Yirminci yüzyıl modern mimarisinin temellerini atan Le Corbusier‘in efsaneye dönüşen, çokça tartışılan, tartışıldığı kadar anlaşılıp anlaşılmadığı muallakta olan kitabı Modulor nihayet Türkçede. Çevirisini Aziz Ufuk Kılıç‘ın yaptığı kitabın önsözünü de Modulor üzerine doktora tezini hazırlayan ve “Le Corbusier, Modulor’un Bedeni, Modern Mimarlıkta Hegemonik Erilliğin Eleştirisi” kitabını yazan Levent Şentürk kaleme aldı.

İki cilt halinde ve Modulor’un ölçü kurallarına uygun bir şekilde basımı yapılan kitap sadece mimarlıkla ilgilenenlerin değil, sosyal bilimcilerin, sanat eleştirmenlerinin de okuması ve tartışması gereken bir modern yüzyıl başyapıtı. Kitabı okumaya, kitapla didişmeye yardımcı olması açısından Levent Şentürk’le bir röportaj gerçekleştirdik.

Söyleşi: Kültigin Kağan Akbulut

En temelden başlamak istiyorum. Le Corbusier Modulor ile zamanının Fransız ve  İngiliz ölçü birimleri ile daha arkaik sayılabilecek altın oran ve insan bedeni üzerinde paralellikler kurup kendi sistemini, ‘modül’ünü geliştiriyor. Ölçü birimleri açısından bakarsak neden böyle bir ihtiyaç olduğunu düşünüyor ve kendi sistemini geliştiriyor?
Le Corbusier veya esas adıyla Charles Edouard-Jeanneret (çünkü Le Corbusier mimar ve kentçi kimliğinin mahlasıydı), söylediğiniz gibi, inç sistemi ile metrik sistemi birbirine bağlayacak, ikisini de uzlaştıracak bir sistem icat ettiği savındaydı. Ona göre iki dünya birbirinden kopartılmıştır; yapılması gereken, bu iki ayrı dünyayı yeniden bir araya getirmektir. Bu nedenle de mimarlığın yanı sıra, mekanikte de geçerli olacak, hem de evrensel biçimde ve pürüzsüzce işleyecek yeni bir sistem kurmaktı Le Corbusier’in amacı. Corbusier bunun kendi kafasındaki gerekçelerini Modulor’da ve ikinci ciltte uzun uzun anlatır. Esasında bunun temelde iki nedeni var Le Corbusier açısından; ya tarihsel nedenlerdir bunlar ya da güncel nedenler. Tarihsel nedenler, şanlı Batı tarihinin altın çağlarında her şeyin daha iyi olduğu biçimindeki klişeye yaslanarak açıklanır. Yani esasında Le Corbusier’nin kafasındaki tarih, bütünleşik bir tarihtir. Daha doğrusu bütünselleştirilmeyi bekleyen bir tarihtir. Unsurları dağınık haldedir; tek yapılacak şey, onları heroik biçimde yeniden birleştirmektir; büyük sanatçının misyonu da böylece belirlenmiş oluyor. Le Corbusier ilk kitapta emperyal çağlara övgüler düzer.

Bir yanıyla Le Corbusier, tarihsel olarak pek çok ölçü sisteminin bulunduğunun; bunların yereldeki dağınık, tutarsız ve birleştirilmeye dirençli halinin gayet iyi farkındadır. Tarihsel olarak bunlara epeyce örnek getirir ve okurunu bu konuda bilgilendirir. Ne var ki, tarihsel bakımdan böyle olmuş olması, Le Corbusier’yi durdurmaz; çünkü bugün yapılması gereken, ona göre, kapitalist dünyada yereldekine benzer farklılıkları ortadan kaldırmak ve tek bir evrensel sistem oturtmaktır. Le Corbusier bu keskin savını sık sık dile getirir kitapta; ancak asla bir kapitalizm güzellemesi biçiminde değil. Aksine, kapitalizmin mevcut halini devamlı eleştirir. Bu talebinin, yani evrensel ölçü sistemi talebinin gerekçesi, uyumdur. Modern dünyanın uyumsuzluklarını gidermek başlıca argümandır. Uyum ve birlik…

