Zeytin ağaçlarının kesilmesine karşı direnen Yırca köylülerine ve milli maçı izleyen gazetecilere yönelik saldırılarla tartışılmaya başlanan “Özel Güvenlik“, aslında uzun yıllardır gündemimizde. Fakat konu bugüne dek genellikle hukuki alana sıkıştırılarak tartışıldı. Biz de bunun yeterli olmadığını düşünerek biraz daha derine inmek istedik. Bu özel güvenlik olgusu nereden çıktı? Polis ve özel güvenlik ilişkisine nasıl bakmalı? Bunlar gibi birçok soruyu, konuyla ilgili en kapsamlı araştırmayı yapan kişiye, Ordu Üniversitesi Ünye İktisadi Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Evren Haspolat‘a sorduk.

Haspolat’ın konuyla ilgili “Neoliberalizm ve Baskı Aygıtının Dönüşümü – Türkiye’de Özel Güvenliğin Gelişimi” adlı bir kitabı da var.

Söyleşi: Volkan Alıcı

İsterseniz önce meselenin temelinden başlayalım konuşmaya. Kitabınızda ‘özel güvenlik’ olgusunu neoliberalizmle ilişkilendirerek inceliyorsunuz. Bu bağı anlatabilir misiniz?
Öncelikle özel güvenlik dediğimizde neyi anlamamız gerekiyor, onu netleştirmekte fayda var. Özel güvenlik, kişilerin bedelini ödeyerek özel bir kişi ya da kurumdan satın aldıkları bir hizmet türüdür. Bu anlamda para karşılığında elde edilen bir güvenliktir. Oysa insanın devletli tarihi, aynı zamanda devlet-güvenlik bağının kurumsal ve kamusal düzeyde kurulduğu bir evredir. Çünkü devletler ortaya çıktıkları ilk andan itibaren toplumlara koruma vaat etmiş, vaatle kalmamış bunu sağlamış ve karşılığında da hem şiddet araçlarını kendi ellerinde toplamak (tekelleştirmek) için çaba harcamış hem de bu sayede toplumu kendi kurdukları düzene uymaya zorlamışlardır. Bu geleneksel devlette de böyleydi, 16. yüzyıldan itibaren şekillenmeye başlayan modern devlette de öz olarak böyle. O nedenle güvenlik söz konusu olduğunda devlet ve devlet söz konusu olduğunda da güvenlik ilk akla gelen kavram oluyor. Ancak 20. yüzyıl insanlık tarihinde bu anlamda bir kırılma anı. 

Neden?
Çünkü ABD’de 1850’lerde askeri hizmetlerin bir bölümünün Pinkerton, Wells Fargo ve Brinks gibi özel firmalardan ihale yoluyla karşılanması süreci, 1960’lar ve erken 70’lerde özellikle Afrika ve Ortadoğu’da enerji ve madencilik alanlarında iş yapan İngiliz şirketlerinin, İngiliz devletinin sağlamakta yetersiz kaldığı güvenliği özel firmalardan karşılama yoluna gitmeleri ile yeni bir aşamaya geçti. İngiliz şirketlerinin şantiye ve çalışanlarını korumak için özel bazı kişi ya da kuruluşlardan para karşılığı kendilerine özel –yani kamusal, genel olmayan- bir güvenlik hizmeti satın almaya başlamaları, bugün özel güvenlik olarak bildiğimiz sürecin fitilini ateşledi. Bugün toplumlar devletlerinin içeride polis, dışarıda ordular aracılığıyla sağladığı kamusal güvenlik ile korunurken, kişiler de bu korumaya ek olarak bedelini kendileri ödeyerek devlet dışında yapılaşan özel güvenlik şirketlerinden güvenlik hizmeti satın alıyor. Bu anlamda toplumdaki bazı kişiler iki katmanlı bir güvenlik kalkanına sahip.

