Cüneyt Gönen

Bir isim, bir şey söylemediğinde hikâye bitti demektir.

İsimle Ateş Arasında, Nazan Bekiroğlu

Nezuka, devşirme, pençik, yeniçeri… Disiplin, düzen, itaat, sadakat… Ezcümle Kapıkulu için tek hakikat mutlak biat! Geçmişinden azâde, devletin bekâsı için benliği âmâde, hülasa savaş meydanında padişahın hayatının teminatı piyade. Turnacıbaşının huzurunda mor cübbeli papaz tarafından vaftiz defterindeki isminin düşürülmesi ile silinir nezukanın geçmişi ve başlar ateşten yazılacak hikâyesi. Dil hayattır, düne açılan cümle kapısı, maziye uzanan bir bağ. Yeni bir isim verilirdi devşirilen çocuğa, yeni bir dil, yeni bir hayat… Beylikten cihan devletine yükselen imparatorluğun muazzam 4 parçalı ordusunun en önemli parçasıydı yeniçeri. İhtişam, azamet, haşmet… Sonra bozulma, çürüme ve mağlubiyet… Gerilemenin, yozlaşmanın, hezimetin baş müsebbibi ise yeniçeri! Yeniçerilerin ana kütükteki esami sayıları artarken savaş meydanlarındaki yeniçeri sayısının azalmasının tek sebebi; kalem kâtiplerinden, ocak subaylarına ve yeniçeri ağalarına değin “esami ve terakki” ticaretiydi.

Odabaşının emri ile mahbesinden alınır Mansur, hüküm kesilmiş, katline ferman verilmiştir. Bir kayığın sırtında Yedikule zindanlarına usulca getirilir. İnfazın habercisi tek pare top atışı sessizliği bir anlığına siler ve isminin üzerinden siyah mürekkep geçer. Bir güzü, bir kışın yarısı takip etmiştir ki esamesi kirli bir ticaretle satılır gerçek ismi çok sonradan öğrenilecek eğreti hayatın talibine. Büyük yangına kadar Levh-i Mahfuz’daki ismi sadece yazıcıda saklıdır bu hikâyede. Bu yüzden onu şimdilik Mansur olarak bileceğiz ve ona Mansur diyeceğiz. Mansur bir isimden fazlasını satın almıştır; kalbine düşeceği çığ da, kaybedeceği imtihan da, kan ile yazılacak sonu da bu esamenin ardındadır. Nihade, Mansur’u karanlığında boğacak, yıktığı enkazın altında, yaktığı geminin ortasında bırakacak çalıntı hayatına giren saf aşkının vehmidir. Evde bekleyen karısı ve çocuğu cennetin kokusu Nur; en savunmalı ilk bu kalelerden olacaktır Mansur.

Çok katmanlı yapılı ve zaman tertibinden muaf tutulmuş bu hikâyeye padişah olarak divan dolusu şiirleri ve bilgeliği ile anılan ilk Muratlardan üçüncüsü girer Yeniçeri kabulündeki o sıkı kurallar ihlalinin kapısından da fermanı ile. Herkesin ona ihanete hazır olduğu ve neredeyse çocuk yaşta sayılan, Kapıkulu Ocaklarında yenilik fikrini hayata geçirmek isterken hayatından olan Genç Osman geçer hikâyeden kısacık ömrüyle. Devlet nizamındaki değişiklikleriyle, yasaklarıyla, sınavları ile konuk olur hikâyeye Muratların dördüncüsü rüşvetin ve iltimasın her yere sirayet ettiği, kütükteki isimlerden birine haksızca sahip olanın ulufeye bağlandığı dönemde Yeniçeri Kâtibi’ni sınayan öfkesiyle. Gücünü yitirmiş ve nizama sokulmayan Yeniçeri Ocağına neşteri vurmaktansa Nizam-ı Cedid’i seçenek olarak kuran ismiyle müsemma III. Selim’in gül-ebru-su kanı dökülür huzursuzluğun velveleye, velvelenin isyana dönüşmesi ile. Zehre karşı bağışıklık kazanmak için her gün bir parça zehir yutan ve günbegün sapsarı kesilen benziyle orduda ıslahat hareketine giden Mustafaların üçüncüsü dâhil olur yenilikçi ve yanılan tarihi aydınlatmak isteyen yanıyla. Ve şahadet parmağını batıya uzatarak önündeki yüzyılın adını koyan, yoluna çıkacak, hızını kesecek ne varsa kökünü kazımaya ahdetmiş II. Mahmut son noktayı koyar hikâyeye: Merhamet ile adalet arasında adli olmayı seçen hükmü yangın, fermanı ilga olan padişah yeniçerileri, isimlerini ve onlara ait ne varsa ateşe verir.

“Kıyam. Kamet. Kıyamet.” Mansur Nihade uğruna hazırken geçmeye serden, yanan defterden bir isim olarak düşer bu hikâyeden.

Nazan Bekiroğlu. Yazıcı. Katib-el-esrar. İsim ile ateş arasında bir sarkaç gibi gezdirdiği kaleminde yazmanın ağır kaderi. İsme dönüştürülmeyen mananın düğümünde nezukanın sırrı değilse de hikâyesi kalır okuyucuya: “Mülk gibi söz de ne senin ne benim. Cümle gibi aşk da ne senin ne benim. Söz de, aşk da ne benim ne senin”.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 21.sayısında yayınlanmıştır.