Le Corbusier’nin mimarlığa baktığı gibi işlevsel olarak bakarsak, Modulor Dünya Savaşları yıkımlarından sonra Avrupa’nın ve yeni bir ülke inşasına başlayan ABD’nin “inşaat furyasına” denk düşüyor, belki de bu ihtiyaçtan doğuyor. Dönemi ve Le Corbusier’nin tavrını biraz açmanızı isteyeceğim. Karşımızda mimari açısından nasıl bir dünya var ve Le Corbusier’nin buna tavrını nasıl okursunuz?
Esasında 1940’ların sonlarındaki Le Corbusier, eski pragmatistten epeyce farklı bir kimlik olarak karşımızda durur. Brüt beton kullanan, erken modernist villalarına benzer beyaz kutular değil de bambaşka yapılar yapan bir kişilik var. İkinci Dünya Savaşı sadece büyük bir yıkıma yol açmakla kalmadı. Sistemlere yönelik inançların sarsılmasına da neden oldu. Fransa bu söylem içinde kahramanlaştırılıyor. Le Corbusier, ülkenin yeniden tarihsel bir misyon yüklenebilmesini sağlayacak figürdür bu söylem içinde. Le Corbusier AFNOR ile çatışıyor; yani Fransa’nın standart enstitüsü ile. Bu standartlara karşı kendi standartlarını ACSORAL ile getirmek istiyor. Le Corbusier’nin özlediği şey, yani küresel kapitalizmin pürüzsüz bir “Modulor”luğa eriştiği, tekil ve uyumlu olduğu dünya 1940’larda ve 50’lerde elbette ortalarda yok. Hiçbir zaman da olmayacak. Corbusier bir gemi yolculuğu anlatır ilk kitabının başlarında. Bu, Avrupa’dan Kuzey Amerika’ya yaptığı heroik bir seferdir onun zihninde. Esasında ABD’de durum 1900’lerden önce bile Avrupa’dan başka türlüdür. Endüstriyel ahşap mimarisi özellikle de konut alanında sektörel bir yaygınlık kazanmıştır; kentler hızla inşa edilmektedir.

Gelgelelim, Le Corbusier’nin tavrı, bir inşaat furyası var, ben de bu furyadan nemalanayım, biçiminde değildir asla. Tam tersini düşünür. Daha büyük idealleri vardır, öncü olmayı ister daha çok. Yoksa zaten neden Modulor gibi bir sistem icat edip bütün üretim süreçlerini karşısına almayı istesin ki? Pragmatik davranıp, sektörde halim selim bir olmayı tercih etmemiştir. Modulor, savaş sonrasında dünyada fikri arayışların ve yeni umutların olduğu bir dönemde birçok dile çevrilip yaygınlaşmış ve başarı kazanmıştır. Modulor’un tuhaf bir manevi havası vardır bu bakımdan. Sayısal bir sistem olmasına karşın, ona inanacak kimselere ihtiyacı vardır Le Corbusier’nin. Bilimsel kanıt ile dinsel angajmanın birbirine karıştığı, birbirinin yerine geçtiği bir kült durumundadır aslında Modulor sistemi.

