Ülkü Özel Akagündüz

Kim, bir yazarı enine boyuna incelemek ister ki! Yıllarınızı adamanızı gerektiren ciddi bir incelemeden söz ediyoruz. Akademisyenler evet, bu işi ciddiyetle yapabilir. Ama Geoff Dyer’e kalırsa, akademisyenler bir yazarı inceleme işinden uzak durmalı; çünkü onlar, zavallı yazarı toza dönüştürüp sonunda küllerini havaya savurmaktan öte gidemezler. Dyer, eh iddialı konuşuyor, ama onun D.H Lawrence’ı incelediği ‘Bir Hışımla’ kitabını daha yarılamadan, şapka çıkartıp ‘Bir yazar bütünüyle ancak böyle ele alınır’ dediğimize göre, varsın konuşsun, hatta o konuşmasın da kim konuşsun.

Yazar ve şair Lawrence’ı sevenler için Dyer’in incelemesi gerçek bir hediye olabilir; fakat ayıp değil ya, bu adı bilmeyenler (casus olanıyla karıştırmayalım lütfen) ve haliyle onunla ilgili merak duymayanlar ne yapsın? Bana kalırsa, ‘Bir Hışımla’ kitabını asıl onlar bir hışımla okusun. Çünkü kitabın meselesi hem Lawrance hem değil. Geoff Dyer, bu incelemeye başlayıp devam ederkenki duraksamalarını ve kararsızlıklarını öyle içten anlatıyor ve incelemenin sergüzeştiyle Lawrence’ın hayatını yan yana uzanan iki patikadan öyle ustalıkla yürütüyor ki okur sonunda hem Dyer’i hem Lawrance’ı handiyse yakın bir ahbabı kadar tanıyor. ‘İyi de bu iki adamı neden tanımak isteyelim ki?’ Öyle ya dünya büyük, hayat kısa! O ‘iki adam’da güçlü ve zayıf yanlarımızı görebileceğiz oysa, nasıl yaşamış, ne için öfkelenmiş, ne zaman kendilerini mesut saymışlar öğrenebileceğiz. Geoff Dyer ironik üslubuyla, hep olmak istediğimiz bir şehre ya da mekana gittiğimizde; ama aslında istediğimizin orası olmadığını farkettiğimizde yaşadığımız hayal kırıklığını anlatıyor söz gelimi, giderek anne babalarımıza benzeyişimizi, heyecanla çıkılan yolculuklardaki bezginliğimizi, yazmak için ideal köşeyi tam bulduğumuzda bütün hevesimizin kaçışını…

Mekan ya da mekansızlık, yabancılık ya da evinde hissetme duygusu kitabın başat meselelerinden biri; çünkü hem Lawrence hem de ölümünün ardından onun hayatına mercek tutan Dyer neredeyse hiç bir yerde tam olarak huzuru bulamazlar. Şimdi biz de, bir yerdeyken başka yeri özlediğimize göre çoğu defa, bu açmazın bir kıyısında kendimizi göremez miyiz? Uzaktayken, anavatanın umutsuz bir cazibesi olduğunu düşünen Lawrence, anavatanına döndüğünde bu kez, ‘Ne de olsa insan’ der, ‘Hiçbir yerde evde olduğu kadar büyük bir yabancılık çekmez.’ Böylesi bir çıkmaz sokağın bilgece bir meydana açıldığını da söylemek gerek; ‘kendi içinde, varlığında bir ev bulabilmek’… Ne de olsa, ‘uçan kuşlar, bir o hanede, bir bu hanede değildirler, hanelerini beraberlerinde taşırlar.’

Kitapta, hayat üzerine düşünmeyi sevenler için altı çizilesi ne çok satır var! Bir ağustos böceği kadar mutlu, aylaklık ettiğimiz zamanların, belki de en üretken anlarımız olabileceğine ilişkin bir düşünce söz gelimi ya da hayat ve işin sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğine dair bir tartışma ve bir kenara kaydedilecek hoşlukta aforizmalar; “Hayat katlanılmaz olduğunda bile katlanılır bir şeydir, korkunç olan, onu katlanılmaz yapan da budur.”

Sonunda Dyer’in kendine dair anlattığı gündelik, sıradan hikayelerin içinde aslında Lawrance’ın saklı olduğunu anladığınızda çok geç olmuştur, çıta iyice yükselmiştir. Yalnızca eserlerini okuyup bir yazar incelemesi kaleme almaya kim cüret edebilir bu durumda. Eski fotoğrafları da toplanacak yazarın, doğduğu eve gidilecek, geçtiği yollardan geçilecek, bu olmadı denilip bir daha geçilecek, en sevdiği ülkeler görülecek, etkilendiği yazarlar okunacak, ruhunun derinliklerine inilecek. Nihayet yazar, daha da önemlisi ‘insan’ çıkacak ortaya ki işte bu yüzden okunmalı ‘Bir Hışımla’…

Bir Hışımla
Geoff Dyer
Çev: Seda Ersavcı
Everest Yayınları

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 9.sayısında yayınlanmıştır.