Belirttiğimiz bu durum ise 1970’lerin ikinci yarısından itibaren kapitalizmin kârlarının düşmesine bağlı olarak içine girdiği krizi aşmanın yolu olarak benimsenen kuralsızlaştırma, serbestleştirme, özelleştirme, piyasalaştırma ve güvencesizleştirme uygulamaları ile karakterize olan neoliberalizm evresinin bir sonucudur. 1980’den itibaren netlikle görünür olan neoliberal evrede devletin yeniden yapılandırılması denilen süreçle birlikte devlet pek çok kamu hizmetinden çekilmiş, sosyal harcamalarını kısmış, uygulamaya koyduğu yeni ekonomik program çerçevesinde gelir uçurumlarının keskinleşmesine neden olmuş, kentsel mekânlarda kamusal alanları özelleştirerek büyük özel mülklerin oluşmasını sağlamış, bütün bunları yaparken de eskiden kabahat olarak tanımladığı davranışları suç olarak yorumlamaya, polis sayılarını artırmaya, yoksulları sosyal güvenlik tedbirleri ile topluma kazandırmak yerine polis-cezaevi ikilemine sıkıştırmaya başlamıştır. İşte özel güvenlik de bu dönüşümler dizisinin bir sonucu olarak gelişti. Devlet kamusal varlıkları özelleştirir ve piyasalaştırırken, yani devletler bir anlamda ‘özelleşirken’, özel olan da servetine el koyduğu topluma karşı kendi özel güvenliğini sağlama yoluna gitti. Devletlerin içinde yaşanan bu gelişme kısa sürede devletlerarası ilişkilere ve savaşlara da yansıdı, özellikle Irak’ta 2003 sonrasında gördüğümüz gibi giderek savaşlar da devletler adına özel güvenlik şirketleri tarafından yürütülür oldu.

Evren-Haspolat_foto

Türkiye’de süreç nasıl gelişti peki?
Türkiye’de özel güvenlik, fiili olarak 1970’li yıllarda bankaların polis birimlerine hibe ettikleri arabaların, yalnız bankaların güvenliğini sağlamakla görevlendirilen polis ekiplerine verilmesi ve yine bu dönemlerde kişisel koruma talep eden kişilerin, emekli subay, astsubay ya da emniyet görevlilerini başka statüler altında koruma görevlisi olarak işe alması ile başladı. Hukuksal ve kurumsal olarak ise 1981 yılında yasalaşan 2495 sayılı Bazı Kurum ve Kuruluşların Korunması ve Güvenliklerinin Sağlanması Hakkında Kanun ile oldu. Ancak bu yasa ile kurulmasına izin verilen özel güvenlik teşkilatları, yalnız kurum bünyesinde faaliyet yürütecek teşkilatlar olarak bir tür kuruma özgü güvenlik aygıtı olarak kuruldu. Az sayıdaki özel bankanın yanı sıra daha çok üniversiteler, barajlar vb. gibi kamu kurumlarının bünyesinde kuruldu. Bu anlamda bu teşkilatları çok da özel güvenlik olarak ifade etmek mümkün değil. 1980’lerin ikinci yarısından itibaren içine girilen dönem Türkiye’de 24 Ocak 1980 Kararları ve 12 Eylül Darbesi ile uygulamaya giren neoliberalizmin sonuçlarının belirginleşmeye başladığı yıllar. Tam da dünyada yaşanan genel seyir Türkiye’de de yaşanmaya başlarken kimi özel kişiler ve firmalar Ticaret Kanununa göre kurulan bazı şirketlerden güvenlik hizmeti satın almaya başladı. Bu anlamda güvenlikte şirketleşme yasadışı olarak 80’lerin ikinci yarısında başladı, on yıl kadar sonra devlet çıkardığı kimi genelgeler ile bu alanı düzenlemeye çalıştı ve 2004 yılında çıkarılan 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Yasa ile de şirket düzeyinde özel güvenlik yasal hale getirildi. Bu yasayla artık her isteyen ücretini ödeyebildiği sürece, bir özel güvenlik şirketinden kişisel koruma ya da ev, site, fabrika, şirket, arazi vb. mülklerini korumak için güvenlik hizmeti satın alabiliyor.

