Nida Nebahat Nalçacı

Eski Dünya’daki Müslüman coğrafyasının büyük bir kısmına hükmeden üç imparatorluk, Osmanlılar(1301-1923), Safeviler(1501-1722) ve Babürlüler(1526-1739) Türk-Moğol askeri geleneğinden gelseler de hükmettikleri coğrafyalar ve siyasi şartlardan dolayı hem kültür hem de din eksenli farklılıkları barındırdı. Tarıma dayalı ekonomileri ve vergilendirme sistemi olan bu üç imparatorluk zamanla yalnızca bu uygulamalarını değil, yayıldıkları coğrafya şartlarını da kendi sistemleri içinde sindirip dönüştüler.

Küçük bir akıncı beyliğinden topraklarını çeşitli etnik ve dini unsurların yaşadığı coğrafyalarda genişlettikçe lokal ve pragmatist sayılacak çözümlerden kaçınmayan, geniş toprakların yönetimini merkezi sistemle yönetme ısrarından da vazgeçmeyen Osmanlılar, zamanla sistemlerini bu bölgelerin kültürel değişkenlerini de göz önünde bulundurdular. Hint Alt Kıtası diye tabir edilen coğrafyada azınlık olarak (yaklaşık %15-20) hükmeden Babürlülerin reayasının çoğunluğu Müslüman ve ehl-i kitap değildi. Dahası, yerleşik bir tarım ve dini kültürü olan coğrafyada Babürlüler, arada istisnai şahlar çıksa da uzlaşma yolunu tercih etti. Köken olarak Sünni ve Türk olan hanedanının, iktidarlarının selameti ve Osmanlılar ile kontrastı artırmak için giderek Şialaşan Safeviler, hükmettikleri süre boyunca bu duruş devletin her müessesinde hissedildi.

Bu üç imparatorluk üzerine yapılmış pek çok müstakil çalışma olsa da, tarihyazımında bu üçünü karşılaştırma fikri epeyce yeni. Kendi zamanlarının ve coğrafyalarının hâkim ve güçlü üç Müslüman devleti de belli bir askeri geleneğin temsilcisi iken zamanla kendilerine has yönetim, vergilendirme ve kültür siyasetlerini benimsediler. Bunların karşılaştırmasını yapan ilklerden ve en bilinen araştırma Marshall G. S. Hodgson’ın 1958 yılında yayınlanan üç ciltlik eseri The Venture of Islam: Consience and History in a World Civilization idi. Batı merkezli bakış açısından uzak, İslâm dünyasını kendi dinamikleri ile değerlendiren ve Türkçeye de çevrilen İslâm’ın Serüveni, Hodgson’ın ani vefatı ile eksik kalsa da ondan esinlenen tarihçiler bu boşluğu doldurarak literatürü hareketlendirdiler. Hepsini sıralayamazsak da bu çalışmaların birkaçını anmakta fayda var. Örneğin Douglas E. Streusand, Hodgson’un adını koyduğu ama yazamadan vefat ettiği beşinci kısım için yakın zamanda(2011) müstakil ve aynı adla bir eser yazdı: Islamic Gunpowder Empires: Ottomans, Safevids, Mughals. Streusand, bu üç imparatorluğun ortak geçmişlerini ve siyasi hedeflerini zamanla gösterdikleri farklıları ile bir bağlama oturturken, ateşli silah merkezli yükseliş ve uzun ömürlülüklerini anlatmaya çalışır.


Erken Modern İslamda Zaman
Stephen P. Blake
Çevirmen: Ercan Ertürk
Alfa Yayınları

Bakış açısını, döneminde Bengal’den Balkanlar’a 130 ila 160 milyon insanın yaşadığı coğrafyayı yöneten Müslüman imparatorluklar olarak belirleyen Stephen F. Dale de The Muslim Empires of the Ottomans, Safavids and Mughals’da her ne kadar yoğun olarak Osmanlı tarihyazımı kaynaklarından faydalansa da bu devletlerin yükselişlerini, hanedan meşruiyetlerini, ekonomilerini ve emperyal kültürlerini tartışır. Burada, literatüre heyecanlandırıcı bir katkı sağlayan, İslâm kültürünün coğrafya ve zaman içinde, musikiden edebiyata nasıl da ilginç değişiklikler barındırdığını anlatan What is Islam’ın yazarı merhum Shahab Ahmed’i de anmamak olmaz. Türkçeye kazandırılmak üzere olan bu eser okuyucuya bu üç imparatorluğun yönetimi altında yaşanan kültürel dönüşüm hakkında fikir verir.

Stephen P. Blake ise, erken modern devrin bu üç imparatorluğunu bambaşka açıdan değerlendirmeye tabi tutar: Zaman. Zamanı, önceki etkileri ve gelecekteki sonuçları ile bilme isteğinden, tarım hasadının uygun vaktini sabitleme telaşına kadar, geniş bir yelpaze, vakit mefhumu ile başı arada olan insanları ve tür değişkenlerin etkisini devlet yönetiminde hisseden yöneticileri hep peşinden koşturmuş.

