A. Ali Ural

Seksen dört gün üst üste denize açılıp tek bir balık tutamadan döndükten sonra denizle yüzleşecek cesareti bulabilir miydiniz kendinizde? İhtiyar balıkçı, sandalı her göründüğünde sahile koşan bir çocuk yüzünden göze aldı seksen beşinci günü.


Yaşlı Adam ve Deniz
Ernest Hemingway
Çevirmen: Yasemin Yener
Bilgi Yayınevi

Eski yardımcısıydı çocuk. Kırk gün üst üste balık tutamayınca ailesi yaşlı balıkçının lanetlendiğini düşünerek onu başka bir tekneye verdi. Ustasının her akşam eli boş dönüşü çocuğa dokunuyor, yüklerini taşıyarak bir parça teselli etmeye çalışıyordu onu.

Eski çırağının tekrar onunla balığa çıkmak isteyişiyle aydınlandı yüzü ihtiyarın. Fakat “Olmaz,” dedi, “talihli bir tekneye yanaştın, otur oturduğun yerde. Çocuğun, “Kısmetin yine açılır.” itirazını “Talihsizim diye yanımdan ayrılmadığını biliyorum.” diye cevapladı gülümseyerek.

Hayır, onun için sardalya tutmasına da gerek yoktu yem yapsın diye. “İstemez. Sen git topunu oyna. Daha kürek çekecek gücüm var!” diye gürledi ihtiyar. “Senin yanına geldiğim günden beri olup biten hiçbir şeyi unutmadım.” dediğinde çocuk, gözlerinden sevgi sızdığını fark etti ustasının.

“Balıkçıların birincisi” olduğunu söyledi çocuk ihtiyara. “Benden daha iyilerini tanırım.” dedi ihtiyar. “Fakat sen bir tanesin!” diye ısrar etti çocuk. “Beni sevindiriyorsun. Umarım bunun aksini gösterecek büyüklükte bir balığa rastlamayız.” dedi ihtiyar. Çocuk direniyordu: “Sana karşı koyacak balık göremiyorum ben!”

Ve gün doğmadan uğurladı çocuk ihtiyarı denize: “Kısmetin bol olsun babalık!” Yemin içine saklanan iğne gibi yeni bir günü saklardı içinde şafak. İhtiyar, iştah açıcı yemler hazırlamıştı büyük balıklar için ve denizin farklı derinliklerine bırakmıştı. “Ben işimi eksiksiz yapayım da kısmet geldiğinde beni aradığı yerde bulsun.” Zihnini dalgalandırırdı ara sıra bu cümle.

Avıyla empati kuran bir avcının işi zordu. Deniz kaplumbağalarının kesilip parçalandıktan bir saat sonra bile atmaya devam eden kalpleri ihtiyar balıkçıya, “Benim kalbim de öyle, ellerim ayaklarım da onlara benzer.” diye düşündürüyordu. Tek başına avlandığından ya kendi kendine ya avıyla konuşuyordu: “Karanlık dünyanda bir takla at; dön, gel, biraz daha kokla. Yiyiver onu.” Dua ediyordu sonra ardından: “Tanrım yardım et ona da, yemi yutsun!”

Daha önce oltadan kurtulmuş olmalıydı ki böyle ürkek hareket ediyordu balık. Fakat bir yerde direnci kırılacak ve yutacaktı yemi. Yine de talihini ürkütmemek için bu cümleyi yüksek sesle söylememeliydi. Neyse ki oltanın titremesiyle şüphesi yerini sevince bıraktı ihtiyarın. Sevinciyse çok geçmeden söndü ve adını koyamadığı bir başka duyguya bıraktı yerini. O balığı çekeceğine balık çekmeye başlamıştı tekneyi çünkü. Görülmüş şey değil. Bu kez yüksek sesle kurdu cümlesini ihtiyar: “Keşke çocuk yanımda olsaydı!” Bu öyle büyülü bir cümleydi ki ne zaman karanlık bir tül inse gözlerine, ışığı bu cümlenin arkasında arayacaktı.

