İshak Arslan

İkinci Dünya savaşı sonrası İslam dünyasında canlanan devlet, siyaset, bilim, teknoloji vb. etrafındaki tartışmaların vazgeçilmez başlıklarından biri de İslam-iktisat ilişkisiydi. Başta tanım sorunundan kaynaklanan nedenler ve daha çok siyasi reflekslerle kategorik bir ayrım yapılıyor, İslam söz konusu olduğunda örneğin bilim yerine ilim, ekonomi yerine iktisat tercih ediliyordu. Adil ve insani bir dünya düzeni arayışı, pek çok meydan okuma ve soruyla yüzleşmek zorundaydı: Liberal demokrasiyle birlikte kapitalizm insanlığın ulaşabildiği en başarılı ekonomik sistem midir? Dolayısıyla kaçınılmaz mıdır? Birey-toplum ayrımı gözetmeksizin hayatın her alanına nüfuz eden kapitalist kuşatmayı yarmak mümkün mü? Cevap olumlu olsa bile, bu tür arayışlar alternatif ve sürd ürülebilir bir ekonomik modele dönüştürülebilir mi? Üretim-tüketim, para-piyasa ilişkileri bakımından geçmiş medeniyetler, şimdikilerden niteliksel olarak farklı mıydı?

İnsanlar gibi medeniyetler de erdemlerini övmeye, kusurlarını örtmeye meyillidir. Retorik yarışı incelikli ve sanatlı yapıldığında resim bulanıklaşır ve gösterilmek istenenle gözlerden kaçırılan birbirine karışır. Bu sisli perdeyi aralamanın ve gerçekliğe dokunmanın en kestirme/pratik yöntemlerinden biri de insani olgu ve olaylara “para”nın gözlüğünden bakmaktır. Malum, pek çok temel kavram gibi paranın da genel geçer bir tanımı yok. Bu kayıt dahilinde “mal ve hizmetlerin değerinin tayini, mübadelesi ve tasarrufu” işlemlerine imkan veren bütün soyut araçları para olarak nitelendirebiliriz. İnsanlık tarihinin yaşadığı en kritik dönüşümlerden/sıçramalardan birine tekabül eden bu “soyutlama” şaşırtıcı olduğu kadar acımasız da: şartlar ne olursa olsun gereğini yapar ve bir cinayet gibi arkasında somut izler bırakır.

Girişte zikredilen tartışma, muhtemelen ideolojik nedenlerle şu dönemde şu coğrafyada “aslında ne olmuştu?” sorusundan çok “mehasin-i medeniyetin” keşfine yoğunlaşmıştı. Modern çağın krizleri ve memnuniyetsizlikleriyle sıkışan dimağlar, derin düşünce ve yoğun emek gerektiren arayışları erteliyor, idealize edilmiş, muhayyel bir “Asr-ı Saadet”e sığınıyordu.

Geçtiğimiz aylarda yayımlanan iki kitap hala değerini koruyan İslam-iktisat tartışmalarına farklı açılardan ışık tutuyor. İlki Sosyal Servet: İslam’da Yönetim-Piyasa İlişkisi (Cengiz Kallek, Klasik Yayınları, İstanbul, 2015). Başlıktaki ibarenin maksadı sonuç bölümünde saklı: “…servetin kendisi sosyal olmalıdır, ister devletin isterse fertlerin elinde bulunsun” (s. 161). Doktora tezinin gözden geçirilerek düzenlenmesiyle ortaya çıkan kitap üç ana bölümden oluşuyor. Teorik bir çerçeve niteliğindeki giriş bölümünde bir taraftan İslam iktisadının zihinsel/itikadi kodları işaretlenirken diğer taraftan adı konulmamış bir sosyalizm, kapitalizm ve İslam iktisadı tartışması yapılıyor. Batı-İslam dikotomisine dayalı bu bakış, bireycilik, faydacılık, hazcılık ve hedonizme dayalı beşer merkezli ekonomiye karşı eşyaya emanet gözüyle bakan, değerlerin öncelendiği halife merkezli iktisat görüşünü temellendirmeye çalışıyor.


Sosyal Servet
İslam’da Yönetim – Piyasa İlişkisi
Cengiz Kallek
Klasik Yayınları

Pratik uygulama örneklerinin ele alındığı ikinci bölümde ise devletin piyasaya müdahale araçları bağlamında hisbe teşkilatını görüyoruz ki Kallek’e göre hisbe, önceki tecrübelerden edinilmiş ortak bir mirastan çok münhasıran İslam’ın medeniyete armağanı. Bir anlamı da orta yol olan iktisat, dünyanın içinde yaşayan ancak dünyaya ram olmayan hassas bir denge noktasına işaret ediyor. İslami pratiğin ayırt edici unsurları ise ribanın şiddetle yasaklanması, tasaddukun teşvik edilmesi, serbest rekabetin sağlanması ile pazarın kamu ve yargı denetimine açık tutulması olarak sıralanabilir.

