Röportaj: Meltem Dağcı

1985 İzmir doğumlu Mevsim Yenice, üniversitede fizik öğrenimi görmüş. Çeşitli öykü yarışmalarında birincilik dereceleri var. Varlık, Karahindiba, Psikeart, Öykülem ve daha birçok dergi ve fanzinlerde de öyküleri yayınlanmış. İlk kitabı  Tekme Tokatlı Şehir Rehberi 2017’de Everest Yayınları etiketiyle yayımlandı. Tekme Tokatlı Şehir Rehberi’ne ve öyküye dair Mevsim Yenice ile konuştuk.

Tekme Tokatlı Şehir Rehberi ilk öykü kitabınız. 11 tane öyküden oluşuyor kitap. Dergide ilk yayınlanan öykünüz hangisiydi? Biraz da yazım sürecinden bahseder misiniz?

İlk kez 2014 yılında altZine’in bir teması için öykü göndermiştim ve o yayımlanmıştı. Daha sonra yazdığım öyküleri başka dergilere de göndermeye başladım. Kabul görmek, uğraştığım şeyin üstüne bir şeyler koyabildiğimi hissettiriyordu. Öyküleri dosya haline getirmek, Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’ne katılma fikriyle gelişti. Yarışmada dikkate değer bulundum. Bir sonraki yıl başka bir dosyayla, farklı öykülerle yarışmaya tekrar katıldım ve yine dikkate değer bulundum. O dosyayı, üstünde çalışarak yayınevlerine gönderdim ve uzun bekleyişin sonunda Everest Yayınları tarafından kabul aldım.


Tekme Tokatlı Şehir Rehberi
Mevsim Yenice
Everest Yayınları

Ablamın eltisinin dayısının küçük oğluna” kitabı açtığımda gülümseten bir ithaf biçimi oldu benim için. Kimdir peki bu kişi acaba?

O kişiyle derin bir bağımız var. Hepimizin var bana kalırsa. Hemen hemen aynı şeyler uğruna çalışıp didiniyoruz. Aynı zaferlerin peşindeyiz. Savaşın sonunda da mağlup ya da galip fark etmeksizin, kitabı ithaf ettiğim “o kişi” ile baş başa kalıyoruz. Ben buna inanıyorum. Kendime bunu tekrar hatırlatmak için yazıyorum öykülerimi de çoğu zaman. Daha açık ve iyi bir ipucu içinse kitabı okumak gerekecek, içinde bir öyküde saklı kim olduğu.

İroninin yoğun olduğu öyküleriniz de var kitapta

Evet, her şeyi komediye veya trajediye indirgemek, tek boyutlu algılamak gibi geliyor. Olaylara farklı açılardan, farklı duygularla bakabilmek bence hayatı renkli ve katlanılabilir kılıyor. Bu benim hayatı algılayış biçimimle alakalı sanırım en çok. Kendimle ilgili büyük meseleleri de ironiyle karşılıyorum. Bizi insan yapan, zenginleştiren ironi, bence edebiyatta da aynı derinliği sağlıyor.

Öykülerinizdeki tablo ve kapak fotoğrafı dikkat çekiyor. Yazarken diğer sanat dallarıyla ilişkiniz nasıl biçimleniyor?

Resim ilham aldığım sanat. Bu benim hayatı algılayış biçimimle alakalı sanırım en çok. Kendimle ilgili büyük meseleleri de ironiyle karşılıyorum. Bir tablo için, şu hissi ben öyküde nasıl tarif edebilirim, diye düşünüyorum. Bu yönden yaratma sürecime epey katkıda bulunuyor resim sanatı.

Sinema ve müzik için de benzer şeyler söyleyebilirim. Müzik ve sinema günlük hayatımı dolduran şeyler arasında en başta geliyor diyebilirim. Şimdilerde pek yapamıyorum ama eskiden müzikle yatıp müzikle kalkardım, desem abartmış olmam.

Kapak resmi, öykülerinizi yazdığınız süreçte mi ortaya çıktı? Bir hikâyesi var mı?

Lucian Freud sevdiğim bir ressam. Kitabın açılış öyküsü de onunla ilgili zaten. Tekme Tokatlı Şehir Rehberi’ni yayıma hazırlama sürecinde birlikte çalıştığımız ekipten kapaktaki görseli kullanma teklifi geldi. Benim de çok hoşuma gitti.