Nasıl bir varlıkla karşı karşıya olduğunu öğrenmek için neler vermezdi. Fakat merakını bir kenara itip oltasına takılan balığa acımaya başlamıştı. Avcısının yaşlı olduğunu bilen, bir garip, bir harika balıktı bu. Gücüne uygun hareket etmeyen anlayışlı bir balık. Bir fırlasa alabora edebilirdi tekneyi oysa. Acaba bir planı mı vardı uygulamak istediği yoksa ümitsizliğe mi kapılmıştı kendisi gibi. “Balıkçı olmamalıydım belki. Ancak bu iş için yaratılmışım.” diye düşündü ihtiyar. Sonra bir kayık gibi yüzdürdü suda cümlesini: “Balık! Seni seviyorum, sana saygı duyuyorum. Ama bilmiş ol ki gün bitmeden seni öldüreceğim!”

Hem her canlı bir başka canlının yemiydi. Az önce telaşla kayığının ucuna konan yorgun çalıbülbülü çok uzaklardan bir atmacaya yem olmak için gelmemiş miydi? Akıbetine koşmaktan başka bir şey değildi yolculuğu. Bu kuşu kovmalıydı zihninden, sırası değildi. Tuttuğu balığı düşündü yeniden. Onun yerinde olsaydı her şeyi kırıp döker ve kaçardı oradan. İnsanlardan daha soylu ve marifetliydiler evet, fakat daha akıllı değildi hayvanlar. Ona bir insanoğlunun neler yapabileceğini göstermeliydi. Gerçi gözlerini kaybettikleri halde dövüşü sürdüren horozların iradesine sahip değildi. En fazla bir gün bir gece uykusuz kalmıştı Kazablanka’da yaptığı bilek güreşinde. “Balık, keyfin nasıl?” diye bağırdı bu hatıranın neşesiyle. Sonra kendi kendine cevap verdi: “Beni sorarsan demir gibiyim!”

Demir gibiyse de paslanmıştı bekleye bekleye. Çiğ balıkla karnını doyurmaya çalışırken zavallı avının aç olduğunu düşündü ve acıdı. Onu öldürmek zorunda oluşundan hoşlanmadı. “Neyse ki yıldızları öldürmeye kalkmıyoruz ya bir de onu yapsaydık! Ya bir de her gün ayı öldürmeye çalışsaydık! O zaman kaçardı ay! Peki ya güneşi öldürmek gerekseydi!” diye söylendi durdu balıkçı. Bu satırları yazarken Hemingway’in aklına doktor olmasına rağmen küçük yaşta eline av tüfeği tutuşturan babası gelmiş olmalıydı. Canı yandığında acısını hafifletmek için ıslık çalmasını öğütleyen babası.

Denize açıldığının üçüncü gününde sandalının etrafında can havliyle dönen dev kılıç balığına sapladı mızrağını ihtiyar. Elleri kendilerine düşen işi tam olarak başarmış, kardeş saydığı bu balığı öldürmüştü sonunda. Fakat çok geçmeden avına ortak olmaya geldi bir köpekbalığı ve koca bir parça kopardı kılıçbalığından. Balıkçı kendi etinden koparılmış gibi o parça, zıpkını gömdü sırtına. Sonra balığı hiç tutmamış, yatağında eski gazetelerin üzerinde uyumuş olmayı diledi; bir düş olsaydı keşke her şey. “İnsan yenilmek için yaratılmadı,” dedi kırık bir sesle, “Âdemoğlu mahvolur ama yenilmez!”

