Röportaj: Zeynep Erdun  ( Çev: Mert Şer)

Merhaba Kimberley! Türkiye’de 4 kitabınız çıktı. Fakat biz bunlardan en çok Kır Çiçeği Tepesi (Wildflower Hill) kitabınızı çok sevdik. Herkes bu romanınızı konuştu. Bu romanınızın diğer romanlardan daha çok sevilmesinin sırrı sizce nedir?

Gerçekten bilmiyorum. Belki Avustralya Türk okuyucular için egzotik bir yerdir ya da belki de Beattie’nin güçlü ve zorlu bir kadın karakter olması okuyucuyla özdeşleşmiş olabilir. Kitabın orada çok sevilmiş olması beni çok onurlandırdı. Evimde pijamalarımla yazdığım, sonu Türkiye gibi uzak ve güzel bir yerde biten bir hikâyeyi düşünmek güzel.

Kır Çiçeği Tepesi’ndeki Charlie karakterini o kadar gerçekçi anlatmışsınız ki sizin için çok ayrı bir yeri olduğunu hissettirdiniz. Bu karakteri oluştururken gerçek bir kişiden mi ilham aldınız? Charlie hakkında neler söylemek istersiniz?

Hayatım boyunca her zaman, harika eşlere sahip olduğum için şanslıydım. İlk eşim ve ikinci eşim, her ikisi de oldukça centilmen, kabiliyetli adamlardır. İlhamımı tanıdığım en harika adamdan aldım. Onun sessiz, sakin güçlü bir hâli var ve bence bu bir erkeği oldukça çekici yapıyor …

Kır Çiçeği Tepesi’nde haksızlığa uğramış bir kadının adım adım yükselmesini ve tüm yalnızlığına karşın hayata karşı dimdik duruşunu okuduk. Fakat sonunda yaşadığı bir kayıptan dolayı çok üzüldük. Bununla ilgili okurlardan eleştiriler aldınız mı?

Evet, birçok okuyucu kitap bittikten sonra ne olduğunu öğrenmek istedi. Emma ve Lucy aralarındaki dostluğu geliştirdiler mi? Mutlu oldular mı? Lucy, Beattie’yi affetti mi? Böyle şeyler gerçek hayatta daha karmaşık olabiliyor ama benim hayal dünyamda Lucy, Emma’yı hayatına kabul etti. Aralarını düzelttiler.

Kitaplarınızın hepsinde bir kadının güçlü duruşundan, azminden, yaşadığı aşk her ne olursa olsun arkasında durması gerektiğini belirtiyorsunuz. Aşk için yapılabilecek tüm fedakârlıkları karakterlerinize yaptırıyorsunuz. Peki, gerçek yaşamda da bu mümkün müdür? Aşk her türlü fedakârlığı hak eder mi?

Aşk, fedakârlık gerektiren tek şeydir. Ama kadınların kime âşık oldukları konusunda dikkatli olmaları gerektiği de kitaplarımın bir diğer konusu. Kadınlar hakkında yazmayı çok daha fazla seviyorum. Bu benim için bir hikâye yaratmayı kolaylaştırıyor. Çünkü hikâyeler her zaman problemi olan bir karakter etrafında şekilleniyor. Tarih boyunca kendinden emin kadınlar, her zaman kendi problemlerini yaratırlar…

Romanlarınızda genelde hep bir yasak aşk temasını işliyorsunuz. Farklılıklarından dolayı insanların utanmaması gerektiğini ve aşklarını her hâlükârda yaşaması gerektiğini savunuyor musunuz?

İnsan her kimi seviyorsa, yaş, ırk, sınıf farkı ve cinsiyet gözetmeden sevmesi gerektiğini düşünüyorum. Aşk dünyadaki en kudretli ve en güzel güç. Bununla birlikte, bazen aşkın bile üstesinden gelemeyeceği zorluklar da vardır. Bu yüzden kadınların yıkıcı, baskıcı bir ilişkiyi ne zaman bitirmeleri gerektiğini de iyi bilmeleri gerekir.

“Kimberley Freeman” ismini büyükannenizden aldığınızı biliyoruz. Bu isimle kitap çıkarma fikri nereden aklınıza geldi, büyükanneniz sizin için neden bu kadar değerli ve büyükannenizin hayatındaki unsurlardan esinlendiğiniz doğru mu?

Büyükannem inanılmaz bir kadındı. O güçlü, kararlı ve çok güzeldi. Ona hayrandım, kitap ve okuma aşkımı ona borçluyum. İlk kitabım çıkmadan birkaç ay önce hayatını kaybetti. Bu yüzden çok üzgünüm. Ama biliyorum ki eğer hayatta olsaydı benimle çok gurur duyardı…

Kitaplarda yazdığınız şehirlerin hepsi ayrı bir güzel. Betimlemeleriniz o kadar gerçek ki hayalini kurması zor olmuyor. Siz romanlarınıza mekân seçerken nasıl esinleniyorsunuz? Seçimlerinizi daha önce gittiğiniz yerlerden mi yapıyorsunuz?

