Barış Saydam

Futbolun zamanla bir oyundan çok güçlüyle güçsüz arasındaki mücadelenin ve sınıfsal eşitsizliklerin karşılaşma alanı haline gelmesi, futbolun hayatla olan bağının da gittikçe organikleşmesine sebep olur. Hayatta hiçbir amacı olmayan insanlara bile aidiyet duygusu kazandıran futbolun, sadakat temeli üzerine kurulu bir takım oyunu olması, ahlaki kuralların ve sorumlulukların önemine de vurgu yapar. Çünkü tıpkı hayatta olduğu gibi top hiçbir zaman beklendiği köşeden gelmez. Ama bu belirsizlik hayatta insanları olumsuzluğa doğru iterken, futbolda tam tersi şekilde bir kenetlenmeye ve inanca yöneltir. Futbol, insanlara ayakta kalmanın, mücadelenin ve dayanışmanın gücünü göstererek bir karşı koyuş ruhu aşılar. Hayat, insanlara ters köşeden goller atarken; futbol da ters köşelerin inadına, hakemin son düdüğüne kadar insanlara maçın bitmeyeceğini hatırlatır. Tekil mücadeleden çok, bir takım oyununu destekler. Serdar Akar’ın Dar Alanda Kısa Paslaşmalar (2000) filminde bizlere özetlediği gibi, hayat futbola fena halde benzer... Ken Loach’un Hayata Çalım At (Looking for Eric) filminde olduğu gibi… Hayatla futbolun kesiştiği alanlar üzerinden başkarakteri Eric Bishop’ın hayata tutunmak için takım arkadaşlarına güvenmesi gerektiğini hatırlatan yönetmen, Eric’in dönüşüm sürecini de “Kral” Eric Cantona aracılığıyla; yani futbol sahasının gerçek hayatla örtüştüğü ortak alanlar üzerinden yansıtır

.Ken Loach bundan önceki filmlerinde olduğu gibi yine işçi sınıfına mensup insanların hayatlarından kesitler sunar. Postacı olan Eric’in yaşama mücadelesine bizleri ortak eder. Evdeki işleri istediği gibi gitmeyen, çocuklarıyla bir türlü iletişim kuramayan, arkadaşlarına güvenmeyen, evle iş arasında bir uğraşı kalmayan sıradan bir işçidir Eric. Toplumda insanların sürekli gördüğü ama dikkat etmediği, sorunlarını dinlemediği ve umursamadığı pek çok insandan biridir. Onu tek dinleyen kişi, kişisel kahramanı Eric Cantona olur. Cantona’nın futbol sahalarındaki deneyimleri sayesinde verdiği tavsiyeler postacı Eric’in yaşamını değiştirmesini sağlar. Cantona; cesaretin, kendine güvenin, imkansız olanı başarmanın simgesidir ve dahilerin bile eksikliklerinin olabileceğinin en büyük kanıtıdır. Ben insan değilim, ben Cantona’yım diyen Eric Cantona’nın kendine olan özgüveni, karizması ve şaşırtıcı zekası yanında, takım arkadaşlarına olan saygısı ve takım oyununa bağlılığı da postacı Eric’in değişiminde neden Cantona figürünün seçildiğini bizlere açıklar.

Filmlerinde genelde işçi sınıfına mensup ve toplumda “görünmeyen” ve “görülmek istemeyen” insanların hikayelerini sınıfsal çatışmalar, fırsat eşitsizliği, kapitalizm ve modernite bağlamında anlatan Ken Loach, bu sefer Eric’in hikayesini efsane bir futbolcudan ve dolayısıyla futboldan güç alarak anlatır. Hem ucuz olduğundan hem de insanın bütün duygularını olduğu gibi yansıtabileceği ender alanlardan biri olduğundan işçi sınıfının da en büyük eğlencesi olan futbol; aynı zamanda sınıfsal farklılıkların ve güçlü/güçsüz ayrımının da çatışma alanı olarak simgesel bir anlama sahiptir. Bu yüzden futbol, hem bireysel anlamda kişinin toplumsal hayatta dışa vuramadığı duyguların tezahürü için bir zemin yaratır hem de toplumsal anlamda bireylere birlikteliğin ve takımdaşlığın gücünü gösterir.

Hayata Çalım At klasik Ken Loach temalarından pek çoğunu içerse de; netice itibariyle Loach’un diğer filmlerinden daha hafiftir. Eric’in dönüşüm sürecini mizahi ve gerçeküstü öğelerden destek alarak anlatan yönetmen, klasik temalarına bağlı kalsa da sonuçta Eric’in hikayesini bir komedi filmi formatında anlatmayı tercih eder. Loach’tan yeni bir Benim Adım Joe (My Name is Joe, 1998) beklemiyorsanız eğer, hafif bir seyirlik olarak Hayata Çalım At iyi bir alternatif sunmaktadır.

Yönetmen : Ken Loach
Senaryo : Paul Laverty
Yapım yılı: 2009, Fransa, İtalya, İspanya, Belçika, İngiltere