Volkan Alıcı

1929 Bunalımının yıkıcı etkisini en çok hissettirdiği yıllarda işsizlik ve parasızlıktan polisiye öykü yazmaya başladı. İlk öyküsü 1933’te, 45 yaşındayken, dönemin efsanevi dergilerinden Black Mask‘ta (Kara Maske) yayımlandı ve “gecenin şövalyesi” unvanını alacağı yazın serüveni ilk romanı Büyük Uyku (1939) ile başladı. Evet, Raymond Chandler’dan söz ediyoruz.

Yedi romanıyla polisiye edebiyatının en önemli yazarları arasına giren Chandler, diğer polisiye yazarlarından farklı olarak ‘polisiye roman’ üzerine de düşünen bir aydındı. Biz de bu yazıda bir Chandler portresi çizmek yerine başka bir yöntem deneyeceğiz; onun polisiye romana bakışını ve klasik polisiye akımına getirdiği sert eleştirileri içeren (ve 1944’te yayımlanan) ünlü makalesi üzerinden Chandler’ı anlatacağız.

Makalemizin adı, “Adam Öldürmenin Yalın Sanatı”.* Makalenin ana izleği, gerçekçi polisiye ile klasik polisiye arasındaki ayrımları ortaya koymak. İlk olarak vasat polisiye romana yönelik eleştiri oklarını peş peşe sıralıyor ve edebiyat “piyasasının” bu sabun köpüğü kitapları basmakta tereddüt etmemesini teşhir ediyor:

“Vasat dedektif romanı herhalde vasat edebiyat romanından daha kötü değildir; ama vasat edebiyat romanı göremezsiniz, çünkü yayınlanmaz. Fakat vasat dedektif romanı -hadi vasatın üstünde diyelim- yayınlanır.” Burada okur da eleştiriden payını alıyor: “İyi yazılmış olup olmadığı dışında tartışılacak bir şey yoktur; zaten onları satın alan yarım milyon insanın böyle bir isteği de yoktur.” 

Klasik polisiye eleştirisi
Chandler klasik polisiyeyi eleştirirken aslında “nasıl bir polisiye?” sorusunun yanıtını da veriyor. Sıkı bir polemikçi ve sözünü de sakınmıyor. Klasik polisiyenin karakter yaratmaktaki beceriksizliğine, cinayeti toplumsallıktan koparıp akıl oyununa indirgeyen ‘oyuncul’ yaklaşımına karşı çıkıyor Chandler. Şöyle diyor:

“… çözümlemeci yazar aynı zamanda canlı kanlı karakterler, güzel diyaloglar, iyi bir tempo ve gözlem gücüne dayalı ayrıntıları bulup kâğıda dökemez. Asık suratlı mantıkçının romanındaki atmosfer bir karatahta kadar soğuktur. Bilimsel dedektif kahramanımızın dört dörtlük bir laboratuvarı olabilir; ama üzgünüm, yüzünü hatırlayamıyorum. Öte yandan, canlı karakterleri ve akıcı bir üslubu olan yazar arkadaşın da kilitli kapının arkasında bir cinayet kurmaya ayıracak zamanı yoktur.”

Chandler’ın “beni asıl çileden çıkaranlar” diye tarif ettiği yazarlardan biri de Agatha Christie: “Agatha Christie’nin ortaokul Fransızcasıyla konuşturduğu işbilir Belçikalı dedektifi Hercule Poirot’nun ilginç bir tümevarım yöntemi vardır. Romanlarından birinde Bay Poirot, bir yataklı vagondaki şüphelilerden hiçbirinin bu cinayeti işleyemeyeceğini ispatladıktan sonra, beyin hücrelerini çalıştırarak, bu cinayeti hepsinin birlikte işlediği sonucuna varıyor. Bunu sanki bir mutfak blenderini parçalarına ayırır gibi basit işlemlerle yapabiliyor. Bu tür bir numara zeki okuyucuyu şaşırtır da, ancak bir gerizekâlı bunu tahmin edebilir.” Edebiyat oligarşisine ve okura şirin gözükmek gibi bir derdi olmayan Chandler eleştirisinde kışkırtıcı ve keskin bir tutum hâkim.