Onlar çoğu zaman ya gerçek yerlerdir ya da gerçek yerler üzerinde kurguladığım mekanlardır. Seyahat etmek, bunun için muhteşem bir bahane! Fakat bazen istediğim her yere gitme şansım olmuyor, ben de daha çok araştırmak ve hayal gücümü kullanmak zorunda kalıyorum.. Hikâyelerimdeki yerleri, gitmeyi düşündüğüm ve hakkında daha çok şey öğrenmek istediklerimden seçiyorum. Böylece yazarken aynı zamanda öğrenmiş de oluyorum.

Kor Adası (Ember Island) kitabınızdaki yerel bir cezaevinden bahsetmişsiniz. Romanın içeriğinde gotik edebiyata yer verdiğinizi görüyoruz. Gizem ve korku unsurlarını kullanarak okuyucuyu gizemi çözmeye itiyorsunuz. Acaba yeni yazacağınız kitaplarda bunu daha yoğun olarak kullanmayı düşündünüz mü?

Evet, şuan ana hatlarıyla fazlaca gotik ve gizem içeren bir kitap üzerinde çalışıyorum. Kitap dağlardaki eski bir yatılı okulda geçiyor. Sır ya da gizem her zaman kitaplarımın bir parçasıdır. Ve umarım öyle olmaya da devam eder.

Deniz Feneri Koyu (Lighthouse Bay) kitabınızda bir çocuk karakteri yazdınız. Öyle yazdınız ki biz anneler, empati yaparak çocuğu bağrımıza basmak istedik. Kitabın karakteri olan Isabella’nın annelik duygularını çok iyi işlemişsiniz. Bunu kendi anneliğinizden ilham alarak mı yazdınız? Çocuğunuz var mı?

Evet, 2 tane çocuğum var. Erkek olan 14, kız olan 10 yaşında. Çocuk sahibi olmak içimdeki bazı derin hisleri uyandırdı ve ben de bu hisler hakkında yazmaya bayılıyorum. Deniz Feneri Koyu’nu yazmadan hemen önce bir arkadaşım bebeğini kaybetmişti ve ben bunu nasıl bir his olduğunu düşünmeden edemiyordum. Bu düşünceyi durdurmak ve kafamın içinden söküp atabilmek için yazdım.

Yazarlık hikâyeniz nasıl başladı?

Her zaman yazı yazdım, hatta küçük bir kızken bile. Hikâyelerimi yazmadan önce insanlara anlatmaya bayılırdım. Bir hikâyeyi okumakla, bir hikâyeyi yazma zevki arasında benim için hiçbir fark yoktu. Bu bana nefes almak kadar doğal gelen bir şeydi. Yirmili yaşlarıma geldiğim zaman bu işi biraz daha ciddiye almaya başladım. Ve 27 yaşımda ilk kitabım yayınlandı.

Yazmak sizce bir yetenek işi mi? Bu kadar gizemi parçalara ayırarak okuyucuya sunmak ve sonunda altın vuruşu yapmak, çalışarak başaracağımız bir şey midir?

İnsanların nasıl yazmaları gerektiğini öğrenebileceklerine inanıyorum ama eğer biraz doğal yeteneğiniz de varsa bu size daha da yardımcı olacaktır. Hepsinden daha önemli olansa çok şey okumak ve hikâyelerin nasıl işlediğini iyi anlamaktır. Bu yüzden her zaman kitap okurum, hatta aynı kitabı iki kere okurum. İlkinde okumayı sevdiğim için, ikincisindeyse yazarın ne yaptığını çözmek için okurum.

Türkiye’ye gelmeyi düşünüyor musunuz?

Çok isterim, Türkiye çok güzel ve büyüleyici görünüyor. Bizans dönemiyle ilgili birçok kitap okudum ve bazı tarihi yerleri, binaları görmeyi çok isterim.

Türkiye’de 4 kitabınız Arkadya Yayınları tarafından basıldı. Harika tasarımları ve ayraçlarıyla okurları kendine hayran bırakan yayınevi bu sefer 2007 yılında yazmış olduğunuz Esir Şarkılar Vadisi isimli kitabınızı basmaya hazırlanıyor. Bize kitaptan biraz bahseder misiniz?

Esir Şarkılar Vadisi aslında birbirini tanımayan ama çok derin ve sonunda onları bir araya getirecek maceralarla birbirine bağlanmış iki kadın hakkında. Kitabın İki tane çok güçlü, iradeli karakteri var. Hikâye onların hayatlarının izini sürüyor, ta ki sarsıcı bir olay onları bir araya getirene kadar.

Yazarlığın yanı sıra başka bir meslekle ilgileniyor musunuz?

Yazarlık dışında yazmak ve yayıncılık hakkında Queensland Üniversitesi’nde ders veriyorum.

En sevdiğiniz yazar ve kitap nedir?

Birçok kitabı seviyorum. Ama Charlotte Bronte’den Jane Eyre ve JRR. Tolkien’den Yüzüklerin Efendisi serisi benim favorilerim. Ayrıca Marian Keyes’in yazdığı her şeye bayılıyorum.

Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim. 

Arka Kapak dergisi 20. sayı