Enis Batur

Geniş sayılabilecek bir kişisel kütüphane karşılarına çıktığında, bir tek kitap dünyasına yabancı olanların değil, azımsanmayacak sayıda okurun aklına düşen ilk sorunun “Bütün bu kitapları okumuş olabilir mi?” olduğuna değinmiştim. Peşi sıra doğmakta gecikmez ikinci soru: “Önemli bir bölümünü okumamışsa neden onları edinmiştir, onları ne zaman okuyacağını ummaktadır?” Okuma alışkanlığı edinmemiş olanları ayırıyorum, durumu aydınlatmaları olanaksız değilse zordur; asıl sorun, kitapları yalnızca okuyanlar cephesinde yer alanları ikna etmektedir.

Kitapları yalnızca okuyanlar, kitap dünyasının en geniş kesitini oluşturur. Okudukları kitaplara yeniden dönmeleri gerekmeyeceği kanısındaysalar onları elden çıkarır, biriktirmezler; dolayısıyla kütüphaneleri şişmez, yayılmaz pek, gidenlerin yerini yeni gelenler alır, böyle bir döngü yaratılmıştır. Kütüphanesi durmadan genişleyen okurlar, burada koleksiyoncuları ayırarak dışta tuttuğumu belirtmeliyim, kitapları yalnızca okumayan, onlara sık sık başvurmak durumunda olan kişilerdir: Edinirken bir tek zevkini, keyfini esas tutmaz bunlar, kitaplardan yararlanmaları söz konusudur uğraşları gereği.

“Sözgelimi şu kalın kitap, okuduğunuzu da, okuyacağınızı da sanmam: Neden edindiniz onu, ne(yi) bekliyor burada, elinizin altında olmasa bir şey mi yitirirsiniz, gereksinme doğduğunda gidip alsanız onu daha doğru olmaz mı?” Görünüşte aklıselime dayalı sorular.

Kavafis’in 25 şiirini, dilediği kitaplara ulaşamadığı için yazamadığına ilişkin sözüne değineli yıllar oldu. Bu örnek şundan önemli, ilk bakışta dış kaynaklara en az bağımlı yayın türü şiirdir. Saint-John Perse’in şiirlerini yazmak için büyük olasılıkla (oysa emin olamayız) kitaplara gereksinmesi yoktu. Gelgelelim kural getirilemez bu bağlamda: Okuduklarına borçlu şair sayısı düşük değildir: Pound’u, Ece Ayhan ve evet, Kavafis’i düşünmek yeterlidir. Benzeri gözlemi öteki yazın türlerinde ürün verenler çerçevesinde de yapabiliriz: Yazdıklarının yabana atılamayacak bir boyutunu okuduklarına dayandıran yazarlar çoğunluktadır.

Başvurmak ve yararlanmak fiillerini yazarken yatık harfler kullandım yukarıda; işin anahtarı orada. Açığa çıkarmak için kendimden taze ve sıradan bir örnek vereceğim:

Elisabeth Malamut’un CNRS yayını (1993) Bizans Ermişlerinin Yollarında başlıklı 400 sayfalık kitabı kütüphaneme geleli 20 yılı geçmiş olmalı. Bu tür uzmanlık çalışmalarını ilgili okura sunan De Boccard kitabevinden almıştım kitabı. Hangi gerekçelerle seçmiştim onu? Birincisi, münzevi yaşam tarzları baştan beri ilgi alanıma giriyordu; ikincisi, çalışmanın coğrafî odağı genel çizgilerinde Anadolu yarımadasıydı-can alıcı kimi ipuçlarını devşirebileceğim, benzeri kütüphanemde bulunmayan bir kitaptı. Eklemek gerekir: Bu tarz, yaygın dağıtım olanağına sahip olmayan yayınları gördüğünüzde edinmezseniz, gereksinim duyduğunuzda onlara ulaşmakta büyük zorluklar çekersiniz; deneyimlerimden biliyorum: Bende takınak hâlini almış, 45 yıldır aradığım, Waldemar Deorna’nın Gözün Simgeselliği’ni hâlâ bulup edinebilmiş değilim.

Malamut’un kitabına dönelim. Aldıktan sonra, her seferinde olduğu üzere, uzunca bir ön tanışma seansı gerçekleştirmiştim onunla. İçeriğine kaba, ana hatlarıyla hâkim olma sürecidir bu evre; çerçevesini zihnimize oturtur, kimi ayrıntılara eğilir, raftaki uygun yerini (bölgesini) seçer, yerleştiriverirsiniz. Orada dönmenizi bekleyecektir, dönmeseniz bile dönebileceğinizi bilmek erinç sağlayıcı durumdur.

2016 yılının güz başında, bir buçuk-iki yıldır zihnimin bir köşesinde oyalanan bir metin, “Göl Yazı” harekete geçti. İç kesitlerden biri eski adıyla Apolyont, yeni adıyla Uluabat gölü üzerineydi. Yazı dokunadursun, bir iki uç kaynağa ulaştım, onların tetiklediği bir metin tabakası üzerinde yoğunlaştığımda aklıma Malamut’un kitabı geldi, masamdan kalkıp kütüphanemin ilgili rafına yöneldim, kitabı yerinden çıkarıp gerisin geri döndüm, birkaç saat süren o ikinci seanstan birkaç benim gözümde kıymetli ayrıntı süzdüm, onların kurduğum metne bir zenginlik kattığı inancını taşıyorum.

İşte böyle. 

Arka Kapak dergisi 18. sayı