Doğukan İşler

Adı anılmayan nice öykücü, nice öykü var. Unutulan, unutturulan ya da unutulmaması için kimsenin pek de çaba sarf etmediği… Fakat işin güler misin ağlar mısın bir yanı da olabiliyor bazen: Bir öykücüyü (tekrar hatırlamak için en azından) çağımızın tabiriyle, googlelıyorsunuz ve karşınıza çıkan acıklı bir güldürü olabiliyor çoğumuz için.

Mehmet Günsür, kendisiyle aynı adı ve soyadı taşıyan popüler bir aktörden başka kim o zaman?

Everest Yayınları geçtiğimiz ay yayımlamasaydı Mehmet Günsür’ün toplu öykülerini, belki bendeniz bile sürekli duyduğum ama kitaplarını hiçbir yerde bulup öykülerini okuma fırsatı edinemediğim bu ismi tamamen unutup gidecektim.

Ressam, siyasetçi, reklamcı…

Öğretmen Emine Günsür ve “Tüm nesnelere sevgiyle yaklaşan ressam” gibi güzel bir üne sahip olan babası Nedim Günsür’ün tek oğludur Mehmet Günsür. 1955 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Her ne kadar Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra İktisat Fakültesi’ne girse de, burada ancak iki sene okur, sonrasında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne devam eder ve 1984 yılında mezun olur. Bu sürede bir yandan da Türkiye İşçi Partisi’nde ilçe başkanlığı gibi farklı aktif görevler almakta, çeşitli siyasi gazete ve dergiler çıkarmaktadır.

Fakat Mehmet Günsür, resim yapmayı tercih eder sonrasında, tıpkı babası gibi. Sergiler açar. Sonra reklam yazarlığı, yaratıcı yönetmenlik derken tamamen reklam piyasasına yönelir.

Kısa Ömür, Kısa Öyküler

Mehmet Günsür’ün ilk öykü kitabı olan Caïque 1995 yılında yayımlanır. Birçok yazara göre oldukça genç bir yaşta eser vermeye başlayan Günsür, daha önce oldukça sınırlı bir sayıda basılan bu kitabının ardına dört öykü daha ekleyerek 2002 yılında İçeriye Bakan Kim? adlı kitabını yayımlar. Sessizce ilerlediği öykü yolculuğunun bu ikinci durağında, 2003 yılı Sait Faik Hikâye Armağanı’na layık görülür. Hemen ardından, 2004 yılında da ani bir kalp kriziyle bu dünyadan göçüp gitmek zorunda kalacaktır zaten…

Genç, öykü yolculuğu açısından bakılacak olursa daha da genç kaybettiğimiz Günsür, aldığı bu ödülden sonra “Radikal Kitap” için yapılan söyleşisinde şunları söyler:

“Kalıcı edebiyatçılardan biri olmak, bulunduğum yerde istikrarlı bir şekilde durmak istiyorum. Yani kalkıp roman yazmayı düşünmüyorum, farklı bir edebiyat türünde ürün vermeye çalışmak bana uzak geliyor. Fazla bir telaşım da yok doğrusu, on yılda on iki öykü yazmışım, bundan sonra bu tempoyu hızlandırmayı da amaçlamıyorum.”

İçeriye Bakabilen Bir Kalem

Öykü türüne adamak istediği ömrü vefa etmese de Mehmet Günsür, iki kitabı ve daha sonra bu kitapların toplu baskılarına eklenen kitaplaşmamış öyküleriyle yıllar sonra tekrar okurla buluşma olanağı buldu. Tekrar hatırlanma olanağı mı demeli yoksa? Tekrar okura ulaşma, buluşma, tanışma olanağı.

“Kuyu” adlı öyküsünde, “Bilemiyorum. Yalnızca resmetmek değil… Bunun yazısı da yazılabilir.” diyerek belki de kendisinin ressam-öykücü üslubunu tanımlayan, sade ve berrak Türkçesiyle şiirselliğin tuzağına düşmeden şiir gibi bir dil oluşturan, az ve öz yazarak insanın içine bakabilmesini başaran öyküleriyle Ferit Edgü’den Hilmi Yavuz’a birçok edebiyatçıyı dahi derinden etkileyen Mehmet Günsür’ü hatırlamak için bir şans daha.

Mehmet Günsür’ün “İçeriye Bakan Kim?” öyküsünden, resim ve öykü dolu mutfağına yaptığı şu çağrı ile bitirebiliriz o zaman yazımızı:

Işık batıyor, mor ve somon. On sekiz yazdır bildiğim gibi. Havlu ıslak. Odama git ve giyin! Ben evime bakıyorum: Orada tuval üzerine yağlıboya birkaç resim de var. Odama gidiyorum ve giyiniyorum. Üşüyorum. İki kurşun asker, yaralı arkadaşlarını taşırlar, üçü de çok küçüktür. En küçüğü şimdi ne yapar? Zeytinyağı şişelerinde defne yaprağı olsam, öylece uyurdum mutfakta. Mutfağıma beklerim, ama ufaktır. 

Arka Kapak dergisi 30. sayı