Chandler’ın metinlerinde kapitalizmin ekonomik krizinin sosyal yapıda yarattığı tahribat, arka planda kendini gösterir. Sınıfsal eşitsizlik, burjuva toplumundaki yozlaşma, devletin suçla ve suç örgütleriyle ilişkisi romanlarının tematik yapısını güçlendirir. Suçun toplumsal bir altyapısı vardır. Sınıfsal uçurumda ve eşitsizlikte durduğu yer de bellidir. Örneğin Büyük Uyku romanında bir karakterine, “Bu boğazına kadar suça batmış yoz ülkede sabıka kaydı olmanın tek anlamı”nın nedenini söyletir Chandler; “torpilin” yoksa, yani sermaye ve devlet kurumlarıyla çıkar ilişkin yoksa hapishaneyi boylarsın: “Eddie Mars gibi şık giyimli züppelerin Folsom taşocağında manikürlerini bozduklarını görmek hoşuma gider, daha ilk soygunda babayı yiyip dünyaları kararan garibim kenar mahalle kabadayılarının yanı başında. Gönlüm bundan yana. Ama ikimiz de bunun böyle olmayacağını bilecek kadar uzun yaşıyoruz bu memlekette. Ne bu kentte, ne de başka bir yerde, bu bir uçtan ötekine cennet, güzel ABD’mizin hiçbir yerinde olmaz. Bu memlekette işler öyle yürümüyor, işte o kadar.”

Chandler’da mekân, klasik polisiye romanın aksine; malikaneler, saraylar, şatolar değil hayatın nabzının attığı her yerdir, başta da sokaklar:

“Gerçekçi dedektif yazarı kentlerin hatta tüm bir ülkenin gangsterlerce yönetildiği, oteller, apartmanlar ve ünlü lokantaların, paralarını fuhuştan kazanmış zengin adamlarca sahip olunduğu, meşhur bir film yıldızının aynı zamanda bir mafya erketesi olabildiği, iki adım ötenizde oturan nazik beyefendinin sayısal loto mafyasının başı olabildiği bir dünyayı yazmaktadır; bu dünyada mahzeni kaçak viskiyle dolu bir yargıç, cebinde içki şişesi bulundu diye bir adamı hapse mahkûm edebilir; yaşadığınız kentin belediye başkanı para bulmak için adam öldürmeyi onaylayabilir; bizler yasalardan söz edip uygulamadan çekindiğimiz için o kentin karanlık bir sokağında yürümek tehlikeli olabilir; o kentte gün ortasında bir banka soygununa tanık olduğunuz ve kimin yaptığını gördüğünüz halde hemen kalabalığa karışıp uzaklaşabilirsiniz, çünkü soyguncuların kolu uzun arkadaşları var olabilir veya polis sizin tanıklığınızdan hoşlanmayabilir, veya onları savunan avukatın sizi mahkemede hırpalayıp paçavraya çevirmesine siyasete bulaşmış bir yargıç göz yumabilir. Bu, pek hoş bir dünya değildir elbette, ama yaşadığınız dünyadır işte. Ve bazı sıkı ve soğukkanlı yazarlar bu dünyayı size akıcı ve hatta keyifli bir üslupla anlatabilirler. Bir insanın öldürülmesi keyif verici bir şey değildir, ama bazan beş kuruş için öldürülmesi uygarlık dediğimiz şeyin ilginç bir yüzü olabilir.”

Ne de olsa ustası Dashiell Hammett’tır: Black Mask dergisindeki yol arkadaşı, Kara Roman’ın Chandler’la birlikte kurucusu… Söz konusu makalede Hammett ciddi bir yer kaplar. Chandler, klasik polisiyeyi eleştirip gerçekçi polisiyenin savunusu yaparken örnek verdiği kişi Hammett’tır:** “İngiliz dedektif yazarlarının bildiği tek gerçeklik Surbiton ve Bognor Regis aksanıyla kişileri konuşturmaktı. Eğer dükler, baronlar ve Venedik vazoları hakkında yazıyor idiyseler, bunlar hakkında kişisel deneyimleri, zengin bir Hollywood yıldızının Bel-Air’deki şatosuna astığı Fransız Empresyonist tablosu veya kahve sehpası olarak kullandığı yarı antik Chippendale seti hakkında bildiklerinden daha fazla değildi. Hammett cinayeti Venedik vazosundan çıkardı ve sokağa attı; elbette hep orada kalacak değil, ama Emily Post’un görgü kitabında hanımların tavuk kanadını nasıl yemesi gerektiği türünden düşüncelerden sıyrılabilmek için bu iyi bir başlangıç oldu.”

