Vecdi Demir

İç savaş öncesi Amerikan tarihinin en “zehirli mirası” kölelik hikâyeleri hakkındadır. Ortada Kuzeyli Amerikalıların sahiplendikleri bir özgürlük bildirgesi vardır gerçi, ama Güney’deki plantasyonlarda köleliğin savunusu ve yeniden-üretimi konusunda bitmez bir iştah kendini gösterir. Çünkü kölelik beyaz adamın, deyim yerindeyse siyahî emeğin ırzına geçtiği barbarca ve sapkın bir düzen anlamına gelir. Bir de tabii ki şu manifest destiny meselesi;- yani Tanrı’nın Amerikalılara tevdi ettiği dünyaya hükmetme ve nizam getirme görevi.- Bu açıdan bakıldığında kölelik sapkınlığının sevk ve idaresinde biri ekonomik öteki dinî, çifte bir meşrulaştırma görülür. İlki köle emeğiyle beyaz servetin çoğaltılması. Diğeri (Yeraltı Demiryolu’nda Ridgeway adlı köle avcısı karakteriyle temsil edilmiş manifest destiny) anlamında Amerikan liderliğinin mukadder olması. Bu temalarla ilişkili olarak 2017 yılının en iyi romanlarından gösterilen Colson Whitehead’ın Yeraltı Demiryolu kitabı, Cora adlı siyahî bir köle kızın hikâyesinin içinde ilerleyen/açılan, bildik Amerikan tahakkümünü anlatır.


Yeraltı Demiryolu
Colson Whitehead
Çevirmen: Begüm Kovulmaz
Siren Yayınları

Whitehead 1969’da New York’da doğan Afro-Amerikan bir yazar. 1991’de Harvard’dan mezun olduktan sonra aralarında The New York Times, New York Magazine ve Harper’s’in de olduğu birçok yayımda bağımsız yazarlık yaptı. İlk romanı olan The Intuitionist’i 1999’da yayımladığında ünlü yazar Johnd Updike’tan “tutku dolu, zekice,  çarpıcı bir orijinallik” övgülerini kaptı. Colson Whitehead bundan sonra, art arda dört roman daha yazdı: John Henry Days (2001) Apex Hides the Hurt (2006), Sag Harbor (2009) ve Zone One (2011). 2016 yılında ise Yeraltı Demiryolu Colson Whitehead’a erişilmesi güç bir başarı kazandırdı. Roman peş peşe Amerika Ulusal Kitap Ödülü (2016), Pulitzer Ödülü (2017), Arthur C. Clarke Ödülü (2017) ve Zora Neale Hurston/Richard Wright Ödülü (2017) vs. birçok prestijli ödülü aldı. Barack Obama’nın 2017 yaz tatili okuma programına girdiği basında deklare edildi. Romanı yayımlayan Doubleday’in genel yayın yönetmeni, “Camiamıza böylesi romanlar kazandırmak delice mesleğimizin temel nedenidir.” dedi. 

Roman yayımlanınca ünlü Kolombiyalı romancı Juan Gabriel Vasques, The New York Times’a, “Yeraltı Demiryolu Bir Metafordan Fazlasını Temsil Eder” başlıklı bir makale yazarak beyaz anlatıcılar tarafından çalınmış siyahîlerin tarihini Whitehead’in bu romanda (bu) dünyayı yorumlamak için  kurmacanın gücünü savunmaya dönük bir teşebbüsü olarak selamlayarak “(roman) Amerikan’ın temel günahlarının keşfinde, cesur ve lüzumlu bir kitaptır.” yargısını öne sürdü.

Yeraltı Demiryolu’nun gördüğü muazzam ilginin temelini, kuşkusuz roman kahramanı Cora’nın belleklerde coşkun izler bırakan ışığının bir yandan Amerika’nın yüzyıllarca Afrika’dan zorla getirip köleleştirerek zulmettiği Ham’ın çocuklarının trajik yaşamını aydınlatması, öte yandan Güneyli beyaz adamın hastalıklı ırkçılığının görkemli tasviri oluşturur.

Cora

Bireylerin kaderini çoğu zaman atalarının hikâyesi belirler. Cora’nın doğar doğmaz yutulduğu cehennemin yolcu kapısı anneannesi Ajarry’nin Afrika’daki yuvasında Dahomeyli köle tacirleri tarafından esir alınıp Yeni Dünya’ya, pamuk plantasyonlarında beyaz beyefendiler için ırgatlğa zorlanmasıyla açılır. Cora’nın Randall plantasyonundaki korkunç esareti reddetmesinin temelinde ise annesi Mabel’in öyküsü yatar. Mabel, Cora’yı on bir yaşında Randall cehenneminde bırakıp kaçmayı başarmıştır. (Sonradan öğreniriz ki Mabel’inki bir kaçıştan ziyade bir kaçış denemesidir. Kızını almaya gelirken plantasyonun bataklıklarından biri tarafından yutulmuştur.) Cora’nın Mabel’e olan hıncını tarif etmek mümkün değildir: “Mabel’in onu o cehennemde bırakmaya nasıl tahammül ettiğini anlayamıyordu. Çocuktu. Annesinin kaçışını zorlaştırırdı ama bebek değildi. Pamuk toplayabiliyorsa koşabilirdi de.” (s.115)

Cora gerçekte  özgürlük kavramın ne manaya geldiğini bile bilmez. Hiçbir zaman Randall’dan dışarıya adımını atmamıştır. Plantasyonda köleler arasında yeraltı demiryolu denen tuhaf bir kaçış biçiminden bahsedilir. Fakat trenin tam olarak nereye gittiği bilinmez. 

