Erkan Şimşek

“Adım Zebercet… Zebercet. Bu otelin yöneticisiyim. 28 Kasım 1950’de doğdum; yedi aylık. Annem 44 yaşındaymış o zaman, babamdan büyük. Dört kez düşük yapmış bana kadar. Sünnet olduğum yaz öldü, 1960’da. İlk okul üçteydim, orta ikiden ayrıldım. Bir süre aylak dolaştım, sonra askerlik. 71’de terhis oldum. Babam bir kaç yıl önce öldü. Oteli ben yönetiyorum 80 den beri. Sorumluluk isteyen bir iş. Adım Zebercet… Oysa ben sizinkini bilmiyorum, gecikmeli Ankara treniyle geldiniz, üç gün önce. Kaydınızı yapamadım, adınızı söylemediniz. Döneceğinizi biliyorum gittiğiniz köyden; Hacırahmanlı’dan. Bir haftaya kadar dönerim dediniz…” (Filmden)

Bir romanın filmini çekmek, bir romanı sinemaya uyarlamak başlı başına büyülü bir iş. Türkiye’de de dünyada da bu işin kimi epik kimi facia sayısız örnekleri var. Anayurt Oteli bu anlamda çok başarılı bir örnek. Yusuf Atılgan’ın 1973 tarihli romanını 1987’de sinemaya uyarlayan Ömer Kavur, edebiyatı sinemaya taşıma konusunda başarısını ispatlamış bir yönetmen. Arka Kapak’ın 1. Sayısında (Ekim 2015), Ömer Kavur’un Kara Kitap’tan yola çıkarak çektiği Gizli Yüz’ü yazarken bu başarısından bahsetmiştik. Anayurt Oteli de Gizli Yüz’den birkaç yıl önce peliküle kazınmış bir başyapıt.

Kavur bu filmde, Atılgan’ın inşa ettiği yalnızlık duygusunu ve otelin neredeyse korku filmi dekoruna benzeyen atmosferini, Zebercet’in patolojik ruh halini, saf kötülüğünü, beyaz perdeye başarılı bir şekilde yansıtmıştır. Bunun sebebi Kavur’un sinemayı çok iyi bilmesinden ziyade, Atılgan’ın metnindeki dünyayı çok iyi analiz etmesidir. Kavur da tıpkı Atılgan gibi (belirgin derecede politik bir tavrı olsa da) döneminin politik/sol tartışmalarını sanatına taşımak yerine varoluş meselesine yoğunlaşmış bir sanatçı. Lütfi Akad veya Yılmaz Güney’e değil de Metin Erksan’ın Kemal Tahir rengini katmadığı filmlerine yakın bir yerde duruyor. Tabii bu iki tavrı kıyaslama derdinde değilim; ayrı ayrı kıymetliler.

Romana-filme dönersek; Atılgan ilk romanı Aylak Adam’ı (1959) da ikinci romanı Anayurt Oteli’ni (1973) de tek bir kişi üzerine kurar. Bu “bir kişi”yi ele alma biçimiyle de toplumcu gerçekçi ekolden uzakta varoluşçu edebiyata yakın durmaktadır. Atılgan’ın bu tercihi toplumcu gerçekçiliğe olan hilafından değil Türkiye’deki toplumcu gerçekçi yazarların gerçeklikle kurdukları ilişkinin sakatlığına tepkidir biraz da. Zaten gerçekçiliğin tekeli de kırılmıştır. İkinci Yeni’nin taş gibi şiirlerinden Mendilimde Kan Sesleri (Edip Cansever), İkinci Yeni’yi suçlayan toplumsal gerçekçi şairleri kıskandıracak kadar başarılı bir şiirdir ve toplumculuğa damardan bağlıdır.

Bu Atılgan’da da böyledir. Andığımız bu iki romana bakınca Atılgan’ın C. veya Zebercet üzerinde yaptığı derinlikli kazılarda toplumun insan kokan katmanları gören gözler için pırıl pırıl parlamaktadır.

Kavur da zaten bu derinliği gördüğü için kendi sinemasına buyur etmiştir Zebercet’i ve Anayurt Oteli’ni. Otelin ismi bile bize bir şey anlatmaktadır. Eşkıya’da Yavuz Turgul, bütün güzelliklerin ve pisliklerin iç içe geçip insanın kanına karıştığı otelin adını Cumhuriyet Oteli koymuştur. Edebiyatta veya sinemada otel isimleri çoğu zaman sadece isim değildir.

Anayurt Oteli ön tarafta (resepsiyonda) “bir kişi”nin ama arka planda (otelin içinde) bu ülkenin romanıdır. Otelin katibi Zebercet (Gezgin), 7 aylık doğmuştur (şahit olduğumuz hayat kesiti de bu biyolojik erken kopuşun getirisi olarak ontolojik bir kopuştur). Annesi kendisinden evvel romana göre üç, filme göre dört kere düşük yapmıştır. “Erkekliğe adım attığı” yani sünnet olduğu sene annesini; “erkekliğini tamamladığı” askerlik dönüşü babasını kaybetmiştir. Bir bir bağlarından kopan ve sürüklenen (ve bir süreliğine aylak gezen) Zebercet’in bu kopan bağlar yerine ikam edebileceği tek bir bağı bile yoktur. Geçmişinin, talihin veya kaderinin, artık neye inanıyorsak onun getirip bıraktığı noktada Zebercet, şizoid bir vaka haline dönüşür. Okur / izleyici eserin trajik finaline adım adım yaklaşırken Zebercet onları tarifsiz bir iç sıkıntısına düşürür, kendi yoluna sürükler. Aylak C. de böyledir. Yusuf Atılgan adeta bir doktor gibi teşhisi koymuştur. Bu yazdığı “rapor romanlar”ın isim soyisim bölümü ise boştur. Çünkü anlattığı bir kişi, kastettiği toplumdur. Atılgan’ın belki de işaret parmağı, gezgin aylaklar aramızda, içimizde dolaşan “sosyal şizoid” adaylarını göstermektedir. Yani bizi, hepimizi.

Anayurt Oteli
Yusuf Atılgan
YKY

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 4.sayısında yayınlanmıştır.