Kitapta hem Le Corbusier’nin sektörel yazışmalarını hem de akademiden gelen tepkilerini görüyoruz. Modulor dönemin akademisinde ve  sektörde nasıl karşılanmıştı?
Le Corbusier’ye göre, dünya böyle bir ihtiyacın henüz farkında değildir ama elbette kendisi farkındadır ve üreticilerle, sanayicilerle, bilim insanlarıyla veya devlet görevlileriyle yaptığı görüşmelere yer verir kitabında. Diyaloğu kimi kere belgeler eşliğinde yansız bir biçimde ortaya koyar ve misyonunun farkında olduğunu gösterir okuruna. Bütün bu insanları ikna etmeye çalışmaktadır. Okurların tepkilerinden memnundur çoğunlukla; mucizevi bir oyuncakla oynarken kendinden geçen okur, onun en sevdiğidir. Modulor’un dahiyane, tarihten süzülüp gelen, bilimle sanatın bileşimi muhteşem bir buluş olduğuna inandırmak ister Le Corbusier dünyayı. Ama sektör aynı fikirde değildir. Metreden ve inçten vazgeçmenin neye yarayacağı ve bunun neye mal olacağı konusunda hiçbir büyük üreticiyi ikna edemez Le Corbusier. Sanayicilerle ve çeşitli üreticilerle görüşmeleri olur ancak her seferinde hüsrana uğrar. İşin gerçeği, sistem bilimsel değildir; yüksek bir matematiğe dayanmaz; hatta çok basit hesap hataları içerir. Altın oranla fibonacci dizisini birleştiren ikili bir sayı dizisi, basit bir sarmaldır ve küçükten büyüğe doğru sonsuzcasına açılıp giden iki boyutlu bir modeldir. Akademide nasıl bir yankısı oldu bilmiyorum. Ama Le Corbusier’nin kentle ilgili önceki düşüncelerini tanıyanlar, Modulora dayalı bir kentsellik fikrinin hiçbir derde deva olamayacağını çabuk kavramış olsa gerek. Modulor, merkezine insanı alıyor ama bu nisanı aşırı derecede soyutlayıp sabitliyordu. Bütün ütopyalar daha iyi bir gelecek hayaline yaslanır, Modulor da bir bakıma ütopiktir; gelgelelim, aşırı tanımlanmış insan bedeni nedeniyle, toplumsal bir proje olmaktan ziyade, bir toplum mühendisliği projesidir.

Modulor mimarlık öğrencileri için ele almaya çalışırsak, hem bir giriş kitabı niteliğinde, hem de bugünden çözümlenmesi zor bir kitap. Türkiye’deki mimarlık akademisinde sizin de bahsettiğiniz gibi hem çok sözü edilen ama yeterince de incelenmemiş bir kitap. Kitap nihayet Türkçede. Peki nasıl okuyabiliriz?
Elbette öğrenciler için çok kafa karıştırıcı bir kitap. Akademisyenler için de öyle; esasında, akıl sağlığını korumak isteyen herkese pek çok açıdan tutarsız gelecek yanları var. Sıradan okur için bile kolaylıkla görülebilecek, fark edilebilecek tutarsızlıkları olan bir proje, Modulor projesi. İlk kitapta, ilk 60 sayfaya kadar zaten Modulor’un ne olduğu ve nasıl modellendiği, çizimler eşliğinde iyice anlatılmış oluyor. Bununla beraber, fibonacci dizisinin adımları, ikinci kitabın sonlarındaki bir okur mektubunda kusursuz ve kesiksiz biçimde açıklanabiliyor, aradan yıllar geçtikten sonra. Veya ilk kitaptan itibaren, daha iki karenin içine bir üçüncüsünün yerleştirileceği diyagramda, ayakta duran insan figürünü görür görmez, biraz feminist jargondan haberdar bir öğrenci bile hemen soruyu yapıştırabilir: Neden erkek bedeni? Karelerin içine neden ayakta duran bir erkek bedeni yerleştiriliyor? Bu soruya Le Corbusier’nin verdiği yanıtlar asla tatmin edici gelmez.

Le Corbusier’nin çevrilmiş o kadar az kitabı var ki. En çok bilineni, epeyce erken dönem bir yapıt olan Bir Mimarlığa Doğru’dur; o da 1920’lerin eseri. Ama Modulor 1950’lerin Le Corbusier’sinin deneyimine, birikimine dayanıyor. Çok daha yüklü bir yapıt. Pek çok materyal içeriyor; bir kolaj adeta. İçinde pek çok farklı türden malzeme var; bu açıdan alışılmadık bir kitap kurgusu var. Bunu bir mimarlık kitabı diye okumak şart değil; modern mimarlık üzerine bir taşlama; bugünü anlamak için çizgili bir girişim gibi değerlendirmek de mümkün.

