Abdurrahman Üzülmez

1960’larda yeniden keşfedilen Fransız sosyolog Alexis de Tocqueville’in -başka eserleri de bulunmakla beraber- bugün artık klasikleşmiş iki önemli eseri vardır. Bunlardan birincisi, ilk cildi 1835 ve ikinci cildi 1840’ta yayınlanan Amerika’da Demokrasi’dir. Diğeri ise 1856’dan itibaren üzerinde çalıştığı ancak ölümünden dolayı tamamlayamadığı Eski Rejim ve Devrim’dir. Adı geçen eserlerden ikincisi, Turhan Ilgaz çevirisyle, -üstelik Mehmet Ali Kılıçbay’ın güzel bir sunuşuyla- daha önce yayınlanmıştı (1994). Amerika’da Demokrasi’nin sırasıyla 1962 ve 1994 yıllarında yapılmış iki çevirisi vardı. Ancak bu iki çeviri de tam metin değildi. Ağustos 2015 itibariyle Doğu Batı yayınları eserin ilk cildini yayımladı. Şimdi de İletişim Yayınları (Şubat 2016) iki cildi bir arada tam metin olarak yayımladı.

Liberal düşünürümüzün sadece bir sosyolog değil, aynı zamanda iyi bir tarihçi olduğunu da söyleyebiliriz. Eski Rejim ve Devrim’i okuyup da bunu fark etmemek imkânsız. O da aydınlanma filozofları, Hegel, Marx ve Comte gibi tarihin bir “yön”ünün olduğuna inanmaktadır. Bu yön de en azından XI. yüzyıldan beri bellidir. İnsanlar/toplumlar özgürlük ve eşitliği talep etmektedir. İçinde yaşadığı “Restorasyon dönemi”nin başat anlayışının aksine, bu yönün geri çevrilemez ve kaçınılmaz olduğunu düşünüyordu. Onun Amerika’ya olan merakı da bununla ilgilidir. Zira o dönemde Avrupa’da, Amerika’nın Avrupa’yı takip edeceği –dolayısıyla Amerika’nın Avrupa’nın geçmişini temsil ettiği, onunla kıyaslanabileceği- düşünülüyordu. Ancak o tam aksine Avrupa’nın geleceğine tekabül ettiğini düşünüyordu. Dolaysıya Avrupa’nın gelecekte demokratik bir görünüm kazanacağını düşünüyordu. Bundan dolayı Amerikan demokrasisinin incelenmesi, gelecekteki –demokrasiye ulaşmanın farklı yolları olsa da- durum ve muhtemel sosyal ve siyasal problemler konusunda önemli ipuçları verecekti.

amerikan-demokrasisi-kitapAmerika’da Demokrasi
Alexis de Tocqueville
Çev. Seçkin Sertdemir Özdemir
İletişim Yayınları

Tartıştığı meseleleri tarihsel bir perspektiften ele alan Tocqueville’in Eski Rejim ve Devrim’de cevaplamaya çalıştığı mesele hayatî önemdedir. Fransız İhtilali’ni doğuran koşullar nelerdir? İhtilal niçin demokrasi değil de, şiddet ve despotizm üretti? Tocqueville ihtilali doğuran koşulların feodal dönem Fransa’sındaki sınıflar arasındaki ilişkilerin ortadan kalkması ve merkezileşme ile ilgili olduğunu düşünmektedir. Köylülerin ise en az yarısı toprak sahibi haline gelmişti. Ortaçağ kentleri senyörlerin denetiminde olsa da kendi kendini idare etme hakkına sahipti. Ama ihtilal öncesi Fransa’da gerek kentler ve gerekse önceden senyörlerin idare ve yargıya ilişkin görevleri krallık temsilcileri aracılığıyla merkezi yönetimin eline geçmişti. Dolaysıyla feodal rejimin ortadan kalkması ve merkeziyetçi idarenin tesisi ihtilalin değil ancien régimein eseriydi. İhtilali ortaya çıkaran gelişmeler de bununla ilgiliydi. Çünkü feodal kurumlar anakronik hale gelmişken senyörler ayrıcalıklarını sürdürüyorlar, hatta yeni ayrıcalıklar elde etmeye devam ediyorlardı. (Bu noktada kilisenin/kilise mensuplarının da toprak sahibi ve senyörlerin bir nevi muadili olduğu da akılda tutulmalıdır.) Merkeziyetçi idare ve adaletsiz bir vergi sistemi içinde halk kitlelerinin memnuniyetsizliği ortaya çıkıyordu. Keza eşitliğe aykırı ve gayri adil nitelikler taşıyan siyasal yapının kabul edilemez olması ve nefret uyandırması bu gelişmelerin bir sonucuydu. Bununla beraber ihtilalin arkasında elbette ki burjuva sınıfı bulunuyordu. Ancak bu noktada Tocqueville -M.A. Kılıçbay’ın da işaret ettiği gibi- “Hangi burjuvazi?” sorusunu sormaktadır. Yönetimden dışlanan, despotik ortam içinde kendini ifade etmek için soyut meselelere yönelen ve gene soyut bir dil kullanan ve radikalleşenler vardır ihtilalin arkasında. Soylular gibi ayrıcalık elde edenler/talep edenler değil.

