İdris Mahfi

“Raviyan-ı ahbar ve nakilan-ı asar ve mukallidan-ı devr-i silsile-i ruzigâr şu gûne ve şu yüzden şöyle bir şirin-sergüzeşte-i kelam hikâye ederler ki; ol şehinşâh-ı âlem ve güzîde-i benî Âdem, âb-ı rûy-i güruh-ı Osmânî, ser-levha-i cerîde-i hakânî, yâni Râbi Sultan Murad Han Gazi rahmetullahu aleyhi rahmet-i vasia hazretlerinin zaman-ı hümayunlarında Asitan-ı aliyyede, bedesten kapısında Sahaf Tıflî Efendi demekle meşhur bir zât vardı.” diye başlar meddahların piri Tıflî Ahmet Çelebi’nin ilk hikâyesi.

Bir evvelki “Kırk Paralık Hikâyeler” başlıklı yazımızda, bin sekiz yüz ellilerden sonra matbuat âleminin Anadolu’da bilinen meşhur halk hikâyelerini keşfedip hikâyelerin bir hayli rağbet gördüğünden bahsetmiştik. Halkın her kesiminin zevkine, idrakına ve seviyesine münasip bu hikâyeler ekseriyetle fevkalade masallar ile harmanlanmış ve Acem diyârından Anadolu’nun içlerine kadar muhtelif mekânlarda geçmekle maruf idi. Hâlbuki hikâyelerin kitap hâline getirilip dağıtıldığı muhit payitaht, yani İstanbul’du ve İstanbul ahalisi de bildik tanıdık mekânlarda geçen, belki biraz daha gerçekçi hikâyeleri de talep etmekteydi. Arzettiğimiz gibi bir çoğu han köşelerinde kurulmuş matbaalar, bu talebi karşılamakta da geç kalmayıp, İstanbulluların şifahî kültüründe, meddah geleneğinde mühim bir yeri olan Tıflî Ahmet Çelebi’den mülhem hikâyeleri basarak Bayezıt’ta Kazancılar karşısındaki kitap sergisi, Divanyolu’nda Tönbekici Celîl Ağa’nın dükkânı, Bahçekapısı’nda Hasan Ağa’nın tütüncü dükkânı veya Yeni Cami avlusu gibi pek çok mekânda satışa sundular. Meraklısı Meşhur Tıflî Efendi ile Kanlı Bektaş’ın Hikâyesi, Şuarâdan Meşhur Tıflî Efendi ile İki Birâderler Hikâyesi, Hikâye-i Tayyarzâde, Hançerli Hikâye-i Garîbesi veya Hikâye-i Cevrî Çelebi gibi heyecanlı ve ibretâmiz kitapları, hacmine göre kırk paradan beş kuruşa kadar temin edebilirlerdi artık.

Bu hikâyelerin de sair hikâyeler kadar, hatta onlardan daha fazla rağbet görmesinin altında yatan en mühim sebep, şüphesiz hikâyelerin en azından kurgu olarak son derece gerçekçi olmasıdır. Hikâyelerin geçtiği mekânlar İstanbulluların bildiği mekânlardır ve kahramanlar da ya gerçek hayattan karakterler, ya da meddahlık geleneğinden aşina olunan tiplerdir. Üstüne üstlük halk hikâyelerinde rastlanmayan erotizm, müstehcenlik, cinayetler ve buna dayalı olarak polisiye olay örgüsü, hikâyelerin geçtiği Dördüncü Murat devrinde pek de mümkün görünmeyen işret âlemlerinin, afyon ve esrar tekkelerinin, mahbub kahveci çıraklarının boy gösterdiği kahvehanelerin olağan mekânlarmış gibi tasvir edilmesi de var ki, alâkayı celbeden başlıca unsurlar olarak sayılabilir. Bütün hikâyelerde mühim yer tutan padişah Dördüncü Murat, olayları mutlu sona bağlayan en üst otorite olarak, tarih kitaplarında nakledilenin aksine afyonkeşlere, işret düşkünlerine ve hatta katillere son derece müsamahakâr davranır olayın sonlarında. Kahramanımız Tıflî Efendi’nin dahi katline ferman eylese de, son tahlilde kabahatlileri affederek sohbet meclislerine dâhil eder.

Kimi zaman bu hikâyelerin baş karakteri, kimi zaman hikâyelerin düğümünü çözen yahut neticeye erdiren yan karakteri olarak boy gösteren Tıflî Ahmet Çelebi, iyi bir şair ve edip olmakla beraber daha çok meddahlık yanı ile bilinir edebiyat dünyasında. Çocuk denecek yaşlarda boyundan büyük şiirler yazdığı için “tıfıl” kelimesinden mülhem Tıflî mahlası ile meşhur olan Trabzonlu Ahmet Çelebimiz, Dördüncü Murat devrinde şiirleri kadar tatlı diliyle anlattığı hikâyeleri ile hem padişahın hem de çevresinin alâkasını celbetmiş, kendinden sonra gelen meddahlar tarafından “pir” olarak addedilecek derecede mahir bir meddah olarak tanınmıştır. Gerçi Evliya Çelebi bizzat tanıdığı ve uzun boyundan ötürü lakabının “Leylek Tıflî” olduğunu naklettiği Ahmet Çelebi’yi, padişahın meclislerinde Nef’î, Hurî gibi şairler meyanında zikreder. Lakin tezkirelerde hicretin bin yetmişinci senesinde, yani bin altı yüz altmış miladi senesinde vefat ettiği kaydedilen Tıflî Ahmed Çelebi’nin şairliği övülse de, meddah ve padişah nedimi olarak şöhret bulması daima öne çıkarılmıştır.

Bin sekiz yüz ellilerden başlayıp, Cumhuriyet devrinde de bazı değişikliklerle pek çok kez basılan, hatta bazıları muhtelif kumpanyalar tarafından tiyatrolarda dram olarak seyirci karşısına çıkan Tıflî Ahmet Çelebi merkezli hikâyelerin, bizzat hazretin kendisi tarafından yazıya döküldüğü yahut nakledildiği meçhulümüz. Ama şunu söyleyebiliriz ki bu hikâyeler, gerek on yedinci yüzyıl ve sonrası Osmanlı toplum yapısına başka bir gözle bakması, gerekse Türk romancılığına mukaddime babında kendine has bir edebî tür teşkil edecek derecede özgün kurgusuyla edebiyat tarihimizde hususi bir yer teşkil etmektedir. 

Arka Kapak dergisi 22. sayı