Dale ise, İslâm’ın doğuşundan itibaren zaman kavramının din içindeki yeri ile başlayarak, bu kavramın üç imparatorluğun üzerinde nasıl bir etki alanı oluşturduğunu, İslâm dışı ve kültürel dinamiklerin yönetim bazında nasıl varlık gösterdiğini inceler. Namaz, oruç ve diğer ibadetlerin vakitlerinin belirlenmesi ihtiyacı ile ortaya çıkan ve Ay merkezli olan yeni İslâmi zaman kavramı Müslümanlaşan coğrafyalarda çeşitli karışıklıklara sebep olsa da dini ritüellerin devamlılığı ve sahihliği için korunması şarttı. Buna karşın, tarıma dayalı vergilendirme ile gelir sağlayan devletler Ay merkezli İslâmi takvim ile güneş merkezli diğer takvimlerin sebep olduğu karmaşa ile karşı karşıya kaldılar.

Bu karışılıklarla baş etmek için pek çok yönteme başvuran müesseseler zamanla daha da karmaşık bir zaman düzenlemeleri ürettiler. Dale’in, bu süreç yaşanırken altını çizliği temel ve haklı bir tezi vardır: 9. ve 16 yüzyıllar arasında matematik, astronomi ve astrolojide gelişmeler Avrupalı bilim adamları tarafından değil, önce evvelki İslâm devletleri sınırları içindeki sonra ise Osmanlı, Safevi ve Babür devletlerindeki bilim adamları tarafından kaydedilmişti.

Kitap beş bölümde bu süreci özetlemeye çalışıyor. Önce bu üç devlet hakkında temel bilgi sayılabilecek bir giriş yapar. Diğer bölümler ise; takvim, törenler, kronoloji ve hicri takvime göre erken modern zamanda yaşanan hicri milenyum “telaşı”nın bu devletler indindeki yerlerine dairdir.

Yönettikleri bölgelerin daha eski takvimlerini İslâmi takvim ile entegre/çatışma serüvenlerinin anlatıldığı ikinci bölüm bu yerli takvimler ve erken modernden devirden evvel İslâm âlimlerinin nasıl bir takvimlendirme çalışmalarında olduğu hakkında da faydalı bilgiler içerir. İslami takvim ile Safevilerin Zerdüşti takvimi, Babürlülerin Hindu takvimlerini, Osmanlılarınsa Jülyen takvimini neden ve ne amaçla bir arada kullandıklarını açıklar. İkinci bölüm, devletler indinde önemli olan dini ve kültürel törenlerin nasıl bir formda dönüştüğünü özetler. Kendilerinden evvelki devletlerin ve bölgesel kültürün etkisi ile İslâm dışı törenlerin bu üç hanedanın gündemlerine nasıl girdiğini, ne kadar yer tuttuğundan bahseder. Dördüncü bölüm, hem tarihyazımı hem de mali takvimlendirme ile ilgilidir. Hükümdarlara sunulan takvimlerde kendilerinden evvelki devletlerin tarihlerini de içeren bu takvimler o coğrafyanın ve hükümdarın önemsediği olayların özetlendiği çalışmalardı ve hâliyle bunlar birbirinden epeyce uzak olan bu üç devlet için farklılıklar göstermekte idi.

Dördüncü bölüm ise en ilginç sayılabilecek kısım. Hicri takvime göre milenyum, miladi 1591 yılına denk geliyordu ve üç devlet sınırlarında da bu dönüm noktasının heyecanı vardı. Yeni ideolojilerin, Mehdi ve Müceddid bekleyenlerin, kıyamete hazırlananların epeyce yükseldiği bu dönemde üç kültürün de nasıl şeylerle karşı karşıya kaldığını özetler. Böyle bir kıyas enteresan olmakla birlikte pek de yapılmamış bir karşılaştırma denilebilir.

Öte yandan Dale’in araştırmasının es geçilmemesi gereken bazı sorunları da yok değil. Örneğin kendi zamanında literatüre etkileyici katkılar sağlasalar da üzerine yapılan pek çok araştırmadan sonra tartışmaya açık ikincil kaynakları kullanması. Ya da Safevilere dair Farsça yazmalar üzerinden yaptığı tetkiklere ve Babürlüler ile Safeviler hakkında çoklu kaynak kullanırken Osmanlılar bölümünde bu çeşitliliğin epeyce zayıf kalması gibi. Zaten ortalama bir Osmanlı tarihi okuru bu farklı kitap bitince hemen fark ediyor.

Yine de Erken Modern İslamda Zaman, hem daha önce yapılmamış bir karşılaştırmaya cesaret ediyor hem de devletlülerin tarihinin yeknesak ve sıkıcılığından biraz uzaklaştırıp enteresan şeylerin tarihi peşinde olan okuyucuya “Bakın böyle de şeylerin tarihi var” mesajı veriyor.

Arka Kapak dergisi 24. sayı