Kemal Varol

Abdullah Aren Çelik, ilk romanı İlerde Hep Yalnız’da, hem ruhsal hem de fiziki anlamda bir yol hikâyesi anlatıyor. Hayatı boyunca çevirdiği türlü dolaplarla tanınan ilginç bir muhtar, talip olduğu kadını ararken kendisini kaybeden âşık bir imam, iktidarla tuhaf bir ilişkisi olan bir sünnetçi ve hikâyesinin ağırlığıyla yaşayan yaralı bir berberin bir define peşindeki yolculuklarını anlatan roman, hem sıra dışı kurgusu hem de diliyle dikkat çekici. Bir yandan bu dört adamın bulmayı umdukları define için kat ettikleri yola dikkat kesilirken, diğer yandan da bu enteresan kahramanların iç yolculuklarına şahit oluyoruz kitapta. İlerde Hep Yalnız, hem dışa hem de içe doğru yapılan, ikisinde de yepyeni yollara açılan, giderek bir sarmal halini alan, tıpkı yolun kendisi gibi tamamlanmamaya yazgılı bir roman.


İlerde Hep Yalnız
Abdullah Aren Çelik
Everest Yayınları

Abdullah Aren Çelik, İlerde Hep Yalnız’ın birinci bölümünde, ağzı hayli bozuk Muhtar’ın, sonra hem babası hem de karısının dertli hikâyesiyle yaşayan Berber’in, sevdiği kadın uğruna Konya’dan Diyarbakır’ın yolunu tutmuş Beşiktaş tutkunu İmam’ın, ardından da hayli etkileyici Sünnetçi’nin hikâyesini anlatıyor. Zaman zaman birbirine değip uzaklaşan bu hikâyelerin fonunda ise benzersiz bir kasaba tasviri var. Bu dört roman kahramanının yanında Pasur kasabası da adeta beşinci kahraman olarak beliriyor kitapta. Romanın ikinci bölümünde ise, bu kahramanların tümünü tek bir hikâye peşindeyken görüyoruz bu kez. Hem karşılığında zengin olmayı umdukları bir defineyi, hem de çoktandır kaybettikleri kendilerini arar roman kahramanları. Bu dört kafadar tamamlanmak, eksik parçalarını bir araya getirmek, varoluşlarına anlam katmak için yola çıkmışlardır sanki. Bulmayı umdukları define kadar, bu yolda kendilerini de bulmak isterler. Hatta, romanın bu yönüyle Attar’ın Mantıku’t Tayr hikâyesini referans aldığı söylenebilir. Böylece, İlerde Hep Yalnız bir yol hikâyesi kadar giderek bir varoluş hikâyesi halini de alır.

Romanın dikkat çekici bir diğer yönü de birtakım toplumsal meseleleri bu keyifli hikâyenin içinde saklamasında yatıyor kanımca. Abdullah Aren Çelik, Kürt sorunundan Ermeni meselesine, dinsel kimliklerden iktidar ilişkilerine, Türkiye’nin yakın toplumsal tarihindeki kimi netameli başka meselelere kadar geniş bir alan açıyor ilk romanında. Ama bu türden sorunları görünürde değil, hep dipte tutarak, daha doğrusu kahramanlarının hikâyesine yedirerek yeni bir arayış alanı açıyor bir bakıma. Romandaki tuhaf kasaba Pasur’un hikâyesini okuduğumuzu sanırken, aslında bir yanıyla Türkiye’nin hikâyesini okuduğumuzu anlıyoruz bir süre sonra. Dertleri, bir türlü çözemediği meseleleri, dönüp dolaşıp hep aynı yere gelen, Tanpınar’ın deyişiyle “evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânı vermeyen” Türkiye’nin hikâyesi dikiliyor karşımıza. Yazarın asıl başarısı da burada yatıyor kanımca. Bir define hikâyesi olarak açılan romanını sonra bir kasaba hikâyesinin, ardından da daha büyük bir çerçevenin içine yerleştiriyor.

Zaman zaman hikâye içinde hikâyelerle bölünen, bir yandan eski zaman masallarının kadim geleneğine yaslanırken diğer yanıyla romanda durmaksızın devam eden Beşiktaş maçlarının yardımıyla okurunu bugüne de çeken, gerçekçi olduğu kadar yer yer büyülü anlarına da şahitlik ettiğimiz İlerde Hep Yalnız, yalnızca iyi bir ilk romanı değil, devamında iyi romanlarını okuyacağımız yeni bir yazarı da müjdeliyor. 

Arka Kapak dergisi 10. sayı