Burada ihtilalin niçin İngiltere ve diğer kıta Avrupasındaki ülkelerde değil de Fransa’da ortada çıktığı sorulabilir. Buna gene Tocqueville’den hareketle diyebiliriz ki; orta ve doğu Avrupa’da feodal kurumlar hâlâ ayaktaydı. Feodalitenin ortadan kalkma süreci açısından Fransa İngiltere’den dahi ilerideydi. Keza İngiliz soylular sınıfı, sadece Fransa değil tüm kıta Avrupasından farklı olarak aristokrasiye dönüşmüştü. Oysa kıta Avrupasında soylular sınıfı kast özellikleri taşımaktaydı. Sınıf dışı evlilik ve ortaklıklar yapmıyorlardı.

Tocqueville’in Amerikan sistemini incelemesinin arkasında da aynı saik vardı. Demokrasi nasıl inşa edilebilir? Amerika’da olduğu gibi fırsat eşitliği ve özgürlüğün tesis edilmesi nasıl mümkün olabilir? Bu soruya verdiği cevap Fransız İhtilali’nin niçin demokrasiye kapı açmadığı sorusuna verdiği cevapla da ilgilidir. Amerika’da halk idareden soyutlanmış değil bizzat idarenin içinde yer almaktadır. Bir başka tabirle ihtilal öncesi dönemde çeşitli toplumsal sınıfların birbirinden yalıtılmış olması ve idarenin dışında kalması işlevsizliğe, despotizm, radikalizm ve şiddete yol açarken, aksine halkın siyasal örgütlenmenin içinde yer alması, bir başka tabirle kendi kendini yönetmesi tam aksi sonuç vermektedir. Tocqueville özgürlüğü sadece bireyin doğal haklarını kullanması olarak değil toplumsal iradeye dâhil olması olarak da görmektedir. Nitekim onun özellikle dikkat çektiği hususlardan biri Amerika’da mahalli idarede halkın kendi kendini yönettiği ve bunun demokratik bilince yaptığı katkıdır. Öyle ki hukuk sisteminde yer alan “jüri” kurumunun siyasal bir niteliği olduğu ve “halka hükmetmeyi” öğreten bir kurum olduğunu vurgulamaktadır. Amerikan vatandaşı böylece yasama ve çeşitli idarî süreçlere katılarak/yaşayarak yasaları öğrenir.

Peki, Amerika’da her yönüyle mükemmel bir siyasal sistem mi bulunmaktaydı? Bir başka deyişle demokratik sistemi yozlaştıracak hiçbir şey yok muydu? Tocqueville bir taraftan demokrasinin yerleşmesinin bir süreç olduğunu vurgulamak adına, diğer taraftan da çeşitli tehditlerin varlığına işaret etmektedir. Ona göre demokratik yönetimlerin doğasında yer alan “çoğunluğun mutlak gücü” –şu malum çoğunluk diktatörlüğü- demokrasiye karşı en önemli tehdit oluşturmaktadır. Nitekim, yasal olarak köle olmayan siyahîler de oy kullanma veya mülk edinme hakkına sahip olmalarına rağmen böyle bir zorbalıktan dolayı onların bu haklarını kullanması mümkün değildir. Tocqueville yaşasaydı Müslümanlar ve sığınmacıların ülkeye alınmaması gerektiğini dillendiren, camileri kapatmayı vaat eden ve işkenceyi açıkça savunmaktan çekinmeyen Cumhuriyetçi Parti başkan adayı Donald Trump’ın beklenmedik başarısını da bu çerçevede açıklardı herhalde.

Amerika’da demokrasinin gelişimine katkıda bulunan nedenler nelerdir? Tocqueville bu konuda coğrafyanın getirdiği avantajlar vb. hususlara da temas etmekle beraber, özellikle orta sınıfın güçlü olmasını (“parya ve soyluların yokluğu”) ve Avrupa’dan göç eden nüfusun ortalama eğitim seviyesinin yüksekliğini gündeme getirmektedir. Bu konuda en dikkat çekici görüşü ise bizce “siyasal toplumun” gelişimi açısından dinin olumlu etkileri olduğunu kabul eden yaklaşımıdır. Zannımca Türkiye’de okumuşlarımızın çoğunun anlamakta en çok zorlanacağı husus da budur.  

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 6.sayısında yayınlanmıştır.