Ümit Yaşar Özkan

Tutuklunun Günlüğü, Nef’î’nin “bir âh ile bu âlemi vîrân ederim ben” mısraıyla açılır. Baş edilmez bir heccav olan öfkesini de coşkusunu da pervasızca şiire dökme becerisine sahip Nef’î’den bu mısraın seçilmesi elbette tesadüf değildir. Osmanlı kültüründe şairin, âşığın ve garibin âhının yıkıcı bir gizli güç taşıdığına inanılmıştır. Bunların kargışı gök katından geri çevrilmez. Dolayısıyla onları incitmekten kaçınmak gerekir. Âşık, şair ve garip için ilenç güçsüzün tek silahı ve tehdit çığlığıdır. Bu anlayış, halk şiiri geleneğinde Emrah’tan Âşık Mahzuni’ye kadar uzanır. Attilâ İlhan, sözün kudretine, sesin tesirine inanan bir şairdir. Nef’î gibi kendi ilencinin altında ezilmeden âhını şiir olarak söyler.


Tutuklunun Günlüğü
Attila İlhan
İş Bankası Kültür Yayınları

Attilâ İlhan dünyayı sarsacak âhını dillendirebileceği yeni biçimler ve sesler peşindedir. “O Ses Ki Bizimdir” yazısında “bin senenin derinliklerinden süzüle süzüle gelen” bir “ses”ten bahseder. Bu, “Ezan’daki, Mevlît’teki; Mohaç Karargâhı ya da Viyana Muhasarası’ndaki mehterandan dağılan, ya da ninelerin söylediği ninnilerle, Ramazan davulcularının beyitleriyle, Karagöz’le Hacivat’ın ‘meselleri’; meddahların taklitleri ve âşıkların üç telli sazıyla içimize sindirdiği bir sestir” ve Attilâ İlhan’a göre “Türk şairi, şiirine bu sesi ‘göçüremezse’, Türk halkına ‘ecnebi’dir; Türk halkına ‘ecnebi’ bir Türk şairi yaşayamaz; kâğıt üstünde kalır.” Attilâ İlhan, ilk kitabı Duvar’dan itibaren bu sesin peşindedir. İlk şiirleri daha çok halk şiirinden beslenen modern destanlar şeklindedir. Sonraları divan şiiri geleneğine yönelecek, şiirde peşine düştüğü ses ve ulusal bireşim için bu kaynaktan beslenecektir.

Tutuklunun Günlüğü’nde divan şiirinden gazel, kaside, şarkı, rubai gibi geleneksel nazım biçimlerini alarak onları taze içeriklerle dönüştürür. Fakat gelenekle ilişkisi, sadece eski biçimleri dönüştürmekten ibaret değildir. Divan şiirinin en sevilen teşbih, istiare, mübalağa gibi edebi sanatlarını da kendi ideolojisi, şahsiyeti ve sanat anlayışına göre yenileyerek kullanır. Mesela, “bulut günleridir” adlı şiiri, çoğu divan şairini kıskandıracak mübalağa örnekleriyle örülmüştür. Fakat burada mübalağa, modern şairin toplumsal meselelere dair güçlü imgeler kurmak için başvurduğu bir sanattır. 12 Mart sonrasının baskı günlerini anlatan bu şiirde yıldızlar karanlığın ufunetinden bozulmuş, ipek baykuşlar büyürken vampirler yalnızlığı okşar, bin yıllık sorular ateşten burgular gibi bir devin gırtlağından zalim gümbürtülerle üreyip gelir.

Attilâ İlhan’ın “meraklısı için notlar” bölümü, onun kendi şiirine dair ketum olmadığını gösterse de okurun, şiirlere ait her şeyin bu notlarda açıklanmasının mümkün olmadığını, şairin de belli ip uçlarından daha fazlasını vermeyi tercih etmeyeceğini aklından çıkarmaması gerekir. Aslında bu notlar, güncel olanla sıkı bir ilişki içinde olan Attilâ İlhan şiirinin unutulmuş güncel bağlamını okura, özellikle de genç okura hatırlatmak için vardır.

“Emekçiye Gazel”in son beytinde Şeyh Galib’in o meşhur beytine yapılan telmihi okur kendisi keşfetmelidir. Nâzım Hikmet’in Mayakovski’ye çevirdiğinde Rus şairin büyük bir hayranlıkla karşıladığı rivayet edilen “Bir şûlesi var ki şem’i cânın. Fânûsuna sığmaz âsumânın!” beytidir söz konusu olan. Attilâ İlhan, bu muazzam hayali Şeyh Galib’ten alır ve kendi zamanının şairi olarak gürül gürül bir imgeye dönüştürür: “hohladıkça yalazını göğsündeki yüksek fırınların/ çatlatırsın bir gün medet/gök kubbenin fanusunu”

Şairlerin âhı dünyayı viran ve mamur edebilir mi? Zihnimizi yıkıp yeniden yaptıkları kesin. Hele Attilâ İlhan gibi “ses”lenebilmişlerse. 

Arka Kapak dergisi 30. sayı