Ersun Çıplak

David le Breton, acının ne’liğini sorguladığı Acının Antropolojisi’nin ilk sayfalarında “Hiçbir duyu organı acının kaydedilmesi konusunda uzman değildir.” (s. 11) diyen Sarano’nun görüşlerinin, tümüyle duyumsal alana odaklandığını ve acı’nın duygusal yönünü dikkate almayan bir paradigmanın dışavurumu olduğunu öner sürer. acı’yı açıklarken duygusal yönü dikkate almaması tıbbın talihsizliğidir. Bilim ve teknolojinin çözebileceği düşünülen bir soruna felsefi ve psikolojik açıdan bakma zorunluluğunu yaşatan işte bu noktadır. le Breton bir çıkar yol aramaktadır.

le Breton, dini ya da dünyevi tüm bakış açılarının acı çekmenin gerekliliği konusunda neredeyse fikir birliği içinde olduğunu vurgulamakta ve acıyı sadece felsefi açıdan ele almamaktadır. Yazar, kültürlerarası bir yaklaşımla farklı toplumlarda acının algılanma biçimini inceleyerek tartışmayı genişletmektedir. Bunu yaparken, ele aldığı toplumdaki cinsiyet, ekonomik düzey, etnik köken ve dinsel mensubiyet gibi farklı demografik değişkenleri de işin içine katmaktadır. Bu bir toplumu diğeriyle karşılaştırmasını sağlamaktadır.

le Breton’a göre bilimsel ve teknolojik ilerleme acının algılanmasında ve acıyla baş etme stratejilerinin belirlenmesinde farklılıklar yaratmaktadır. Son zamanlarda acının ayrı bir fenomen olarak değerlendirilmesinin ve acı hekimliğine ağırlık verilmesinin altında bireyin yaşam kalitesini yükseltme çabası yatmaktadır. Tıbbın bu noktada başarıya ulaşabilmesinin koşulu kültürlerarası değişkenlerin tedavi aracı olarak kabul edilmesidir: “Kültürlerarası ilişki iki tarafın tavırlarının uyuşmasının bir meyvesidir, farklı kültürlerin değil, birbirlerinin imajına sahip bireylerin kendi içlerinde değiştirilebilir örneklerini karşı karşıya getirir ve bunların tavır ve davranışlarını bu imaja göre ve kendilerinde korumak istedikleri özelliklere göre biçimlendirir. Değerlerin ve eylemlerin göreliliği duygusu, bireyin kendi kültürel eğilimlerini iyi tanıması, ötekinin kültürü konusunda yeterli değerlendirmeler, belli bir döneme kadar açık seçik bir tavır olarak görülen bir özelliğe belli bir mesafeden bakabilme yeteneği hekimler için gerekli tedavi aletleridir.” (s. 128, 129)

Acı, kişiseldir. Herkesin duyum eşiği farklıdır. Duyum eşiğini aşan acı, kişinin acıya yoğunlaşmasına neden olur. Böylece açmaza dönüşerek, kişinin tahammül gücünü zayıflatır. Çünkü “Acı çeken bilinç, kendine dikkat etmeye başlayınca yani tüm ruhsal enerjisini kendine çevirince azar.” (s. 131) Ancak le Breton, kişiyi hissettiği acıdan uzaklaştırmanın bazı yolları olduğunu da ifade etmektedir. Bunların en önemlisi ‘hayal etme’dir. Kişi duyum eşiğini yükselterek acıyla baş edebilmektedir. (s. 132)

Buna karşılık insanlar acıyla yaşamak yerine genellikle ondan kaçmayı tercih etmektedir. Ağrı kesici ve anestezi bunun örneğidir. le Breton’a göre bu durum sıkıntılıdır: “Katlanma eşiği ağrı kesici kullanımı yaygınlaştıkça düşmektedir. Anestezi talebi, tıbbın beden üstündeki keyfi ve sınırsız gücüyle ilişkili olarak ama aynı zamanda da bir zamanlar kişisel dirence bağlanan değerlerin gerilemesiyle hızla yaygınlaşmaktadır.” (s. 155) Bu nedenle le Breton çok önemli bir noktanın unutulmaması gerektiğini belirtir: “Acıdan kaçabileceğimizi düşünerek ve bu kaçış olanaklarından yararlanarak ama aynı zamanda etkilerinin olası sınırlarını da kabul ederek ‘acısız yaşama’ sanatına sahip olamayız, daha iyi acı çekerek daha az acı çekeriz.” (s. 160)

Anestezi ve ağrı kesici kullanımına yönelik gelişmeler, acının bilim aracılığıyla asgari düzeye indirgenebileceğine yönelik bir inanış oluştursa da durum gerçekte böyle değildir. Çünkü, “Tıp kültürü acının sadece dayanılmaz, korkunç bir şey olduğu, ahlaksal anlamda işkenceyle eşdeğer olduğu, ona bilimsel olanaklarla saldırmamanın suç olacağı gibi bir düşünce esinler. Bu tavır tıbba olan talebi artırır ama sıkıntılarını sahiplenme olanaklarından yoksun hastanın bunalımını da artırır.” (s. 156)

le Breton’a kulak kesilmek gerekiyor.

 Bu ürüne babil.com’dan ulaşabilirsiniz.

Acının Antropolojisi – David le Breton
Sel Yayıncılık – İstanbul: 2005