Anlatıcı karakterlerde genel olarak ölüm teması ve baba figürünün belirgin olması bilinçli bir tercih miydi?

Ben genelde öykünün başına otururken tüm kurguyu, karakteri kafamda yazmış bitirmiş bir şekilde olmuyorum açıkçası. Ufacık bir fikir, bir görüntü beliriyor kafamda, oturup yazmaya başlıyorum ve yolda şekilleniyor her şey. O nedenle bilinçli bir tercih diyemem. Ama ölüm, baba veya okuyucuların diğer dikkatini çeken temaların da kendini alttan alta hissettirmesi, bilinçaltımı kurcalayan, üzerine düşündüğüm konulardan kaynaklı diye düşünüyorum.

“Durağan Yolcu” öykünüzde otobüste birileri inip, birileri binerken olduğu yerde duran bir yolcu var. İnsanın bazen yaşamında durup kaldığı, sıradanlaştığı vakitler oluyordur muhakkak. Öykülerinizi yazarken duraksadığınız, bir nefes alayım dediğiniz anlar oldu mu?

Ne zaman yazmak istiyorsam o zaman yazdım hep, o anlamda hiç yorulduğum olmadı. Kaldı ki en keyif aldığım şeylerden biri yeni bir öykü yazabilmek. Hayattan, duygulardan, insanlardan yorulduğum oluyor zaman zaman. Böyle zamanlarda yazmak da zorlaşıyor, durmak dinlenmek ihtiyacı hâsıl oluyor. Yine de bir şeyler okuyup, ufak tefek bir şeyler karalıyorum, yazıyla arama çok mesafe koymamaya çalışıyorum.

Muz ve Kovboylar” öykünüz bir kovboy filmi gibi başlayan ve her zamanki gibi olmayan bir finalle bitiyor. Kabuğun altındakileri görmeyi zaman öğretiyor herhâlde bize, ne dersiniz?

Son dönem üstüne çokça düşündüğüm şey, bir olaya veya duyguya farklı hikâyeler verebilmek. Düşünsenize, sizi çok üzen bir şeye başka bir hikâye yazarsanız, onu sonsuza dek daha yumuşak ve daha az yıpratıcı hatırlayabilirsiniz. Ben de kabuğun altındakini zamanla görebildiğim için, kırılmamak için bükülmeyi bu yöntemde buldum, kabuğun altındakine farklı hikâyeler veriyorum.

İnsanoğlunun en büyük laneti hatırlamaktı. Unutmamak için B12 hapları alanlar delirmişler miydi? Neyin çabasıydı bu? Ya da tıp ne zaman ilerleyecek ve unutmak için bir ilaç bulacaktı?” “Okyanus Sesi” öykünüzde altını çizdiğim cümlelerdi bunlar. Unutmaya zorlanan bir bellek aslen bir nevi hatırlamaya mı yeltenmiş oluyor?

Keşke bunun matematiksel formülünü çözmüş olsak. Daha kolay olmaz mıydı her şey? Bellek “unutmak ve hatırlamak” konusunda çok acımasız bana sorarsanız. Yakın bir süreçte Alzheimer birini yakından takip etme fırsatım oldu. Kadıncağız ömrünün son deminde, huzurluca ölümü bekleyeceği yerde, beyni öyle oyunlar oynuyor ki, hiç gelmeyecek olanı hatırlatıyor, bekletiyor ona. Sık sık ağlamaya başlamıştı son dönemde, çünkü eskiden kalma üzücü bir olayı anımsayıp duruyordu. Korkutucu aslında. Şimdi tüm bunları düşününce, belleğin esiriyiz, kaçış yok. Son anda bile anımsadığımızda tuzağa düşürmeyecek, yıpratmayacak, huzurlu anılar biriktirmiş olmayı umalım, dileğim bu.

Son olarak, Mevsim Yenice ileriki zamanlarda yoluna öyküyle devam edecek midir yine?

Öykü yazmaya devam ediyorum. Bir süre daha böyle gidecek gibi gözüküyor şimdilik. Sonrası için ben de bir şey kestiremiyorum.

Arka Kapak dergisi 32. sayı