Kitabın üçüncü ve oldukça değerli olan kısmını oluşturan Eklerde ise Asr-ı Saadet’teki fiyatlara, ölçü ve para birimlerine, sahabelerin servetlerine ve Hz. Ömer’in servetlerini müsadere ettiği memurlara yer verilmiş. Büyük emek harcanarak hadis külliyatının taranması yoluyla elde edilen veriler, bu döneme ilişkin basmakalıp kabul ve varsayımların en azından eksik ve izaha muhtaç olduğunu gösteriyor. Ezber bozan pek çok örnekten biri, oldukça mütevazı koşullarda yaşadığı düşünülen sahabelerin; Abdullah b. Mesud, Abdurrahman b. Avf, Ali b. Ebi Talib, Ebu Zer el-Gıfari gibi cennetle müjdelenenlerin bile özellikle fetihlerden sonra dönemsel standartlara göre müreffeh ve zengin bir hayat sürdükleri gerçeği.

Aynı seriden çıkan ikinci kitap ise University of Idaho’da iktisat profesörü olan Shaikh M. Ghazanfar’in editörlüğünü yaptığı bir derleme. Orta Çağ İslam İktisat DüşüncesiBatı İktisatındaki “Büyük Kayıp Halka”nın Telafisi (Klasik Yayınları, İstanbul, 2015) başlığı ile tercüme edilen çalışmada Ghazanfar’in yanı sıra Hamid Hossein, S. Todd Lowry, Paul Oslington ve Nejatullah Sıddiqi’nin konuyla ilgili makaleleri bir araya getirilmiş. Kitap esas itibarıyla Schumbeter’in klasikleşen History of Economic Anaysis’te (1954) Antik Yunan ile başlatılan, Aquinalı Thomas’a ve modern döneme uzanan iktisat tarihinde 9-13. yüzyıllar arasını “büyük kayıp halka” olarak niteleyen Avrupamerkezci yaklaşımına bir cevap niteliği taşıyor. Örneğin “Adam Smith Öncesi Piyasa Mekanizmasının Anlaşılması: Orta Çağ İslam İktisad Düşüncesi” başlığını taşıyan yedinci bölümde “Müslüman alimlerin tüccar bir toplumu göz önünde tutarak pazar hakkında çok ileri bir görüş geliştirmiş oldukları” iddia ediliyor. Makaleler boyunca başta Gazali olmak üzere İbn Teymiye, Kindi, Razi, İbn Sina ve İbn Rüşd’ün görüşlerinden hareketle “kayıp halka” olarak nitelendirilen tarihsel süreçte Orta Çağ İslam toplumlarının oldukça zengin, müstakil ve kapsamlı bir piyasa mekanizmasına sahip oldukları tezi işleniyor. Ulaşılan sonuca göre “Orta Çağ Müslüman yazarları ticarete ilişkin iki teori geliştirmişlerdi: birincisi serveti bizatihi servet olmasından dolayı önemsemeye vurgu yapan teori ve diğeri ahlaki davranışa vurgu yapan teori”.


İslam İktisat Düşüncesi Tarihi
Harac ve Emval Kitapları
Cengiz Kallek
Klasik Yayınları

Andığımız çalışmalar, gelinen noktada tartışmaların retorik düzeyinden argümanlar ve datalar düzeyine yaklaştığını gösteren sevindirici işaretler. Ancak, malumatımızın yanı sıra bakış açımızı da genişleten bu çalışmalar, yeni soruları da beraberinde getiriyor: Tarihteki olağan ekonomik faaliyetlerin bir kısmına “İslami” sıfatını eklemeyi gerektirecek ayırt edici özellikler var mıdır? Varsa bile bunlar özgün ve alternatif bir ekonomik model iddiasını haklı çıkarabilir mi? Faiz yasağı gerçekte ne kadar ve nasıl uygulanmıştı? Piyasa aslında ne kadar serbestti? Sahabelerin aşırı tasadduk etmelerindeki ekonomik-siyasi-sosyal motivasyonlar nelerdi?

Başlıktaki soru dönemsel arayışların ötesinde felsefi bir hesaplaşmanın da ipuçlarını barındırması bakımından önemli.

Tartışma yeni/den başlıyor! 

  • Yazıda kullanılan fotoğraf, There Will Be Blood (Kan Dökülecek!) filminden alınmıştır. Upton Sinclair’in “Petrol-Oil!” adlı romanından uyarlanan film, burjuvazinin yaratıcı tahripkârlığı üzerinden, kapitalizmin emek sürecini nasıl sömürdüğünü konu ediniyor.

Arka Kapak dergisi 3. sayı