Mehmet Beydemir

Yayıncılık sektörünün gelişiminde yayınevlerinin yazarları kadar, yayıncılık süreçlerini takip eden, yayınevlerine yeni yazarlar kazandıran editörlerin katkısı azımsanmayacak bir öneme sahip. Peki sahnenin genellikle arkasında yer alan editörler ne iş yaparlar?

Editöre dair birçok açıklama getirebiliriz, kuşkusuz bu mesleği icra eden usta isimlerin tanımlaması, editörlük mesleğine dair gerçek bir fikir edinmemizi sağlayabilir.

Cem Akaş’ın editör tanımlamasını gelin beraber bakalım: “… epey bir iş yapan, ciddi sorumlulukları olan, kritik aşamalarda inisiyatif kullanması gereken, hem edebiyat dünyasını hem de kitap piyasasını takip eden, insan ilişkileri konusunda becerikli ama içten olan, ne dediğini bilen, ne yapabileceğini bilen, nerde durması gerektiğini bilen biri.”[1] Bu tanımlamadan hareketle editör denen kişinin disiplinli, inisiyatif sahibi, güncel yayıncılık gelişmelerinden haberdar, ilişki yönetiminde tecrübeli, samimi ve sınırını bilen kişi olarak görürüz.

Tanıl Bora’nın editör tanımlaması da oldukça güzel: “… metni ‘kitap’ halesini kuşanmazdan önceki yalın haliyle okuyan bir sırdaş̧, ilk mahsulü tadan bir degüstatör, metnin yatak odasına sızmış bir çapkın”.[2] Tanıl Bora, editörün “etik” yönüne temas ediyor. İyi bir editörü, metnin mahremiyetine hem uyan hem de o mahremiyeti ihlal eden kişi olarak lanse ediyor.

“Editör kimdir?” sorusuna Selahattin Özpalabıyıklar ise şu cevabı veriyor: “Editör, Havari Kuşkucu Thomas gibidir; böğründeki yaraya parmağını sokmadan, İsa’nın ölüden dirildiğine inanmaz. Yazara ve/veya çevirmene, onların yazıya dönüşmüş hali olan metne, hem ‘mutlak iman’la, hem de ‘mutlak kuşku’yla, ‘sıfır güven’le bakar.”[3] Özpalabıyıklar’ın tanımlamasına göre editör, iman ve şüphe arasında yolculuk eden biri olarak görünür.

Yukarıdaki tanımlamaları sektörün içinden biri olarak tecrübe etme fırsatı elde ettim. Ne zaman şüpheyle yaklaştıysam bir metne ardında büyük bir maddi hatanın varlığını gözlemledim. Tasarımcılar nasıl boşluğu iyi yönetince bütünlüklü bir tasarım elde ediyorsa, editörler de metne dair şüphesini iyi yönettiği ölçüde sorunsuz kitaplar yayına hazırlıyor.

Dergi ve kültür-sanat sitelerindeki soruşturmaları ve yayıncılık üzerine yazılmış yazıları bir kenara bırakacak olursak, editörlüğe dair derli toplu bir metin henüz yayınlanmadı.

Editörlüğün başucu kitabı henüz yayınlanmasa da editör/çevirmen kitabı yayınlanmış olması yayıncılık tarihimiz açısından büyük bir gelişim.

Yayıncılık dünyasının kıdemli editörü ve çevirmeni Selahattin Özpalabıyıklar Everest Yayınları deneme dizisinden yayınlanan son kitabı İtalik Benim-Yazı, Yanıt, Söyleşi, Anı geçtiğimiz yıl Nisan ayında yayınlandı. Özpalabıyıklar’ın Göndermeler- Yazı, Yanıt, Söyleşi, Anı kitabının devamı niteliğinde olan bu kitapta editörlük, çevirmenlik ve yazarlık serüveninin bir hasılasını oluşturuyor. 13 bölümden oluşan bu eser yazarın metin içi, metin dışı yazılarının toplamını oluşturuyor. Deneme türünün kapsayıcılığının verdiği imkânla hazırlanan çalışma; arka kapak yazıları, sergi pano yazıları, kulak yazıları, kitap sunuş yazıları, kitap inceleme yazıları, anket ve soruşturma yanıtları, şehir yazıları, dipnotlar, anılar ve söyleşilerden oluşuyor.

Eseri okumaya başladığımızda her bir metnin birbiriyle bütünlüğünü hususunda tereddüt edebiliriz, bu şüphe bize kıdemli bir editörün uğrak noktaları hususunda fikir veriyor.

Kitabı bölümlendirilmesini incelediğimizde Palabıyıklar’ın ilk kitabı olan Göndermeler- Yazı, Yanıt, Söyleşi, Anı’daki şablon büyük ölçüde korunmuş görünüyor. Kitaba ek bir bölüm olarak Göndermeler kitabı üzerine yapılan söyleşilere yer vermiş. Özpalabıyıklar her iki kitap arasında irtibatı ve geçişkenliği bu bölüm sayesinde sağlıyor.