Kitabın Aziz Ufuk Kılıç’ın emeğiyle iyi bir çeviriye sahip olduğunu düşünüyorum. Bahar Demirhan ve Volkan Atmaca da büyük emek sarf ederek bu kitabın ortaya çıkmasını sağladı. Zor okunacak bir kitap; pek çok göndermesi var; dahası Le Corbusier’nin mimarlığını da sayısı elliyi geçen kitaplarını da tarayan bir kitap. Bu da okura elbette hazırlık yapma yükü getiriyor. Le Corbusier’nin Modulor’un anlamak ve okumak için ille de benim yaptığım gibi hakkında bir doktora tezi yazmak gerekmez tabii! Kolay tarafı, okura kolayca çatışabileceği veya kolayca katılabileceği keskin malzeme sunması. Yazarın inşa edilmiş çevre, küresellik, sanat, tarih gibi konulardaki fikirlerini enerjik bir biçimde bir arada bulabilmemiz de önemli bir avantaj. Bir yazar ve mimar olarak yüksek ve şişkin egosuna tanık olmamız da cabası. Bütün bunlar, Le Corbusier efsanesi için gayet iyi gelişmeler. Şimdiye kadar Le Corbusier’yi zihninde tanrılaştırmış olanlar için Modulor bu mitten kurtulmak için iyi bir fırsat veriyor.

Modulor’u mimarlık dışından okumak isteyenler nasıl okuyabilir? Bir sosyal bilimci, sanat eleştirmeni ya da sanatçı gözüyle okursak neler çıkarabiliriz
Kitapları okumanın o kadar çok yolu var ki. Bunu asla bilemeyiz. Pek çok verimli okuma olabilir. Nesne olarak kitap bir başına estetik nitelikler barındırıyor üzerinde. İki kare biçimli ciltten oluşuyor ve boyutları da bizzat Modulor’a dayanıyor. Uzun sürede ortaya çıkmış bir yapıt; Le Corbusier’nin en eski takıntılarından birinin, yani bir yerleri mezura ile ölçme takıntısının bir ürünü. Bütün dünyayı bazı irrasyonel ölçülere indirgemesi, bir açıdan can sıkıcı; öte yandan, bu fikirden hareketle, dijital dünyada Modulor nasıl yorumlanabilirdi sorusuna yanıt aramaya da kışkırtıyor. Yani Modulorik ölçülerle yapılabileceklerin bir sınırı yok; sonsuz bir düzenek. Le Corbusier Modulor’u icat etti ama onu üst düzeyde kullanabilen kişi olmak zorunda değil. Mesela, Modulor’a dayalı bir mimar detaylandırma mantığına rastlayamazsınız kitapta; çünkü Le Corbusier detaycı değildir; daha çok sanatsal bir bakış açısıyla yorumlar rakamları. Müzikle bağına dair izler de göremezsiniz; Xenakis’in cephe deneyi olmasaydı. Algoritmik veya topolojik uygulamaları nefes kesici sonuçlar verebilirdi; hele ki neo-barok mimarlık çağında! Modulor’u, Le Corbusier’nin onu içine hapsettiği deli gömleğinden kurtaracak bir şey varsa, o da bugünün yeni biçim, yazılım ve mekân olanaklarıdır. Öteki türlü Modulor yeknesak, yassı, Batı merkezci bir şovenizmden ibaret kalır. Le Corbusier kendini Rönesans’tan beri devam eden, bedeni merkeze alan geleneğin ardılı gibi görüyordu, modelini tasarlarken. Gerçekte tarihsel bir perspektiften bakınca, her şey Modulor’daki gibi katı değildir. Uyum ve birlik düşüncesini gerçeküstücülüğe üstünlük tanıyacak şekilde ekarte edecek bir Modulor yorumunun dünyada yeniden başarı kazanabileceğini düşünüyorum. Le Corbusier öleli elli yıl oldu. Ama hayatta olmadığı yarım asırdan beri, dünyadaki en popüler mimarlardan biri olmaya devam ediyor. Modulor’u güncel felsefi kavram ve yöntemlerle ele alacak bir çalışma, güçlü bir etki yapabilir bugün hâlâ.