Bir yanda devletin temel güvenlik aygıtı var, yani polis; diğer yanda ise özel güvenlik güçleri. Peki, her ikisinin arasındaki ilişkiye nasıl bakmalıyız? Her geçen yıl sayısı artan özel güvenlik şirketlerinin polisin yerini aldığını, devletin güvenlik alanından çekilmeye başladığını da söyleyemeyeceğimize göre?
Artan polis sayısı ile artan özel güvenlikçi sayısı birbirine karşı ya da birinin diğerinin yerini aldığı bir süreç olarak ilerlemiyor. Tam tersine birbirini besleyen ve tamamlayan bir yapıdan söz ediyoruz. Çünkü polis, neoliberal evrede sınıf karakteri netleşen devletin iç güvenlik aygıtı olarak kamusal alanları devlet ve temsilcisi olduğu sermaye adına denetlerken, özel güvenlik de kamusal alanların dışında kalan ve ondan çok daha geniş olan özel alanları yine aynı kesimler adına denetliyor. Kaldı ki özel güvenlik yasal düzeyde devletin yarattığı ve özel alanlarda kendisi adına denetim ve silah kullanma yetkisi verdiği bir yapıdır. Yani ondan bağımsız, ona karşı bir yapı değil, bizzat onun yarattığı, kullandığı ve denetlediği bir yapıdır. Roma’da bir yüzü sağa diğer yüzü ise sola bakan, bu anlamda hem kente girenleri hem de çıkanları gözleyerek kentin güvenlik içinde yaşamasını sağlayan Tanrı Janus vardır. İşte neoliberalizm evresinin Tanrı Janus’unun bir yüzünü polis, diğer yüzünü ise özel güvenlik oluşturuyor. Gözetledikleri kesim hızla yoksulluğa itilen geniş toplum kesimleri, güvenliğini sağladıkları kesim ise bu yıkımı yaratan sermaye kesimi ve onun kurumsal düzenekleri olarak devletler, ulusal ya da uluslararası kuruluşlar. 

Polis sayısındaki artış, sayısı yüz binleri bulan özel güvenlik personeli, yapımı süren yeni hapishaneler, güvenlik teknolojisine artan yatırım… Bu kadar güvenlik odaklı bir yaklaşımın nedenleri sizce ne?
Yağma ekonomisi ve onun yarattığı derin gelir uçurumları. Kısacası eşitsizlik derinleştirildikçe, kamusal varlıklara el koyarak zenginleşenler bu zenginliği yoksullardan korumak için daha çok özel güvenlikçi, daha çok polis, daha çok hapishane ve daha çok kamera ile toplumun hayatını bir açık hapishaneye çeviriyor. Açlık Oyunları filmlerinde gördüklerimiz hiç de öyle fantastik şeyler değil. Bugünkü gerçeğin metaforik bir anlatımından ibaret. O nedenle de bugün neoliberalizmin yıkımını yaşadıkça daha da otoriterleşen ülkelerden biri olarak Tayland’da, Açlık Oyunları filmindeki 3 parmaklı işaret, darbeci yönetimi protesto etmek için bir sembole dönüşmüş durumda.

Bunun toplumsal-siyasal hayattaki karşılığı nedir peki? Meseleye demokrasi-güvenlik ilişkisi açısından bakarsak, sürekli denetim ve baskı aygıtlarının denetiminde yaşayan bir toplum, ekonomik ya da demokratik hak taleplerini nasıl özgürce dile getirecek?
Getiremez. Her anı MOBESE’ler ve kapalı devre kameralar ile gözetlenen, her yaptığı işlem bilgisayarlar ve kredi kartları aracılığı ile kayıtlanan, her tepkisi polis, özel güvenlik, cop, biber gazı, TOMA ile engellenen, gerçek bilgiye ulaşmasının kanalları denetlenen sermaye medyası tarafından kapatılan, baskılanan bir toplumda ekonomik ve demokratik hak talepleri özgürce dile getirilemez. Getirildiğinde Gezi’de bu halka reva görülenler yaşanır. Ali İsmailler, Ethemler, Berkinler öldürülür. Beyin travmaları, çıkan gözler, kırılan kemikler kalır geriye. Bu kadar çok güvenlikten, demokrasi çıkmaz. Despotizm çıkar. Her despotizmde olduğu gibi demokratik hak talepleri özgürce, demokratik bir ortamda değil ölme pahasına ortaya konulur ve ölerek kazanılır. Türkiye Haziran 2013’ten beri bu sürece girmiştir. Özgürlük, ancak güvenlik adı verilen bu zapt etme kapanı kırılarak kazanılacaktır.

