İlker Aslan

Walter Benjamin, Pasajlar’da sıkça geçen “flanör” kavramı için, “Kalabalık içerisinde yaşayan bir terk edilmiş kişidir” ifadesini kullanır. Benjamin’in tanımının temel noktası “kalabalık” vurgusunda yatar. Flanör, yani dilimizde yaygın kullanılan yaklaşık anlamıyla “aylak”, aslında “sokaktaki insan” olmak demektir. Yalnız flanör ya da aylağın varoluş alanı alelade bir yer değil, yukarıda da belirtildiği gibi kalabalıkların arası olan kenttir. Kent, aylağa modern bir yaşam alanı sunar. Aylak, kentlidir ve dolayısıyla da moderndir. Bu anlamda aylağı var eden, modernitedir denebilir. Aşırı nüfusun içerisinde “boş vakit”lerin insanı olan aylağı şekillendiren de bahsi geçen kent kalabalığı ve karışıklığıdır.

Türk edebiyatında “aylak” arketipine Tanzimat döneminde yazılmış ilk romanlarda rastlamak mümkündür. Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey’i, Recaizade Mahmut Ekrem’in Bihruz Bey’i, Hüseyin Rahmi’nin Şatırzade Şöhret Bey’i hatta daha sonrasında Ömer Seyfettin’in Efruz Bey’i bu aylak tipine örnek olarak gösterilebilir. Ancak bizdeki aylak tipinin ilk örnekleri Türk modernleşmesi ile birlikte Batı-Doğu ekseninde kaleme alınmış ve büyük ölçüde Batı’yı yanlış anlayan tipler olmuştur. Genel çerçevede bakılınca bu tiplerin tamamı kent insanıdır. Aynı zamanda modern dünyanın da bir temsili olan “kent”, onların tek varoluş alanlarıdır. Öte yandan kenti de doğru anladıkları söylenemez. Sürekli olarak Batılı eğlenceler peşinde koşan, giyimine kuşamına dikkat eden, Batılılaşmanın bir temsili olan “piyano” ve “Fransızca” ile temas hâlinde olan bu aylak tipler aslında giriştikleri hiçbir işi hakkıyla yerine getiremezler. Bu aylak tipi, ya da dönem romanları için daha sık kullanılan tabirle “alafranga züppe tipi”, sadece görünüş bakımından da aylak değildir. Onun zihinsel durumu da fiziksel durumuna paralel bir yapıdadır. Çevresini yanlış anlar, insanlar tarafından kandırılır ve daha çok parası olmasını isterken büsbütün parasız kalacak kadar aptaldır zaman zaman. Bu anlamda Tanzimat ile birlikte romana “bir kent insanı” olarak dâhil olan aylak tipi, modern görünümlü olmasına rağmen henüz modernleşmeyi anlayamamıştır; hatta daha da ileriye götürürsek, modernleşme olgusuna dahi tam anlamıyla vakıf değildir. Aslında Tanzimat yazarlarının öncülük ederek kaleme aldığı bu tipler, birer kötü örnek olarak resmedilir ve modernleşme bağlamında olması gerekenin ne olduğuna dikkat çekilmek istenir. Bu yüzden aylak tipini okurken modernleşme ve kent kavramları üzerinden meseleye yaklaşmak, aylak tipini anlamak adına önemli bir çaba olacaktır.

Modern Bir Aylak Tipi: C.

Türk edebiyatında aylak tipinin kırılma noktası olarak Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanı gösterilir. Aylak Adam ile birlikte aylak tipi de değişmiş, özellikle Tanzimat döneminde hedef tahtasına yerleştirilen “yanlış Batılılaşmış kentli tipi” olan aylak insan karakteri, artık kendisine cephe alınmayan; aylaklığı tam anlamıyla bilinçli bir eylem alanına döken bir karakter hâline gelmiştir. Bu bilinçlilik hâli de aylak tipinin konumlandığı yeri büyük ölçüde değiştirir.

Yusuf Atılgan, Aylak Adam’da “C.” isimli (belki de isimsiz) karakterin yaşamından bir yıllık kesit sunar bizlere. Romanı dört ana bölüme ayıran Atılgan, bu bölümlere de mevsim isimlerini verir: “Kış, İlkyaz, Yaz, Güz.” Roman, teknik olarak sunduğu yenilikle de adından söz ettirir. Yusuf Atılgan sadece birinci tekil kişi anlatımıyla değil, bunun yanında üçüncü tekil kişi anlatımıyla da metne çoksesli bir hava katar. Zaman zaman üçüncü anlatıcı (tanrı bakış açısı) ile metinde hâkimiyet kuran yazar, bunu yaparken çoğu zaman karakterinin yanında olmayı tercih eder. Bu anlamda, başta da söylendiği gibi, romanın kahramanı olan C.’nin “yanlış” bir tip olmadığının üzerinde durarak Tanzimat romanlarındaki muadil örneklerine göre farklılık arz eder. Öte yandan romanda bilinç akışı, monolog, mektup, günlük, flaşbek gibi teknikler de kullanan Atılgan, Aylak Adam’ı önemli bir postmodern roman biçimine sokar.