Tren belki gerçekten de bir metafor: Zalimce eylemlerin kurbanı haline gelmiş Güneydeki kölelerin hayalini süsleyen firar koridoru. Michel Foucault bir yerde, “İktidar varsa, direniş de olacaktır.” der. Yeraltı demiryolu, kurgunun içinde beyaz iktidara direnişin çekirdeğini temsil ediyor. Demiryolunun atmosferi çoğu zaman Kafkaesk renkler taşır ve kesinlikle illegaldir. Cora’yı Güney’den Kuzey’e taşıyan demiryolu hattının makinist ve istasyon görevlileri Kafka’nın anlatılarında geçen kanun adamlarının tersyüz edilmiş minyatürlerine dönüşür. Görevliler ve yeraltı demiryolunun kendisi, müphem / hayalî efektler içinde ancak bir metafor kılığına bürünür. Her ne kadar yeraltı demiryolu Cora’yı sonu kuşkulu bir özgürlüğe götürse de her bir istasyon gerçekte beyaz adamın zulmedici pratiklerindeki yaratıcı tezahürlerini önümüze serer. Yaratıcı sıfatını bilerek kullandım. Cora’nın başta “tam bir özgürlük yuvası” olarak gördüğü, bu yüzden de sonraki istasyonları denemeyi reddettiği ilk istasyon olan Güney Carolina’da siyah halka bahşedilen kısmî özgürlüğün bedeli onulmazdır. Romanın bu bölümü distopik bir karakter kazanır ve öğreniriz ki, burada siyahîler beyaz adamın bilimsel araştırmalarında yalnızca bir deney faresidir. Beyaz adamdan frengi belasını uzak tutma projesinde geliştirilen bir aşıda denekler, tastamam Cora ve arkadaşlarıdır. Bir diğer proje, nüfusun beyazların aleyhine işlememesi için  tedavi maskesi altında kölelerin sinsice doğum kontrolüne zorlanmasıdır.

Öte yandan Kuzey’e seyreden yeraltı demiryolu, özgürlüğün şavkını arttırmak şöyle dursun, Kuzey Carolinalıların övündüğü Hürriyet Yolu ile bizi tanıştırır. Şu var ki, yolun iki tarafındaki ağaçlarda siyah cesetler salınıp durmaktadır. Cora, Martin’e sorar:

-Şu Hürriyet Yolu hani. Nereye kadar gidiyor?

-Asılacak beden kalmayıncaya kadar, dedi Martin. Çürüyüp kokan, leşçilerin dadandığı cesetlerin yerine yenileri asılıyor ama yol hep uzuyor. (s.185)

Fakat Cora, Cynthia Bond’un The Guardian’a (29 Kasım 2016) yazdığı gibi, cesaretle ileriye hamle yapıyor. Burada geri dönmek, teslimiyet kadar özgürlük ruhunun reddini içermez mi? Başta belirtiğim gibi özgürlük kavramının kendisi kahramanımızın dünyasında belirsiz bir değer taşısa da… Oysa Cora sürüklenmeyi seviyor ve yine Bond’un vurguladığı gibi, “Cora bir kadına dönüşürken, kavga etmeyi de öğreniyor.”

Ridgeway

Ridgeway’i anlatan satırlar Amerikan adaletini, siyah ve beyazlar konusunda yerleşikleşmiş derin farkları, bir köle avcısının tamamen zalimlik üreten bir sistemdeki rolünü az bulunur bir berraklıkla kavramımızı sağlıyor. Ridgeway’in dünyasını açan güzergahlara bakalım: Köleler bir yolunu bulup New York gibi kölelik karşıtlarının ‘beşiği’ne kaçarlar, hemencecik okuma yazma öğrenirler ve Kuzey yasalarının verdiği yanılsmalayla özgürlük hayaline kapılırlar fakat çoğu siyahî casuslardan meydana gelmiş bir ağdan harekletle yerleri tespit edilir, köle avcısı Ridgeway âlâ-yı vâlâ ile sahneye duhul eder ve köleleri plantasyonların cehennemine geri götürür.

Elbette plantasyonlar arttıkça kaçaklar da otamatikmen artar. Dolayısıyla Ridgeway’in işleri kademe kademe açılır ve popülerliği artar. Siyah adam tastamam mülk demektir ve mülkün alınıp satılması, korunması, tedariki ve hatta “üretimi” ancak Ridgeway gibi adamların çarka dahil olmasıyla mümkün gale gelir. İlginçtir, kölelerin plantasyondan kaçmalarına yardımcı olan köle karşıtlarını Ridgeway, “mülk hırsızı” diye tanımlar.  Her ne kadar Ridgeway ve tuhaf mesleği arızî bir şekilde ortaya çıkmışsa da, sistemin daimi salınımında artık özsel hale gelmiştir.   Öte yandan birçok eleştirmen, Ridgeway’in kölelerin peşine düşmesindeki takıntılı ısrarını Sefiller’deki Javert’e benzetse de, Cynthia Bond’un tespiti daha isabetlidir: “Ridgeway açık kaderin (manifest destiny) temsilidir”

Cora’nın Yeraltı Demiryolu yolcuğunda, her istasyon birbirinin üstüne kapanan bir cehennemden meydana gelir. Fakat Randall’ın hayaletleri Cora’nın bilincini harap etse de, o yeni bir istasyonu kovalamadan edemez. 

Arka Kapak dergisi 30. sayı