İdris Mahfi

Raviyân-ı ahbar, nakilân-ı âsâr ve muhaddisân-ı ruzigâr’ın mümtazlarından Hayri İrdal, Saatleri Ayarlarma Enstitüsü nâm romanın muharriri Ahmed Hamdi Tanpınar’ın kaleminden şöylece nakl u rivayet eylemektedir ki: “Zengin mirasyedi, müflis veya tutunmuş tüccar, şöhretsiz şair, gazeteci, ressam, yüksek memur, satranç ve dama ustaları, eski pehlivanlar, bir iki Darülfünun hocası, bir yığın talebe, aktörler, musikişinaslar, hülasa her mektepten adam… Kâinat gibi, bu kıraathanedeki insanlar da kat kat, lahana gibiydi. Bu lahana benzetmesi de bizzat şahsıma aittir, belirtmeden geçemeyeceğim. Bu kahvede neler konuşulmazdı? Tarih, Bergson felsefesi, Aristo mantığı, Yunan şiiri, psikanaliz, ispirtizma, alelade dedikodu, çıplak hikâye, korku veya meraklı macera, günlük siyasi hadiseler… Lahana gibi kat kat demiştim. En üstte Nizamıâlemciler var idi, dünyayı düzeltmek zahmetini üstlerine alan bu aristokratların altında daha geniş bir tabakaya ‘Esafil-i Şark’ adı verilmişti. Onlar da kültürden, medeniyetten bu kahvedeki müşterek hayata yarayacak kadarını almakla yetinen günlük hazların ve geçim sıkıntısının veya çaresizliklerinin dışında yalnızca komiğin, aksayanın üzerinde zararsızca durmakla yetinirlerdi. Nihayet üçüncü bir tabaka, Şiş Taifesi gelirdi. Şiş, hiçbir inceliği olmayan, şehir hayatına intibak etmemiş, yahut kaba insiyaklarını yenememiş insanlardı. Şiş Taifesi’nden bir insan kavga edebilirdi, bir Esafil-i Şark veya Nizamcı, ancak şişliği tutarsa kavga ederdi. Binaenaleyh, Şiş’lik biraz da iptidaîlik manasına geliyordu. Ve yalnızca bu taife, belki de kalabalık olduğu için Yarım Şiş diye kendi içinde de ayrıca sınıflanırdı.”

Hayri İrdal’ın rengârenk atmosferiyle bahsettiği bu kahve, Beyazıt Meydanı’ndaki Küllük Kıraathanesi olup, Esafil-i Şark, yani şarkın sefilleri olarak zikrettiği topluluk bu kıraathanenin müdavimi olan zevata, tarihçi Emin Âli Çavlı’nın verdiği isimdir. Küllük, Esafil-i Şark’ın yazlık mekânı olup, bu göçmen münevverler kışı Letafet Apartmanı’ndaki Daruttaallim Kıraathanesi’nde geçirirlermiş. Bugünden bakınca bir “rüya takımı” görüntüsündeki kıraathane müdavimi olan bu zevat içerisinde kimler yok ki? Emin Âli Çavlı, Hilmi Ziyâ Ülken, Mükrimin Halil Yınanç, Mustafa Şekip Tunç, Hamamizade İhsan, Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Refkı Melul Meriç, Mustafa Nihat Özon, Ahmet Kutsi Tecer, Münib Tunç, Sıtkı Akozan gibi isimler çekirdek kadroyu oluşturmaktadır. Özellikle Küllük demlerinde zaman zaman rüya takımını katmerlendiren isimler ise Yahya Kemal Beyatlı, İbnülemin Mahmud Kemal, Nurullah Ataç, Çallı İbrahim, Abidin Dino, Peyami Safa, Nâzım Hikmet ve hatta Maarif Nazırı Hasan Âli Yücel. Manzum bir kıraathane destanı olan Küllüknâme müellifi Sıtkı Akozan, bu muhteşem edebiyat, sanat ve kültür çevresindeki isimleri ziyadesiyle sayar bir bir. Necip Fazıl, Mesut Cemil ile dostluğunu bu mecrada kurmuştur mesela. Faruk Nafiz Çamlıbel, “Onuncu Yıl Marşı”nın nakaratını Küllük kıraathanesinin tozlu masalarında yazıp Behçet Kemal’e göndermiş. Esafil-i Şark’ın muhteşem işsizi Nazmi Acar, koskoca İbnülemin Mahmud Kemal’i küplere bindirirmiş nükteleriyle. Bir kıraathaneden öte, hayat dolu bir kültür merkezi olmuş Küllük ve Daruttaalim. Ama şüphe yok ki bu mekânlara hayat verenler de ismini tadada yerimizin kalmadığı nice kalem ve sohbet erbabı olmuş, yani Esafil-i Şark.

Tanpınar’ın, Hayri İrdal’ın dilinden anlattığı gibi, her kesimden insanın bir araya gelip edebiyattan sanata, siyasetten günlük dedikodulara kadar kâh ciddi, kâh gülerek sohbet ettiği Zaviye-i Esâfil-i Şark olan bu kıraathâneleri değerli kılan, Tarık Buğra’nın “en güzel vakit öldürme şekli” olarak tavsif ettiği şekilde vakitlerini burada geçiren münevverlerdir hiç şüphesiz. Sohbetine iştirak edenlerin sınıfına, tahsiline bakmadan herkesi kucaklayan o mütevazı insanlar. Tarık Buğra, Esafil-i Şark’ın hassasını şöylece dile getirir: “Çünkü her biri bir ayaklı kütüphane idi. Tarih, edebiyat, kozmoğrafya, şifalı bitkiler, ahval-i âlem! Kısacası neler bilmezlerdi! Ve bildiklerini de ne güzel anlatırlardı! Onları dinler ve yazmanın, kitaplaştırmanın gereksizliğini anlardım. nitekim onlar da yazmaya gerek görmemişler, her biri, kendi dalında bir düzine eser verebilecek iken, yasak savmışlardır.”

Mekânları güzelleştiren hiç şüphesiz sakinleridir. Millete kıraathane açılacaksa da, evvelemirde içini dolduracak “Esafil-i Şark”a ihtiyaç var. Bilmem bugünün münevverleri de burnundan kıl aldırıp kıraathanelerde sefilliğe razı olurlar mı? İçine şark sefillerini dolduramazsanız, kütüphanelerde çay kahve ikramı yapın “Millet Kıraathanesi” açmak yerine, daha iyi. 

Arka Kapak dergisi 34. sayı