Yırca köylülerine ya da milli maç sonrası gazetecilere yapılan saldırılarda özel güvenlik konusu çokça tartışıldı. Sizce bu tartışmalarda neler eksik kaldı?
Bu konuda hep tek taraflı bir değerlendirme yapıldı. “Özel güvenliğin köylüleri kelepçeleme yetkisi var mı?”, “Onları darp edebilir mi?” ya da “Milli maç sonrası Volkan’ı korumak için gelen özel güvenlikçilerin gazetecilere şiddet uygulama hakları var mı?” gibi sorular yöneltildi. Tartışma bu eksende seyretti. 5188 sayılı Yasa’nın 9. maddesi aslında oldukça geniş bir çerçeveden özel güvenlikçilere korudukları mekân ya da kişi ile ilgili olarak yakalama, zor kullanma, tecavüzü def etme gibi hakları tanımış durumda. Anılan haklar, görev yeriyle sınırlı ve korunan kişi ya da yere yönelik bir saldırı ya da burada işlenen bir suçla bağlantılı olan haklardır. Bu anlamda Yırca Köyü’nde özel güvenlikçiler hem yasal olarak Kolin’in mülkü olmayan bir alanda bunu yapmıştır, çünkü acele kamulaştırma kararına yargısal boyutta itirazların sürdüğü bir süreçtir saldırının gerçekleştiği an, hem de anılan araziyi de aşarak kelepçelenen köylüler köy dışına kadar araçlarla çıkarılmıştır. Bunların tümü Türk Ceza Kanunu kapsamında suçtur. Ama özel güvenlikçiler hakkında işlem yapılmadı.

Milli maç sonrası Volkan’ı koruyan Fenerbahçe’nin özel güvenlikçilerinin gazetecilere saldırısı sonrasında ise özel güvenlikçiler hakkında kasten adam darp etmek ve mala zarar vermek suçlarından işlem başlatıldı. Nasıl sonuçlanacak bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey var ki bugünün güvenlikçi devlet algısı içinde bu çerçevedeki her sınırı aşma vakası ceza yerine hoşgörü ve onay ile karşılık buluyor. Öncelikle yasal olarak özel güvenlikçiler Yırca’da da milli maç sonrasında da yetkilerini aşan, bu anlamda yasalara göre suç sayılan davranışlar sergiledi. Bunların tümü yargı önünde halka karşı kullandıkları şiddetin hesabını vermeliler. Ancak konunun asıl vahim boyutu şurası: Devlet ya da kamunun polisi olması gereken polis, bu süreçte ne yapıyordu? Devlet, polisi ve jandarması ile özel güvenlik halka şiddet uygularken ya milli maç sonrasında olduğu gibi sürece seyirci kalıyordu ya da Yırca’da olduğu gibi özel güvenliğe güvenlik kalkanı oluşturuyordu. O nedenle Tanrı Janus benzetmesini tekrar hatırlamak gerekirse, polisi ve jandarması ile devlet özel güvenliğe alan açıyor, özel güvenliği ve onun koruduğu sermayeyi koruyor. Bu anlamda sermaye ve sermayedarlar açısından polis-jandarma ve özel güvenlik dayanışması ile yürüyen çift yönlü bir güvenlik kalkanı yaratılırken, eşzamanlı olarak da yoksullara, halka çift boyutlu bir denetim ve baskı kapanı yaratılıyor. Konu asıl olarak devletin bu konumlanışı üzerinden tartışılmalı.

Bu ürüne babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Neoliberalizm ve Baskı Aygıtının Dönüşümü / Türkiye’de Özel Güvenliğin Gelişimi – Evren Haspolat
Nota Bene Yayınları