Kitapta yer alan metinleri tasnif ederek inceleyecek olursak kitap inceleme yazılarında kitaba dair tanıtım ve/ya incelemenin dışına çıkarak metin ile metin dışı ögeleri de okurun kapsama alanına yerleştiriyor. Bu yazıların temel özellikleri şöyledir: Ön ve arka kapak eleştirisi, dizgi ve imla hataları, çeviri hataları, dipnot aksaklıkları ve yayına hazırladığı/çevirdiği kitaplara gelen eleştirilere yanıtlar.

Anket, soruşturma ve söyleşi yanıtlarında Selahattin Özpalabıyıklar, okuma kültürünün oluşumunda belirleyici olan kitaplara, yazarlara ve şairlere göndermelerde bulunuyor. Bu yanıtlardan ciddi bir kitaplık oluşturmak mümkün. Bu yanıtları değerli kılan hususlar bunlarla sınırlı kalmamakla beraber dönemin temel çeviri tartışmalarına, yayıncılık tarihindeki önemli isimlere ve edebiyat kamusunun güncel tartışmalarına ışık tutuyor.

Arka kapak, kulak içi metinler, çevirmen notların gibi metin dışı ögelerin genel bir seyrini incelediğimizde de bir editörün büyük bir özveriyle yayına hazırladığı metni okura sunarken nelere dikkat ettiğine, bazen çevirmen bazen de editör olarak kitapta ne tür müdahalelerde bulunduğuna gerektiğine dair ipuçları sunuyor. İyi bir editör olmanın yolunun eserin niteliğini ne alçaltmaktan ne de gereğinden fazla yüceltmekten geçtiğini yayın emekçilerine, okurlara ve yayıncılığa ilgi duyan herkese hatırlatıyor.

Kitaba dair genel bir bilgilendirmeden sonra kitapta önemli gördüğüm iki meseleyi aktarmak istiyorum.

İlki Selahattin Özpalabıyıklar’ın bir çevirmen olarak bir sözcüğü ihya etmesi. Özpalabıyıklar Anna Kavan’nın Buz romanını çevirirken “saçaklardan sarkan buz” anlamındaki “icicle” sözcüğünün romanda birçok yerde geçtiği için tam karşılığını vermek istiyor. Sayısız sözlük araştırmasından sonra 1884 basımı Redhouse İngilizce-Osmanlıca sözlüğünde sözcüğün karşılığını “buzkandili” olarak buluyor. Tedavülden kalkmış bir kelimeyi çevirdiği romanda kullanarak sözcüğün yeniden dile kazandırılmasına katkıda bulunuyor.

İkinci olarak da yayına hazırladığı Yakup Kadri’den Hasan-Âli’ye Mektuplar kitabına Fethi Naci Yeni Yüzyıl gazetesindeki köşesinde yazdığı eleştiri yazısı.  Özpalabıyıklar “Fethi Naci’ye Açık Mektup ya da Bir Köşe Yazısını Yazmak, Ama Önceden Düşünmek?” başlıklı yanıtında birçok açıdan editörlüğe dair ders niteliği taşıyor. Kendisine yöneltilen birçok eleştiriyi delillendirmekle kalmıyor, muhatabına ve biz okurlara editör olarak katkı sunduğu metne dair eleştirilere nasıl yanıt verilmesi gerektiğine dair bir yöntem de sunuyor.

Türkiye’deki yayıncılık faaliyetlerine ışık tutan bu eserin şüphesiz eksik yanları da mevcut. İlki bu kitapta bir dizinin olmaması. Sayısız kitap, isim, dergi ve yayınevine göndermelerde bulunan çalışmanın okurlara kolaylık sağlaması açısından bir dizin eklenmesi iyi olurdu.

Eserin ikinci eksik yanı bir giriş ve/yahut sunuş yazısının yer almamış olması. Bu derinlikte bir eserin yayıncılara bir miras niteliği taşıdığını göz önüne alırsak okuma rehberi niteliğinde bir yazının kitaba ilgiyi arttıracağını düşünüyorum.

Kitap dair çok şey yazmak mümkün. Ancak evvelâ bu kitabı “kimler okumalı?” diye soracak olursanız: Yazarlığa, çevirmenliğe, editörlüğe ilgi duyan herkes. Özellikle yayıncılık ve editörlük atölyelerine katılan kursiyerlerin bu eseri kaynak eser olarak okuması gerektiğine inanıyorum.

 

Dipnotlar:

  1. Cem Akaş, “Editörlük. Tanı, Seyir, Tedavi” Notos Öykü, 2011/27: 23-38.
  2. Tanıl Bora, “Editör Kimdir, Eserleri Nelerdir? Editörlük ve Kurumlaşma”, Virgül, Nisan 2004, ss. 74-75.
  3. Selahattin Özpalabıyıklar, İtalik Benim-Yazı, Yanıt, Söyleşi, Anı, Everest Yayınları, 2021, s. 141.