Modulor’un tasarımını bugünkü toplumsal cinsiyet ve queer tartışmaları ekseninde okusak ne gibi sonuçlar elde ederiz? Ya da bu şekilde okumak Le Corbusier’ye haksızlık etmek anlamına gelir mi?
Cinsiyet ve kuir eksenlerinden Le Corbusier’nin hırpalanmadan kurtulabileceği tartışma pek yoktur bugün; hele ki Modulor, insan bedeni, toplumsal cinsiyet, ölçü sistemleri, küresel piyasa sistemi, öznellik gibi tartışmalar yapmaya girişilecek olursa. Gerçekten de sorunludur Modulor’da Le Corbusier’nin geliştirdiği cinsiyetli mantık. Bugünün kolonicilik sonrası tartışmalarında, lgbti kuramda, kuir kuramda, feminist kuramda merkezdeki sorunlarla mutlaka bir sürtüşmesi olacaktır. Otoriterliği, erilliği, üstten bakışı, evrenselciliği, özcülüğü nedeniyle. Ama onun döneminde böyle düşünen pek çokları vardır; fakat Le Corbusier bütün bu düşüncelerine ve önyargılarına rağmen bir Modulor sistemi geliştirmiştir. Ronchamp’ı, Marsilya’daki Unité de Habitation’u, Philips pavyonunu, Tourette manastırını aynı Le Corbusier yapmıştır, geç döneminde… Her biri de modern mimarlığın anıtsal eserleri kabul edilir. Unité hariç, hiçbiri de modulorik değildir ama etkileyici yapılardır ve günümüzün mimarlığı üzerinde derin etkiler bırakmaya devam eden yapılardır. O nedenle de Le Corbusier’yi kuramsal bakımdan yargılayıp tarihin çöplüğüne atmaya çalışmak gülünç olurdu.

Atatürk ile Le Corbusier arasında İstanbul’un imar planı hakkında bir yazışma olur. Le Corbusier de Bizans planına göre kalmasını, yeni imar planı yapılmamasını savunur. (Le Corbusier bunun kariyerindeki en büyük yanlış olduğunu söyler daha sonra.) Ayasofya, Topkapı ve Kariye’yi inceleyip Modulor planlarıyla karşılaştırır. Bugünkü mimari ve inşaat tartışmalarına bakarak Le Corbusier’nin nasıl bir yorum yapacağını düşünürsünüz?
Le Corbusier’nin bürokratik sorunlar, yanlış anlamalar nedeniyle veya başka nedenlerle sekteye uğramış, gerçekleşmemiş, anlaşmazlıkla neticelenmiş pek çok projesi var. Chandigarh ve Brasilia dışında kentsel ölçekte projeleri karşılık bulmuş değil. İstanbul’a çok erken bir tarihte gelmiş; 1911 yılında; şark güncesini ise çok geç yayınlayabilmiş.

Modulor konusundaki tarihsel saplantılarından birkaçını ise, sözünü ettiğiniz yapıların ölçülerini almasında görebiliyoruz. Özellikle de Ayasofya’dan bazı ölçüleri James Wittemore’dan bizzat mektup yazarak talep eder. Esasında tarihsel özcülüğe dair tekinsiz kayıtlardır bunlar. Bulduğu ölçülerin Modulor sistemindeki ölçülere tekabül etmesinin tarihsel bir anlamı olduğunu düşünür. Burada seçmeciliği çok eleştirilebilir tabii. Yani yapının bütününde, sistematik biçimde tekrar eden Modulorik ölçüler bulunuyor olsa veya gerçekten de anlamlı bir biçimde bu ölçüler yineleniyor olsa, belki kuşkuya düşebilirdik. Oysa, bu türden bir tekrarı araştırmak da son kertede naif bir yaklaşım olmaz mıydı? Yani anakronizm olmaz mıydı? Le Corbusier’nin geliştirdiği bir sistemi, yüzyıllar, hatta bin yıl öncesinde birileri nasıl kullanmış olabilirdi ki? Bunu da ufo araştırmacılarına sormak lazım!

Bu ürüne babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Modulor – Le Corbusier
Yapı Endüstri Merkezi Yayınları