Roman boyunca isminin sadece baş harfini bildiğimiz C. bir arayış içerisindedir. Onu bu arayışa iten tabii ki sadece ruhsal durumu değil, aynı zamanda içerisinde bulunduğu sosyoekonomik koşullardır da. Çünkü C., Tanzimat romanlarında da sıkça görülen bir biçimde, babasından kendisine kalan miras ile rahat bir yaşam sürmektedir. Ancak bu rahatlığı sadece ekonomiktir. Ruhsal olarak ise büyük bir boşluk içerisindedir. Kendisini sık sık İstanbul’un zengin muhitlerinden olan Beyoğlu, Nişantaşı, Harbiye gibi yerlerde gördüğümüz C.’nin esas aradığı ise hayalindeki kadındır. C.’nin zihnindeki kadının siluetinin de bilinçaltında geniş bir yer kaplayan çocukluğunun Zehra teyzesine benzemesi, romanda kurulan “çocukluk-bilinçaltı-şimdi” arasındaki bağlantıyı görmek açısından önemlidir. Yusuf Atılgan’ın bir diğer önemli romanı olan Anayurt Oteli’nde de romanın ana kahramanı Zebercet’in roman boyunca gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını beklediğini vurgulamak gerek bu noktada. Aslında bu durum, pek çok romanda karşımıza çıkan “beklenen kadın” imajını da gösterir bizlere. Bu, aynı zamanda belki de acıların ve sorgulamaların sona ereceği an demektir. Modern insanın içinde bulunduğu gerilimli durumdan kurtulmasına, içine düştüğü manevi boşluğu doldurmasına yardımcı olacak kişi, beklenen kadındır.

Babasından nefret eden ve ona benzememek için her şeyi yapan C., belki de babasından kalan mirası “çarçur ederek” ondan öç almaya çalışır. C., Benjamin’in tarifine tam anlamıyla uyan bir tiptir. Kalabalıktadır ve yalnızdır. Kalabalık arttıkça, insanlar birbirini daha az tanır hâle gelir yani bu insanın çevresine karşı olan yabancılaşmasının da bir göstergesidir. Modern dünyanın yaşam alanı olan “kent” insana sunduğu pek çok imkânla birlikte, çeşitli insani ilişkileri de yok etmiştir aynı zamanda. C., en çok da bu durumdan rahatsızdır. Sokaktayken çevresini dikkatle izler C. ve bilinçli bir şekilde ayrıntılara dikkat eder. İnsanların birbirlerine karşı birer yabancı olduklarına ama yine de samimi gibi görünmelerine içerler. C.’yi özel yapan da işte bu bilinçli ve sorgulayıcı tavrıdır.

Yusuf Atılgan, Aylak Adam’da hem teknik hem de muhteva olarak bir dizi yenilik yapar. Kullandığı anlatım tekniği bir yana, çizdiği modern ve kentli aylak tipi ile, bilinçli bir aylağın neler yaptığını anlatır okura. C., Tanzimat romanlarında çizilen mirasyedi ve yanlış Batılılaşmış züppe tiplere benzemez. Evet, belki ona aylaklık yapmasını sağlayan bir ekonomik gelir vardır ancak bu durum C.’yi bir mirasyedi yapmaz. Tam tersine C., çevresine son derece duyarlı, etrafını dikkatle izleyen, insanları gözlemleyen bir aylaktır. O kadar ki C., kendi aylaklığının farkına varıp “bir aylağım” diyerek bu bilinç durumunu bir adım öteye götürür. Yusuf Atılgan’ın edebiyatımıza sunduğu bu yeni tip, aynı zamanda modern kentin bir fotoğrafını da gösterir bizlere. Okunan, sadece C.’nin değil, yeni dünyanın ve yeni dünyada varoluş çabası gösteren insanın da bir anlatısıdır. Böylece Yusuf Atılgan, Aylak Adam ile eski anlatıyı yıkmış ve yerine yepyeni bir “kahramanlık” hikâyesi oturtmuştur: Hiçbir zaman kahraman olamayacak bir aylağın, C.’nin hikâyesini…

Aylak Adam
Yusuf Atılgan
Can Yayınları

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 4.sayısında yayınlanmıştır.