Hammett’ın romanlarına yönelik eleştirilere de alaycı diliyle sert bir yanıt verir Chandler:

“… pek çok kişi Hammett’in dedektif romanı yazmadığını, onun tehlikeli arka sokaklardaki polis vakalarının içine, tıpkı martini kadehine konulan zeytin tanesi gibi, biraz gizem katarak naklettiğini ileri sürüyorlar. Ben bunlara her yaştan ve her iki cinsiyetten yaşlı hanımefendiler diyorum; onlar hala cinayetlerinin gonca manolya kokusuyla gelmesini bekliyorlar, ve katiller ister bir playboy ister bir üniversite profesörü veya saçları ağarmış sevimli bir nine olsun, cinayetin ne ciddi bir vahşet olduğunu unutuyorlar.” 

Dedektif Philip Marlowe
Romanda izlek ve kurgunun hayat bulduğu nokta karakterdir. Polisiye romanda da öne çıkan karakter tabii ki dedektiftir. Klasik polisiyede dedektifin nasıl resmedildiğini tekrar etmeye gerek yok, yukarıda Chandler’ın Agatha Christie eleştirisinde görüyoruz. Peki gerçekçi polisiyenin dedektifi nasıl olmalı? Chandler, yazısında buna getirdiği açıklamada aslında bir bakıma kendi romanlarının kahramanı Philip Marlowe’u özetliyor: “… o kalleş sokaklarda, kendisi kalleş olmayan, lekesiz ve korkusuz bir adam yürümelidir. Bu tür romanlardaki dedektif böyle bir adam olmalıdır. Sıradan biri olmalıdır, çünkü sıradan insanların arasında dolaşacaktır. Karakter sahibi biridir, yoksa işini iyi yapamaz. Kimsenin parasını hileyle almaz, kimsenin hakaretini karşılıksız bırakmaz. Yaşıtlarının diliyle, yani alaycı bir sertlikle, hoyratça bir mizah anlayışıyla ve yapmacıktan nefret ederek konuşur. Öykü bu adamın gizli bir gerçeği arayışının serüvenidir ve o serüvene yatkın biri olmasaydı öykü de olmazdı. Ondaki duyarlılık sizi bazen şaşırtabilir, ama kendine ait, içinde yaşadığı dünyaya ait bir duyarlılıktır bu.”

Evet, kendi deyişiyle, “Tanrının verdiği bir parça gözüpeklikle zekâyı”, hazırcevaplığıyla, alaycı sivri diliyle birleştiren kişilikli, ilkeli bir dedektiftir Philip Marlowe. Nüktedanlığıyla meşhurdur. Bir romanındaki karakterlerden birinin dediği gibi: “Pek nüktedansın. Soluk alır gibi espri yapıyorsun, öyle mi? Hem de başın büyük beladayken.” Boğazına kadar suça batmış bir toplumda hırstan, kirden, bencillikten uzak bir karakter portresidir Marlowe.

Evet, Chandler yalnızca iyi polisiye romanlar yazmadı; yazılanları eleştirdi, yeri geldi hiç altta kalmadan polemik yaptı, bir roman kuramcısı olmayı iddia etmese de en çok alıntı yapılan metinlerden birini de kaleme aldı. Vasat polisiyenin hâlâ çok rağbet gördüğü bugün de üzerinde düşüneceğimiz bir metin bıraktı.

Notlar:

* Söz konusu makale, kısaltılmış olarak cinairoman.com’da Bekir Karaoğlu’nun çevirisiyle yayımlandı.

** Dashiell Hammett hakkında daha ayrıntılı bilgi için Arka Kapak’taki makalemiz:
Dashiell Hammet romanına giriş: Malta Şahini

Yazara babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.