bay Kekesfalva’nın belden aşağısı felçli olan kızına duyduğu acımayla karışık merhamet duygusunu öylesine olağanüstü psikolojik tahlillerle aktarıyor ki kitap bitmeden başından kalkamıyorsunuz. Merhamet duygusunun yoğun bir şekilde vurgulandığı bu kitap, her ne kadar bir kadının ağzından aktarılmasa da müsebbibi bir kadın olduğu için, bu listede yer almayı hak ediyor.

4. “Mecburiyet”

Bu eser, Stefan Zweig’in 1. Dünya Savaşı öncesinden 2. Dünya Savaşı sonrasına kadar yayımlanmış öykülerini bir araya getiren Hayatın Mucizeleri adlı bir seçki içerisinde yer alıyor. Derin psikolojik çözümlemeler elbette ki burada da peşimizi bırakmıyor. Seçkinin en vurucu öyküsü ise açık ara farkla “Mecburiyet” kesinlikle. Öyküyü çarpıcı ve vurucu kılan ise zorunlu askerlik ve savaş karşıtı söylemlerden ziyade bu söylemleri kocasını savaşa göndermemek için direnen bir kadın karakterin ağzından okuyor olmanız. Anlayacağınız Zweig bu öyküsünde de yine kalemini konuşturuyor.

5. “Wondrak”

Bir önceki maddede bahsettiğimiz seçkide yer alan bir diğer öyküyü de kadına dair bir metin olması sebebiyle listemize dahil etmek istedim. “Wondrak” adlı bu öykü, çirkin olduğu için toplumda itilip kakılan ve hatta insan yerine bile konulmayan bir kadının dramını konu alıyor. Bu kadının tecavüze uğrayıp hamile kalmasına ve de sahip olduğu, çocuğunu mükemmel bir şekilde büyütüp yetiştirme arzusuna eşlik eden annelik içgüdüsüne, bu içgüdünün en çılgın hâline hayretler içinde tanık oluyorsunuz. Öncekilerde olduğu gibi bu öyküde de nasıl oluyor da bir erkeğin kaleminden bu kadar derin kadınsal duygu analizleri çıkabildiğine hayret ediyorsunuz.

6. “Erika Ewald’ın Aşkı” 

Zweig’in Karmaşık Duygular adlı eseri içinde yer alan öykülerinden biri olan “Erika Ewald’ın Aşkı”, bir kadının platonik aşkının, bu aşkın onda yarattığı duyguların, toplanamayan cesaretin, yaşanan korkunun ve bunlar yüzünden kaçırılan fırsatların konu edildiği bir öykü. Zweig’ın eşsiz analizleriyle büyüleyici bir hâl alan bu buhranlı öykü, mutlaka okunması gereken kadın temalı öyküler arasındaki yerini alıyor.

Bilinmeyen-Bir-Kadin

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Stefan Zweig
İş Bankası Kültür Yayınları

7. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Bu mektup, bir kadının çocukluğundan beri âşık olduğu bir adama yazdığı ilk ve son aşk mektubudur. Mektup ilerledikçe kadının büyümesine, olgunlaşmasına, acılarına ve anlık mutluluklarına şahit olur ve hem kadının değişen hayatını, hem de adamın bu kadının hayatındaki yerini sorgulamaya başlarsınız. Çocukluk aşkının tutkulu bir yetişkin aşkına dönüşmesini Zweig’ın abartılı duygu patlaması tasvirleriyle fazlasıyla derinden yaşar ve kendinizi bu aşkın hazin sonunu merak ederken bulursunuz.

Âşık olduğu adamdan başka hiçbir şey düşünmeyen, düşünemeyen bir kadının bu saplantılı duygu hâlini esefle seyre dalarsınız ve daldığınız o yerden sizi, o kadının yıllarca hayalini kurduğu erkeğe kavuşma anı bir anda çıkarıverir. İşte asıl hikâye de burada başlar.

Eserlerinde psikolojik çıkmazlara bol bol yer veren Zweig, bu sefer de kendini hapsolduğu saplantılı aşkından bir türlü çekip çıkaramayan bu kadının iç dünyasına ruhunuzda iz bırakacak bir başka duyguya parmak basarak değinmeyi seçer: Hatırlanma arzusu. Kadın, adamın eve davet ettiği diğer kadınlardan bir farkı olmadığını bilmesine rağmen ömrü boyunca âşık olduğu adam tarafından hatırlanmayı arzu eder. Bütün bir ömür boyunca hayal edilen ancak asla gerçekleşmeyen bir arzu olan “hatırlanma arzusu” öyküyü canlı tutan neredeyse tek unsurdur. 

Yaşanan tek bir gecenin ardından, kadına bu mektubu yazdıran şey ise bu öyküde ilginizi çekecek en önemli detaydır ancak bu detay da klasik Yeşilçam filmlerinden oldukça aşina olduğumuz bir durumun âdeta bir yansımasıdır. Her satırında kalbinizin bir yerine dokunmayı başlayan bu öyküde şu ve benzeri birçok aforizma olabilecek cümleye rastlarsınız:

“… fakat bir kadın, duyguları sözcükler olmasa da, her şey apaçık ortaya dökülmese de, her şeyi hisseder.”

Toparlayacak olursak, Zweig’ın birçok eserinde gördüğümüz derin karakter incelemelerine, eserin başkahramanı bir kadın olunca daha da bir ilgi duyuyor insan zira eril bir kişinin, bir kadını böylesine derinden anlaması ve anlatması sanıldığı kadar kolay olmasa gerek diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Ve bir kadını bu derece iyi analiz edebilen bir erkek yazarın kaleminden çıkan her satır da okunmaya değer diye düşünüyorum. Bu kadar eserin hiçbirinde hayal kırıklığına uğramayışıma bakacak olursak da sanıyorum ki yanılmıyorum. 

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 18.sayısında yayınlanmıştır.