Fakat bunun için öldürmesi mi gerekiyordu. “Balığı yalnızca kendini yaşatmak, pazarda satmak için öldürmedin,” diye düşündü. “Biraz da gururun, balıkçılık gururun için yaptın.” Bu düşüncenin kendisini rahatsız etmesine bir an bile izin vermeyerek devam etti söylenmeye: “Onu canlıyken de beğeniyordun, öldürdükten sonra da seviyorsun. Onu sevdiğine göre öldürmen hiç de günah değil!” Öte yandan öldürdüğü Dentuso cinsi köpekbalığı geldi aklına. “O da senin gibi başka balıklarla geçiniyor. Zevk için öldürmez, soyludur.” Sonra bir çıkış yolu buldu kendisine. “Kendimi korumak için öldürdüm ama… Zaten her şey şu ya da bu biçimde başka bir şeyi öldürmekle meşgul. Mesela balıkçılık bir yandan beni geçindiriyor, bir yandan da öldürüyor.” Çocuk geldi o sırada aklına: “Beni yaşatmaya çalışıyor çocuk!”

Yarım bir balıkla yol almaya devam ederken söyleniyordu: “Yarım balık! Sen bir yarım balıksın be! Bu kadar açıldığım için özür dilerim. İkimizi de mahvetti bu…” Fakat o yarım balık da kalmayacaktı elinde köpekbalıkları sürüyle saldırdığında. Baş edemeyince, “Alın bunları da yiyin!” diye bağıracaktı, “Yiyin de bir insan öldürdüğünüzü hayal edin!” Yedi yüz kiloluk kılıçbalığından geriye bir iskelet kalacaktı. “Bir şey yok!” diye teselli etmeye çalışacaktı kendini, “Çok açılmak yüzünden hep.”

Şimdi yatağını özlüyordu deliler gibi. “En yakın arkadaşımdır benim!” diyordu onun için. Yaralarının rüyalara ihtiyacı vardı. “Yataktan iyi bir şey var mıdır be! Yenildikten sonra her şey daha kolay oluyormuş.” Koydan içeri girdiğinde herkesin çoktan yatağına çekilmiş olduğunu anladı. Uyumasaydı beklerdi onu çocuk. Bekler ve teknesini kıyıya çekmesine yardım ederdi. Bir iskeletle de dönmüş olsa kahramanlar gibi karşılardı onu.

Her sabah ilk işi ihtiyar balıkçının kulübesine gelmek olurdu çocuğun. Kapıdan içeri baktığında hâlâ uyuyordu ihtiyar. Nefes almakta olduğunu görünce deliler gibi sevindi. Fakat neşesine gölge düştü kesikler içindeki ellerini gördükten sonra. Sessizce dışarı çıktı üzüntüyle. Kahve getirmek için aşağı köye inerken ağladı durdu. Bir balıkçı iskeleti ölçüp, “Başından kuyruğuna tam altı buçuk metre!” diye bağırdığında, “Kuşkusuz öyle!” diye tasdik etti gururla. Patronu, “Ne balıkmış be! Ömrümde görmedim böylesini. Gerçi dün sizin tuttuğunuz iki balık da iyiydi!” deyince, “Canı cehenneme bizim balıkların!” diye ağlamaya başladı yeniden.

Ve uyandı ihtiyar, baş ucunda çocuk. “Kalkma,” dedi, “İç şunu!” Santiago kahvesini içerken, “Manolin, yendiler beni,” diye söylendi. “Beni adamakıllı alt ettiler.” Çocuk gecikmedi pamuğu yaraya bastırmakta: “Ama o alt edemedi ya. Balık karşı koyamadı ya, sen ona bak!” Karşısında konuşacak birini bulması ne güzeldi ihtiyarın. “Seni çok özledim!” dedi, “Siz ne tuttunuz?” Üç günün raporunu verdi çocuk: “İlk gün bir tane. İkinci gün bir tane. Dün iki tane birden tuttuk.” “Aferin çok iyi!” dedi ihtiyar. Çocuk fırsatı kaçırmadı: “Artık yine beraber avlanırız!” Kısmetinden söz edecek olduysa da izin vermedi çocuk: “Ben kısmetini açarım senin!” “Annen baban ne der?” diyecek olduysa da “Aldırmam bu sefer,” dedi, “Çabuk iyileşmelisin! Benim bilmediğim dünya kadar şey var daha. Onları öğreteceksin!” 

Arka Kapak dergisi 29. sayı